Kızsız Hayat
by
Veysi Topkaç
SMASHWORDS EDITION
* * * * *
PUBLISHED BY: Veysi Topkaç on Smashwords
Kızsız Hayat Copyright, 2012 by V. Topkaç
ISBN: 978-1-3018-5340-3 Istanbul, 2012
Smashwords Edition License Notes
This e-book is licensed for your personal enjoyment only. This e-book may not be re-sold or given away to other people. If you would like to share this book with another person, please purchase an additional copy for each person you share it with. If you're reading this book and did not purchase it, or it was not purchased for your use only, then you should return to Smashwords.com and purchase your own copy. Thank you for respecting the author's work.
* * * * *
Yazar hakkında {About Author}
KISA ÖZGEÇMİŞ
1989 yılında diyarbakırda doğdum. 1990 yılında İstanbula taşındık. İlk ve Orta okulu Adem Çelik İ.Ö. Okulunda, Liseyi 75. Yıl Cumhuriyet lisesinde okudum. 2008 yılında Beykent üniversitesini okurken bazı sorunlar nedeniyle okulu yarım bırakmak zorunda kaldım. Bu olaydan sonra üniversite hayatıma 2012 yılına kadar ara verdim. 2012 yılında Anadolu üniversitesi tarım fakültesini kazandım. Bu bölüme şu anda devam ediyorum. Kızsız Hayat’ı 05.12.2011 yılında yazmaya başladım..
İthaf: Aileme ve Mehmet Yasin Büyükhan’a teşekkür ederim..
* * * * *
Önsöz –Preface- (About the Book)
Bodrumda lüks bir hayat yaşayan Hayrettin, İstanbul’da üniversiteyi kazanır. İstanbul’un gece hayatını merak ederek büyük bir heyecanla İstanbul’a gelir. Üniversiteye başlar ama istediği ortamı ve gece hayatını bulamaz. Bu yüzden kendini üniversiteden kovdurmaya çalışır ve sonunda başarır. Bu haberi babasına verir ama beklemediği bir tepkiyle karşılaşır. Babası tarafından Bodruma dönmesi reddedilir. Hayrettin okula da devam edemeyeceği için İstanbulda önce ev sonra iş aramaya başlar. Evi İstanbulun kenar bir mahallesinde bulur. Kitabın konusu Hayrettin’in ilk iş deneyimi olan evlerde temizlik görevlisi olarak çalışmasıyla başlar. Temizlik göreviyle birlikte insanların birbirlerini nasıl kullandığı anlatılır. Hayrettin temizlik işinden sonra sırasıyla evlilik proğramı, dilencilik, falcılık ve en sonunda muhabirlik mesleğinde yapılan hilelere şahit olur. Kitap bu 5 ana temadan oluşur. Hayrettin’i ise kitabın sonunda çok büyük bir sürpriz beklemektedir..
Table of Contents
About Author Preface (About the Book) Kızsız Hayat
KIZSIZ HAYAT
MİZAH (A COMICS)
“Aşk; saf, duru insanları sever. Kafasında binbir tilki dönenler aşkı yaşayamaz. İsteseler de Yaşayamaz, Arınmalısın.! En saf, en duru haline dönmelisin ki yaşayabilesin Aşkı..”
Veysi TOPKAÇ
Bodrum’un sıcak bir gününde aldım haberi; İstanbul’da üniversiteyi kazanmışım. Magazin programlarından İstanbul’u bildiğim için üniversiteden çok İstanbul heyecanlandırdı beni. Ben de kazandığımı öğrendiğim ilk gün pılımı, pırtımı toplayıp merakla büyük günü bekledim. Kayıt dönemi başlayınca da hemen İstanbul’a gidip üniversiteye kaydımı yaptırdım.
Üniversite’nin sağladığı yurda kayıt yapacağım sırada ise pala bıyıklı görevli sırıtarak ”kız, erkek karışık değil ha” dedi. İran mı kardeşim burası, diyerek görevliyle tartıştım biraz, neyse ki araya girip olayı tatlıya bağladılar. Üniversiteyle ilgili tüm işlemlerim bitince de İstanbul’u gezemeye başladım; ancak İstanbul beklediğim gibi çıkmadı. Hani nerede gece hayatı? sosyete dünyası? otuz metre trafikten başka bir şey yok! Bir süre sonra İstanbul’dan ümidimi keserek okulun açılmasını bekledim… Nihayet okul açıldı; ama bu sefer de kızlar yüzüme bakmıyordu. Biraz yanaştımsa da hiçbiri yüz vermedi. Bir ay sonra da hem İstanbul’dan hem de üniversite’den sıkıldım. Bu sefer de kendimi kovdurmak için çalışmalara başladım.
Nihayet bir sabah fırsatını bulup okul girişinde temiz hava alan bayan öğretmene cinsel içerikli sözler söyledim. Kadın adeta dondu kaldı, ben ise sırıtmaya başladım. Kadın şoku atlattıktan sonra koşarak içeri girdi. Ben de merakla olacakları bekledim. Üç gün sonra disipline verildiğimi öğrendim. Haberi veren bayana: “Siz kovmuyorsunuz, ben kaydımı siliyorum!” diye rest çektim ve bir daha okula dönmemek üzere üniversite’den ayrıldım. O akşamı yurtta geçirdim. Ertesi gün öğlene doğru babamı arayıp olayı kendi lehime çevirerek anlattım. -İyi tamam oğlum, canın sağ olsun, dön eve-diyeceğini ümit ederken; Babam sinirli bir sesle ”Ulan birde yalan atıyorsun, okul ne halt yediğini haber verdi. Bu saat’ten sonra ne eve ne de bodrum’a adımını atıyorsun. Seni evlatlıktanda red ediyorum” dedi; Telefonu yüzüme kapattı. Bu hiç hesapta yoktu. Artık Bodrum’a dönmem imkansız. Birkaç gün daha yurtta kaldıktan sonra ev aramaya başladım. Boğaz manzaralı evler pahalı olduğu için daha çok kenarda köşede bir ev arıyordum. Biraz burdan, biraz ordan diyerek dolaşınca kendimi bir mahallenin içinde buldum. Yıkık binaların olduğu bu mahalle, sanki başka bir dünyaydı. Korkarak biraz ilerleyince karşıma yırtık elbiseli dört tane kadın çıktı. Eğer uzaylıların yerleşim yerine gelmediysem bunlar muhtemelen insandı. Kadınlar hiç kıpırdamıyor, öylece bana bakıyorlardı. Donmuş gibiydiler, hani amerikan filmlerinde olur ya, bir grup yolunu kaybedip mumyalaşmış bir şehir bulur, işte ben de kendimi öyle bir şehirde buldum. Önce tereddütte kaldıysam da sonra yerden bir tane taş alıp yavaş yavaş kadınlara doğru yürümeye başladım. Biraz daha ilerleyince kadınlardan biri aniden kıpırdadı. Bense olduğum yerde çakılı kaldım. Ne ileri ne de geri gidebiliyordum. Kadın on adım ötede bana bir şey söylemeye çalışıyordu. En sonunda tüm gücümü toplayarak ileri yürümeye başladım. Acaba hangi dili konuşuyorlar? diye düşünerek kadınların yanına vardım.
Üç kadın şaşkınlıkla bana bakıyordu. Biri: ”san kumsun?” dedi. “San kumsun ne ya?” diyebildim kısık sesle. Kadın tekrar aynı lafı söyledi. Ben yine anlamadan kadına bakınca, yanındaki daha genç olanı ”sen kimsin?”dedi. “valla abla, az
önce bilinmeyen bir yoldan gelmiş allah’ın kuluyum”. Kadınlar hiç bir şey söylemeden önlerinde pişen yemekle uğraşmaya başladı. Sanki ben yokmuşum gibi davranıyorlardı. Acaba ışınlanmış olabilirmiyim, diye arkama baktım. Gökyüzü normaldi, ileride az da olsa araba sesi geliyordu. Kadınlardan ümidimi kesip ileri doğru koşmaya başladım. Karşıma kızlarla oturmuş, zebaniyi andıran yüzüyle bir kadın çıkınca durdum. Kadın sefillikle alay eder gibi bir de etine dolgundu. Beni görünce ayağa kalktı, yanıma geldi. “hergele sen kısmın?” Aynı şeyleri ona da söyleyip kendimi tanıttım. Sonra-ev arıyorum-diye lafı ağzımdan kaçırdım. Artık ağzımı tutmam faydasızdı. Kadın sevinçle iki katlı binayı gösterdi. Ben de başka çarem olmadığı için binaya alıcı gözüyle baktım, pencereleri naylondan olan binayı almaya karar verdim. Sonra kadınla ilkokul seviyesinde konuşup anlaştım. Gerçi binayı değil, iki kattan birini verdi. İçeri girip yaşayacağım eve baktım; ancak evde bırakın canlıyı, ölü bile yatmazdı. Kadın da durumu bildiği için hemen evi temizlemeye başladı. Akşamda yemek getirdi. Ben -ne kadar iyi kadın- diye düşünmeye başlamıştım ki; Kadın iki avucunu uzatıp para istedi. Şimdi durum anlaşıldı, kadın beni zengin sanıyordu. Üzerimdeki pahalı kıyafetleri görüncede hemen evini verdi. Ayıp olmasın diye biraz para verdim, kadın sevinerek gitti. O günden sonra da bana hep evlat muamelesi yaptı. Tabi param az kalınca para vermeyi kestim. Kadın ise birkaç gün surat yaptıktan sonra ne selam verdi ne de yemek getirdi. Bazı akşamlar zorla kuru ekmek veriyordu. Hayır, çıkıp lokanta arayacağım; ama korkudan evden de çıkamıyordum..
İlk kez üç hafta sonra dışarı çıktım. Biraz mahalleyi gezince ilk fark ettiğim şey; mahallede hayvan yaşamıyordu. Hayvan bile yaşamıyor burada! Bir hafta sonra mahalleden dışarı çıkıp iş aramaya başladım. Yolda gördüğüm telefon numarasını mezarıma gidince aradım. Karşıma çıkan bayan sesi ”buyrun” dedi. “Merhaba hanımefendi, çalışacak adam arıyormuşsunuz?” “evet beyefendi, çalışacak eleman arıyoruz.” “ben tam sizin aradığınız elemanım, bütün gün eşek gibi çalışırım!” “beyefendi” diye biraz sesini yükseltti” lütfen biraz daha doğru kelimeler
kullanın” “peki hanımefendi, işe alınmam için ne yapmam gerekiyor?” Kadın adresi verip telefonu kapadı. Bu kadınlarla işim var. Sabah erkenden verilen adrese gittim. İş yeri, iki katlı binaydı. Kapıdaki güvenliğin yanına gidip durumumu izah ettim, beni ilerdeki odaya yönlendirdi. O tarafa gidip kapıyı tıklattım, içeri girdim. Kadın ayağa kalkmadan oturmam gereken yeri gösterdi. 40 yaşlarında esmer tenliydi. Ama telefondaki sese göre konuşmak gerekirse; ses var görüntü yoktu. “Hoşgeldiniz”dedi soğuk bir sesle. “Hoş ve güzel buldum hanımefendi” diye sırıttım “dün telefonda iş başvurusu için konuşmuştuk” “hatırladım, isminiz neydi?” “hayrettin”diyerek elimi uzattım; Kadın isteksiz bir şekilde elimi sıktı “ben de selcan” deyip hemen elini çekti. “Memnun oldum hanımefendi, benim bugün işim var; ama yarın öğlene doğru işe başlarım.” “İşe alınıp alınmadığınız daha sonra belli olacak” önündeki kağıdı uzattı “bu formu doldurun, yarın da sivinizi(cv)getirin.” Kadının elindeki formu alıp “sivi ne?” diye sordum şaşkınlıkla. Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi “Siz formu doldurun yeter” diye kestirip attı. Aramızda kısa bir sessizlik oluşunca formu doldurmaya başladım. Hayatımda ilk kez form dolduruyordum. Formu doldururken de sürekli yalana başvurdum. Bu zor soruları cevaplarken aklıma edebiyat öğretmeni geldi. Adam profesör düzeyindeki soruları biz lise 3 öğrencilerine soruyordu. Derste de sürekli dövüyordu. Sonra öğrendim ki adam kısırmış, cocukları da olmadığı için
karısı terk etmiş.
Bu kötü anılardan yavaş yavaş ayılırken selcan’ın “daha bitmedi mi?” diyen gür sesini duydum. Bir an afalladımsa da hemen kendime gelerek formu teslim ettim. Kadın formu sert bir şekilde alıp “Biz sizi daha sonra ararız” dedi, muhtemelen formu çöp kutusuna atarken. Sanırım iş hayatım da başlamadan bitti. Bu kadın da kesin pisliğine her sabah sol tarafından uyanıyordur. Kadının feminist tavırlarına sinirlenerek hızlı adımlarla odadan çıktım. Dışarıda hava gayet güzeldi. Havanın güzel olmasını fırsat bilerek kadın arayan bakışlarımı aktif hale getirdim ve yürümeye başladım.
Kitapçının önünden geçerken önümdeki kitaba dikkat kesildim. -7 yolla kadın tavlama sanatı- isimli kitabı elime alıp içeri girdim. İçerdeki kelleşmiş adam, hemen ayağa kalkıp benimle ilgilendi. Ben de yalakalık yapma sırası diyerek konuşmaya başladım “Saygıdeger beyefendi, içerisi ne kadar ferah, ne kadar büyük..” Ne diyor bu adam der gibi beni izliyordu “dünyanın en büyük kitapçı dükkanı burası, hizmette kusur yok. Eğer verirseniz elimdeki kitabı almak istiyorum.” Sözlerime anlam veremeyen adam “tabi evladım” diyerek kitabın fiyatını söyledi. Başımı eğdim, duygusal bir sesle “saygıdeger beyefendi” dedim “gurbet öğrencisi olmak ne kadar zor biliyormusunuz? Size yemin ederim üç beş kuruşla idare ediyorum. O derece düştüm yani.” Elimdeki kitabı ön plana çıkardım “bu kitabı da kadın manyağı bir arkadaşıma almak istiyorum. Kendisi tecavüzden iki kez cezaevine girdi, kadınlara çok düşkündür. Rica edersem, biraz yani yüzde 80 indirim yapar mısınız?” Tereddütte kaldı. Sonunda “kaç paran varsa ver” dedi. Cebimdeki bütün parayı çıkartıp saymadan adama uzattım ve koşar adım dışarı çıktım. Dükkandan uzaklaşırken yol parasını da adama verdiğimi hatırladım. Yol parasını nasıl bulacağım? Kaçak olarak binsem olur mu? diye endişeyle düşünürken Selcan hanımı hatırladım. Hem başvurum kabul edilmiş mi bakarım hem de muhabbet konusu olur diyerek iş yerine doğru hızlı adımlarla yürüdüm.
Yürürken de kitabı inceliyordum. Kitaptaki ilk üç maddeye baktıktan sonra kitabı kapatıp koşmaya başladım.
İş yerine geldiğim gibi de Selcan’ın odasına doğru ilerledim, kapıyı tıklatıp içeri girdim. Kadın önündeki kağıtlardan başını kaldırıp bana bakınca yutkundum. Zorla gülümsemeye çalıştım. “Sizi aradığımı hatırlamıyorum” dedi ciddi bir sesle. “Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim..Şeyde fark ettimde, otobüs durağında, yanımda hiç para yokmuş. Eğer bana borç para verirseniz ilk maaşımda size borcumu öderim.” Arkasına yaslandı. Alaycı bir gülümsemeyle “elinizdeki kitap nedir? Az önce yoktu da” dedi. Elimdeki kitap mı! Elimdeki kitaba acı bir şekilde baktım. Allah kahretsin! Allah belamı versin! Kitabı saklamayı unutmuşum. Kitaptan başımı kaldırıp kadına korku dolu bir yüzle baktım. “Şey…Az önce kitapçının önünden geçerken yüzde 80 indirim olduğunu gördüm. Kitaba olan sevgimden dolayı da dayanamadım aldım. Ama son param olduğunu da bilmiyordum.” “Peki ismi nedir kitabın?”diye sorunca bütün savunmam düştü. Durumu kurtaracak en ufak yalan olsaydı kesin aklıma gelirdi. Ama gelmediği için lafı geveledim” şey, kitabın ismi mi? “7 yolla kadın tavlama sanatı.” Son sözleri kısık sesle söyledim. Kadın bir süre sessiz kaldı. Alaycı gülümsemenin yerini de sert bakışlar almıştı. Ben de ne olur ne olmaz diyerek hafiften çıkış kapısına yanaştım. Durumu kurtarmak için de “efendim, yüzde 80 indirim uygulanan tek kitap buydu” dedim; ancak kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlardan birini yaşıyorduk.
Kadın bir süre daha sessiz kaldıktan sonra, iki eliyle masadan destek alarak hafifçe doğruldu. Yüksek sesle “Sen değil yedi yol, iki yüz yetmiş yol denesen kimse sana bakmaz” diye bagırdığı gibi koşarak kendimi dışarı attım ve ilk ara
sokağa girip dinlendim. Dinlenirken de kenar mahalleye nasıl gideceğimi düşündüm. Yürüyerek gitmeyi istesem bile yolu bilmiyordum. Durağa doğru yürümeye başladım. Biraz ilerleyince karşıma yetmiş yaşlarında saçı, sakalı beyazlamış mülayim tipli bir adam çıktı. Aslında bu kitabı aldığımda içindeki yedi yolu yaşlı bir adamın üzerinde deneyeceğim hiç aklıma gelmemişti; ama başka çarem de yoktu. Kitabın ilk maddesi açık ve net yazıyordu; konuşmaya başlayın.
Adamın yanına gittim ve yüksek sesle “beyefendi” dedim. “Yolda kaldım param yok. Otostop çekiyorum kimse durmuyor” koluna girdim “ya bize gideriz ya da yol paramı verirsin.” Önce şaşıran adam, sonra gülümseyerek hafiften uzaklaştı “yol paranı vereyim sen git.” Cebinden çıkardığı paranın binde birini bana doğru uzattı. “Al evladım, ben de emekliyim, Allah yolunu açık etsin” diyerek duruma açıklık getirdi. Parayı aldığım gibi hiçbirşey söylemeden durağa kadar koştum. Sonra az ilerdeki esmer bayanın yanına oturdum. Kız bana kısa bir bakış attıktan sonra yüzünü başka tarafa çevirdi. “Merhaba bayan”dedim” Otobüsün gelmesine ne kadar var?” Kolundaki saatine baktı” On dakika içinde gelir.” “Çok iyi, on dakika sohbet etme şansımız var.” “Yok zannetmem.” Yüzünü başka tarafa çevirdi. “aaa! Neden” diye ısrar ettim “hem size el falı bakarım.” Merakla bana baktı “Siz falcımısınız?” “Aslında pek söylemeyi sevmem; ama amatör olarak falcılık yapmışlığım var.” sevinerek iki elini uzattı “Benim de falıma bakar mısınız?” “Sizin her yerinize bakarım” deyip kızın iki elini tuttum. Çok anlıyormuş gibi bir süre baktım, sonra yavaş yavaş konuşmaya başladım “Elleriniz çok temiz, en önemlisi de on parmağınızda on marifet görüyorum.”
Aniden ellerini sert bir şekilde çekti. Nefretle “pis yalancı sahtekar!” diye bağırdı. “İnsanların masum duygularını sömürmekten başka bir şey bilmiyorsunuz” diyerek yanımdan uzaklaştı.
Neden bu el falları hakkında hiç yazı okumadım ki? Kız yanılmış, otobüs geldiğinde 10 dakikayı geçmişti. Fırsatı kaçırmadım “Esmer bayan” diye yüksek sesle seslendim “siz de neden insanların sorularına yalan yanlış cevap veriyorsunuz?” Yüz vermeden otobüse bindi. Ben de arkasından otobüse binip kızı aradım. Arkada oturmuş başka bir bayanla dedikodu yapıyordu. Ben de ilk boş bulduğum yere oturdum. Yanımdaki yaşlı teyze, elindeki sarımsakları leblebi gibi ağzına atıp çiğniyordu. “Oğlum doktor tavsiye etti, kusura bakmayasın” diye duruma açıklık getirdi. Bu kokuyla bu yol bitmez, diyerek yüzümü kadın’dan uzaklaştırdım. Mezarıma geldiğimde burnumu yeni hissetmeye başlamıştım. Yemek var mı diye etrafı kokladım; ancak bok kokusundan başka koku alamadım. Kocakarının kapısına gidip kapıyı tıklattım. Kocakarı kapıyı açarken hala ağzındaki lokmayı çiğniyordu. “Şaziye teyze, karnım zil çalıyor, eğer ağzındaki lokmayı verirsen karnımı doyurmak isterim” Yüzünü buruşturdu. Sinirli bir sesle “hade ordan” diye hırladı “get başka kapıya, bu kapıya da sadece para getirdiğin zamanlar gel.” Kapıyı yüzüme kapattı. Benim anlamadığım, bu kadar ilkel bir yerde değiş-tokuş mantığı olması gerekirken bu kocakarı nerden öğrenmiş parayı. Sinirle kendimi dışarı attım ve az ilerdeki lokantaya gittim. Kasada oturan adam, benim geldiğimi fark etmeden hesabı kontrol ediyordu. “Akşamlarınız hayırlı olsun”dedim gülümseyerek. Asık suratıyla bana baktı. “Selamun aleyküm hemşerim” “Aleykümselam efendim, yemek yemeyi düşünüyorum; ancak cüzdanımı evde unutmuşum”
“Get al” “Yani, yarın getirsem?” “Hemşehrim” Sesi birden sertleşti” bugün yemek yiyak, yarın parasını getirak diye bir şey burada geçerli değil. Zaten paran olsa bile şimdi dükkanı kapatiyık. Yemaklarımız çok güzel olduğu için de siziy tekrar beklarık” Önündeki hesaba döndü. Kesin kocakarının yamuklusu bu heriftir dedim içimden. “Sizi çok iyi anlıyorum; ama karnım da çok aç. Size bir teklifim var; kendi bulaşığımı kendim yıkıyayım.” Önündeki hesaptan başını kaldırmadan mırıldandı “Şimdi lokantayı kapatiyık. Yarın gel.” Adamın ucuz yalanları sinirimi bozmaya başladı.” Ama giriş kapısında…Elimle kapıyı gösterdim. “Gece yurmi durde kadar açığız yaziyor.” Derin bir of çekip bana baktı. “Hemşehrim, o yazi ramazandan kalma, kaldirmayi unutmişık öyle kalmış” Mutfak tarafına seslendi “muhao, çabuk ol, dükkani kapatiyık” Tekrar önündeki hesaba döndü.
İki lokma vermemek için yaptığı inada bak. “Beyefendi!” diye birden sesimi yükselttim” karnım çok aç, en azından kırıntılarla geçineyim.” Allah’ın cezası, maymun ettin beni, diye içimden geçirirken, adam önündeki hesaptan başını kaldırdı ve eliyle karşıdaki masayı işaret etti” Hemşehrim geç şu masada otur” Mutfak tarafına seslendi “muho, hele bi fakir menü hazırla.” İç çekerek önündeki hesaba döndü. Beklemediğim bu hareket karşısında şaşırarak gidip masaya oturdum ve merakla fakir mönüyü bekledim.
Çok geçmeden Muho geldi. Otuz beş yaşlarında esmer bir adam olan muho, hiçte insana benzemiyordu. Zaten hayvanlığından elindeki tepsiyi sert bir şekilde masaya bıraktı. Sonra “fakir doyure doyure biz fakir olduk anasini satayım” diye söylene söylene mutfağa doğru gitti. Fakir mönüde biraz çorba ile ekmek vardı. Ekmeği ağzıma alınca geçen haftadan kalma olduğunu anladım. Şimdi şikayet etsem der ki; çorbanın yanında kuru ekmek gider. Ekmeği yemeyip sadece çorbayı içtim, sonra kasaya gidip teşekkür ettim.
Adam somurtarak bana baktı “hemşehrim, fakirlere bedava yemek dagıttığımizi kimseya söyleme.” Merak etme! Burada lokanta olduğunu da kimseye söylemeyeceğim. Hızlı adımlarla mezarıma doğru yürümeye başladım. Kenar mahalle, yıkıkdökük binalardan oluşuyordu. En çok iki katlı binalar. Her yerde fare ve böcek vardı. Tuvalet tesisatı olmadığı için de boş olan her yer tuvalet olarak kullanılıyordu. Tahminen burası belediye kayıtlarında da yer almıyordu. Buranın sakinleri de -ben hariç- evrim geçirmemiş yada yarım evrim geçirmiş insanlardan oluşuyordu. Lanet olsun! Hayvanat bahçesini arayıp ihbar mı edeyim.
Sağ salim mezarıma varıp yatağa uzandım. Sonra cebimdeki telefonu çıkartıp gelirken kaydettiğim iş ilanını aradım. Telefona cevap verilince “merhaba efendim” dedim”, iş ilanı için aramıştım.” “Merhaba evladım”dedi uysal bir erkek sesi “isminiz nedir?” “Hayrettin ben.” “Evladım, ben de Muzaffer. Acil çalışacak elemana ihtiyacım var. Hemen yarın gel.” “Ne güzel” diye gülümsedim “benim de acil işe ihtiyacım var. Allah buluşturdu bizi. Yarın ordayım, bekle beni!” “Fesuphanallah” diyen adam, adresi verip telefonu kapadı.
***
Ertesi gün verilen adrese gittim. Adres karşıdaki orta boy atölyeyi gösteriyordu. İşe alınmam için bu iyiye işaretti. İçeride beni yaşlı bir adam karşıladı. Elini uzatarak “sanırım hayrettin bey” diye gülümsedi.
“Evet efendim” diyerek adamın elini sıktım “iş başvurusu için gelmiştim.” “Çok iyi, hemen işe başlayın isterseniz.” “Hemen bugün mü?” diye duraksadım form falan dolduracak mıyım? “maaşınız ne aylık alacak mıyım?” şefkatle gülümsedi “yok evladım, hemen başla!” Belli ki elemana çok ihtiyacı var. “Elime geçen kozu kullandığım kadar?” diye sordum. “600 TL artı yemek ve yol parası.” Maaşı çok iyiydi. Atölyeyi biraz incelediğimde gözüme çarpan ilk şey; dükkanın büyük kısmını kaplayan odunlardı. Belli ki ısınma sorunu çekmeyeceğim. Tekrar yaşlı adama baktım “tam olarak ne iş yapacağım?” Eliyle odunları gösterdi “bu odunları kıracaksın!” Bu odunları kırmak mı? Yaşlı adamın sözlerine inanamadım. “nasıl yani” diye sordum. Yaşlı adam karşıdaki baltayı gösterdi “bu baltayla bu odunları kıracaksın” “bu iş 600 TL’ye yapılacak iş değil” “Evladım” Bakışları sertleşti “benim bütçem bu.” Yaşlı kurt belli ki eşek arıyor. “En azından 900 TL artı sigorta ve diğer şartlara varım” dedim; çünkü sigortasız bu işi yapmak direk intihara teşebbüs. Başını salladı “evladım” dedi sinirli bir sesle “900 TL artı sigorta olacak iş mi? Sen iki tane odun kıracaksın diye ben iflas mı edeyim?” “Kabul etmiyorsanız başka teklifleri değerlendirmek zorundayım.” Ellerini –haydi haydi- anlamında sallayarak “Allah yolunu açık etsin” deyip beni kapıya kadar geçirdi. Ben de dışarıya çıkıp yürümeye başladım. Yaşlı kurt belli ki evrimini çakaldan geçirmiş, diye düşündüm yürürken..
Biraz yürüdüğümde gözüm penceredeki ilana takıldı. İlanda büyük harflerle: -EVLERE BAY VE BAYAN TEMİZLİK ELEMANI ARANIYOR-yazıyordu. Cebimdeki telefonu çıkartıp ilanın altındaki numarayı aradım. “Dumliyayayale temizlik şirketi, kiminle görüşüyorum” dedi karşıdaki bayan sesi. “Temizlik ilanı için aramıştım.” “İsminiz nedir?” “Hayrettin” “Hayrettin bey, temizlik konusunda tecrübeniz var mı?” “Evet var” dedim kendi ev temizliğimi varsayarak. “Peki hayrettin bey, ilanın altındaki adrese hemen gelin.” “Emriniz olur”diyerek telefonu kapattım. Sonra ilanın altındaki adresi yazıp yaşlı kurdun dükkanına geri gittim. Bu sırada yaşlı kurt, işi başka bir gence kakalamaya çalışıyordu. Genç akıllı çıkıp işi kabul etmedi. Yaşlı kurt da, moralsiz bir şekilde genci uğurladı, sonra sinirli bir şekilde yanıma geldi. Büyük bir umutla “İş için mi geldin?” diye sordu. Elimdeki kağıdı uzattım “yok efendim, bu adresi soracaktım?” İç çekerek elimdeki kağıdı alıp baktı. “Temizlikçi mi olacaksın” dedi ayıplayan bir sesle. “Hayır, sadece teklifi değerlendireceğim.” Kağıdı bana geri verdi “temizlik işini hiç tavsiye etmem” Sesi yumuşamıştı “bence bu odunları kırmak daha cazip.” “Görmeden değerlendirme yapmak çok yanlış.”
Beklenmedik bir anda elini omzuma attı “evladım” dedi duygu dolu bir sesle “benim oğlum yok. Eğer bu işi öğrenirsen dükkanı sana miras bırakırım.” İyi numara ama bu işi kakalayacak başka birini bul: “Efemdim, adres yakın mı buraya?” dedim kararlı bir tavırla. Hoşnutsuz bir yüz ifadesi takınarak elini sertçe omzumdan çekti “iki sokak ötede; ancak tekrar ediyorum pek tavsiye etmem.” Duraksadı, üzülmüş gibi yaparak sözlerine devam etti: “Bizim komşunun oğlu vardı, o da senin gibi ısrar etti bu iş için.” Gözlerinde yalan attığına dair belirti yoktu; ama bu çakaldan her şey beklenir.” Bu lanet işe başladıktan sonra bir gün haber geldi, bizim oğlan pencereyi temizlerken düşüp vefat etmiş.” Timsah gözyaşları döktü. Bu adam, tatlı dille yılanı deliğinden çıkartır, sonra başını ezer. “İki sokak ötede mi dediniz?” Eliyle sağ tarafı gösterip adresi tarif etmeye başladı: “Burdan sağa dön, dümdüz ilerle, giderken sağdaki, dönerken soldaki dükkan.” Bana baktı “zaten koca tabela var, görürsün.” “Teşekkür ederim dede.” “Dede senin babandır!” diye parladı “Haydi, adamın asabını bozma!”
Yaşlı kurdun bu kadar tehlikeli olacağını ben bile tahmin edemedim. İtiraf etmeliyim ki; tarif ettiği yolun da yanlış olduğunu düşündüm. Pisliğine çıkmaz sokağa yollar korkusuyla yürüyordum. Neyse ki tabelayı görünce rahatladım. Tabelanın altındaki dükkandan içeri girdiğimde az önce konuştuğum kadın ayağa kalktı, elini uzattı. Gülümseyerek “Hayrettin bey siz misiniz?” diye sordu. Otuz yaşlarındaki kumral kadının elini sıktım “evet benim” diye gülümsedim “çevremde bana temizlikçi hayrettin derler, siz de bana bu şekil hitap edebilirsiniz.” “Çok hoşsunuz, hemen işe başlayın isterseniz?” “Tabi efendim…isminizi öğrenebilirmiyim?”
Eliyle kafasına hafiften vurdu. Özür diler gibi söylendi “kusura bakmayın, iş yoğunluğundan ismimi söylemeyi unutuyorum…Ahu benim ismim.” “Ben de yüzünüzdeki gamzeyi görünce, acaba isminiz Gamze olabilir mi? diye düşündüm” dedim belki tavlarım umuduyla. Yüzündeki gülümsemeyi artırdı “çok hoşsunuz… Kimliğinizi rica edebilir miyim, işçi kaydını yapmak için.” Kimliğimi çıkartıp kadına uzattım. Kadın gülümseyerek kimliğimi aldı, sonra bilgisayara kaydımı yapıp kimliği bana geri verdi. “Sizin eve de temizlikçi lazım olursa beni çağırın.” “Teşekkür ederim” Saçlarını geriye doğru attı. “Ama hiç gerek yok. Bizim evin temizliğini kocam yapıyor.” Şaşırarak başımı salladım “kocanız mı?” “Evet, yanlış duymadınız.” Bir an masadaki kocasının sırıtan resmine baktı “gerçi duyunca herkes şaşırıyor; ama medeniyet böyle bir şey.” Benim bildiğim medeniyet, tek dişi kalmış canavar. Herhalde kocasının ismi medeniyet. “Anladım efendim, muhtemelen çocuklara falan da o bakıyordur.” “Çocuğumuz yok” diyerek masadaki kağıdı bana doğru uzattı” şimdi burada yazan adrese temizlikçi lazım. Bütün malzemeleri de… “Eliyle yandaki dolabı gösterdi” Bu dolaptan alabilirsiniz. Temizlikten sonra geri getireceksiniz” “Anladım…temizlik parası ne kadar” “Temizlik başı 30 TL” “Ne kadar iş o kadar para yani” diye gülümsedim. Rica eder gibi ekledim “lütfen bana fazladan iş verin.” Başıyla onaylayıp bir miktar para uzattı. -Yol parası- diye bilgilendirdi. Parayla birlikte temizlik malzemelerini de alıp yaşlı kurdun dükkanına gittim..
***
Önündeki kağıtlardan başını kaldıran yaşlı kurt, önce malzemelere sonra bana baktı. “Efendim” dedim “Az önce yaptığım terbiyesizlikten dolayı özür dilerim.” Öf çekip “evladım, bunu demek için mi geldin?” diye söylendi. “Hem bunu” Kağıdı uzattım “hem de şu adresi soracaktım.” Asık suratıyla kağıdı bana geri verdi “Az ötede otobüs durağı var. Ordaki otobüs şoförüne adresi göster, o seni götürür.” “Efendim, orada kırk tane otobüs var, hangisinin şoförüne sorayım?” Sinirle iç çekerek başını hafiften yana doğru salladı. Öfkeli bir sesle “hangisine gösterirsen göster bu adresi bilir” diye azarladı. Bundan sonrası cinnet olduğu için hiçbir şey söylemeden durağa gittim. Az ötedeki bayana adresi sordum. O da bu adresin yakınına gidiyormuş. Yanına oturdum. Gülümseyerek “İsminizi öğrenebilir miyim?” diye sordum. “Hülya, sizin?” “Hayrettin” deyip temizlik malzemelerini gizlemeye çalıştım; ancak Hülya malzemeleri fark etti. “Karınız malzemeleri dışarıda unuttu galiba” dedi. Ne söyleyeceğimi şaşırdım “şey, aslında şey oldu…” “Şaka yapıyorum” diye lafa karıştı “Muhtemelen eve yeni malzeme alıyorsunuz.” Gülerek önüne döndü. Ben de fazla samimiyeti artırmadan otobüs gelene kadar sustum. Aslında daha fazla rezil olmamak için sustum. İki dakika sonra otobüs gelince ayağa kalktı “Bu otobüs hayrettin bey” diyerek otobüse bindi. Ben de arkasından otobüse binmek üzereyken; “kardeşim” dedi şoför “otobüsün temizliğe ihtiyacı yok. Bir daha olursa ek para alırım.”
Kavga etmemek için kendimi zor tuttum. Hızlı adımlarla ilerleyerek zar zor otobüse yerleştim. Otobüs biraz ilerledikten sonra durdu. Hülya arka taraftan seslenerek: “burada ineceğiz Hayrettin bey” dedi yüksek sesle; Otobüsten indi. Ben de zar zor kendimi dışarı atıp Hülya’nın yanına gittim. Hülya gülerek yürümeye başladı. Biraz yürüdükten sonra durdu, eliyle karşıyı gösterdi “dümdüz yürüyün, kime sorsanız bilir.” Tipik bir türk adres gösterme halleri. Gösterdiği yoldan dümdüz ilerledim. Sonra adamın birine adresi sordum. Adam gülerek hemen önünde durduğumuz binayı gösterdi. Ben de binaya girip belirtilen numaranın ziline bastım. Kapıyı kısa boylu pek ilgi ilgilendirmeyen bir bayan açtı. Kendimi tanıtıp işe başladım. Temizlik işi beklediğimden zor çıktı. Kadın da sürekli başımda dolanıp -burayı unuttunuz, şurayı iyi silin- gibisinden konuşunca işim daha da zorlaştı. Kadının iş beğenmez halleri ile belli ki erkek olduğumdan hoşnut olmamasından dolayı ev bana şato gibi geldi. En son tavandaki lekeleri de bana sildirtip beni deliye çevirdi.
İşim bittiğinde ter içinde kalmıştım. Kadın ise silinen yerleri kontrol ediyordu. Ne cadı çıktı be, insan su ikram eder. Malzemeleri toplamaya başladığım sırada ise kadının cılız sesi kulağımda yankılandı. Yine ne var, diyerek kadının yanına gittim. Eliyle masanın üstünü gösterdi. Tiksinerek “şurada toz kalmış” demez mi. Kadının gösterdiği yere bakınca elimdeki malzemeyi kafasına geçirmemek için kendimi zor tuttum. Ufak bir toz. Tükürüp bezle sildim. Kadın çılgına döndü. Kendini yerlere vurup ağlıyordu. Biraz da kadınla uğraşınca işim yedi saatte zor bitti. Kadın parayı verirken öyle bir yüz ifadesi takındı ki; bence darwin az bile demiş. Kazanılan 30 TL’nin haklı gururu ve moraliyle malzemeleri teslim etmeye gittim. Ahu hanım, teşekkür ederek beni uğurladı. Ben de durağa gidip yaşlı teyzenin yanına oturdum. Teyze, yirmi beş saniye olmadan burnunu tutup ayağa kalktı ve isyan eder gibi “oğlum, laham bile senden daha iyi kokuyor” diyerek başka yere gitti. Ben de iki elimi açarak rahat bir şekilde otobüsün gelmesini bekledim. Otobüste de durum değişmedi. Herkes ayakta durma pahasına ön tarafta toplandı. Kenar mahalleye geldiğim gibi de kocakarıyı pas geçip geçen gittiğim lokantaya
gittim. Kasadaki adam, beni farkedince suratını astı. Bıkkınlıkla “Hemşehrim, bu sefer kırıntı bile kalmadı. Dilenci gibi alıştınız bedava yemeğe” dedi. Adamı küçümseyen bir yüz ifadesi takındım. Cebimdeki parayı çıkardım “Paramla yemek yemek istiyorum” diye birden sesimi yükselttim “parasıyla değil mi?” Adam mutfak tarafına seslendi. “Muho, hele ordan hemşehrimize yemek ayarla, hemşehrimiz aç kalmasın”. Yüzünü bana çevirdi “hemşehrim, bütün masalar senindir. Yemeğın da hemen geli.”
Böyle hizaya gel, diye içimden geçirerek en gerideki masaya oturdum “Muho” diye gülümseyerek bağırdım “Yemek bol etli olsun, para verip yiyoruz.” Muho sinirle bana baktıktan sonra hemen önüne döndü. Çok geçmeden elinde tepsiyle gelip tepsiyi gayet nazik bir şekilde önüme bıraktı. Tam gitmeye hazırlanırken “muho” dedim” sen darwini tanıyormusun?” Kaba ve hırıltılı sesiyle “Yok abe, oyuncudur o” dedi. He ananın oyuncusudur. “Yok muho, bilim adamıdır o, diyor ki; insan maymungillerden gelmedir. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?” “Yok abe, valla anlamiyam öle şelerden…Abe benim mutfakta işim var, sen yemeğini ye.” Mutfak tarafına gitti. Sen ancak eşeklikten anlarsın Muho. Yemeği yemeye başladım. Yemeği bitirdikten sonra da kasadaki adamın yanına gidip hesabı ödedim. Üç beş kuruş da bahşiş bıraktım. Gözü para görsün diye. Adam parayla birlikte bahşişi alınca “Hemşehrim, bir daha bekleriz” demezmi. Paramız olunca hemşehrim, olmayınca dilenci oluyoruz. Paranın hikmeti işte, hayvanı bile insanlaştırıyor. Yolumun üzerindeki kocakarının kapısının önünden geçerken çıkardığı hırıltılı sesleri duydum. Gelen sesin korkusuyla eve gittim. Sabah erkenden uyanıp, işe gitmek için durağa doğru koşmaya başladım. Otobüs durağına yaklaştıkça da kafamdaki sohbet konusunu belirginleştirdim. Durakta çakma sarışın diyebileceğimiz türden bir bayan oturuyordu. Elindeki telefonla oynuyordu. Yanına oturdum. Gülümseyerek konuşmaya başladım “merhaba bayan, otobüsün gelmesine ne kadar var?” Telefondan gözünü ayırtmadan “bilmiyorum” dedi. Bu cevabı beklemediğim için ikinci aşamaya geçtim “hangi saç boyasını kullanıyorsunuz? Çok güzel duruyor da, eğer söylerseniz kendi saçıma da uygulamak istiyorum.” Gülerek bana baktı “bu bayan saç boyası be adam!” tekrar telefona bakarken
“Hey allahım ya!” diye mırıldandı. “Bayan saç boyasını erkeğin saçına sürünce renk vermiyor mu?” Telefondan gözünü ayırtmadan cevap verdi “Git bayan kuaförüne, oradan bayan saç boyası iste, sonra da onunla saçını boya. O zaman anlarsın renk verip vermediğini.” Son hamlemi yaparak elimi uzattım “Ben hayrettin, ya sizin isminiz nedir?” “Ben de benim!” “Anladık bayan” dedim havada kalan elimi indirirken “ama herhalde bir isminiz vardır.” Oflayarak bana baktı “Be adam” diye birden sesini yükseltti “bu ismimi soran sekizinci kişi sizsiniz. Lütfen susun yoksa jandarma çağıracağım.” “Şey…beni yanlış anladınız” dememe kalmadan yanımdan uzaklaştı. Ben de göz hapsime giren başka kadın var mı diye etrafı incelemeye başladım; ancak tahmini elli ve elli beş yaşlarında iki tane kocakarı görünce bu fikrimden de vazgeçtim. *** İş yerinde ahu hanım güler yüzüyle beni karşıladı. “bugün çok şanslısınız” dedi masaya doğru hareketlenirken “iki tane iş sizi bekliyor.” “Ne güzel” dedim, dünkü cadıyı hatırlayarak “ne kadar sevindim bilemezsiniz.” “İki işte buraya çok yakın olduğundan yol parası vermiyorum” dedi adresin yazılı olduğu kağıdı uzatırken. “Bugün de sağ ayağım çok ağrıyor” dedim fazladan yol parası almak için “buraya bile zor geldim.” “Çok ciddiyse ambulans çağırayım” dedi gülerek. Ciddi bir tavırla ekledi “lütfen ama, gelirken gayet iyi yürüyordunuz. Zaten iki adres de buraya çok yakın.”
Başka çarem olmadığı için kağıdı ve malzemeleri alıp ilk adrese gittim. Zile
basıp bekledim. Kapıyı açan üniversite öğrencisini görünce şok geçirdim. O da şaşkınlıkla gözlerini ovup “hayrettin, bu sen misin?” dedi inanamayan gözlerle. Şu an ben olmayı hiç istemediğim için “yok ben başka biriyim” diyerek geriye doğru hareketlendim. “Lan bu halin ne?” dedi üniversitedeki arkadaşım Rıdvan “resmen karı olmuşsun.” Utancımdan yerin dibine girdim. Israrla “yok ben hayrettin değilim” dedim “hadi lan” diyerek kapıyı tam açtı” gir içeri. Ameliyat olduğunu da söyleme sakın “Mecbur içeri girdim. Yürürken “ne ameliyatından bahsediyorsun” diye söylendim. “Lan ne ameliyatı olacak” dedi gülmekten karnını tutarak “cinsiyet ameliyatı.” “Ulan dalga geçme, burada kuruşun hesabını yapıyorum” diye parladım. “Vay vay vay” dedi alaycı bir tonla “üniversitenin piçi ne hale gelmiş. Tabi, baba parasıyla artistlik yapmak kolaydı.” “Ne desen haklısın. Ama yıkılmadım ayaktayım.” Son sözlerini sesimi yükselterek söyledim. “Zaten baba parası sana lüks geliyordu. Tam mesleğini bulmuşsun. Küfür ettiğin hoca da duyunca biraz kendine gelecek.” Rıdvan’ın şakası yok, söylerse rezil oluruz. Tam dengesiz olduğu için endişelendim “sakın ha.” Ayağa kalktım” neyse ben işe başlıyorum “Aceleyle temizliğe başladım. Rıdvan cinsliğine kahkaha atıyordu. Bundan dolayı da yarım yamalak temizlik yapıyordum. “Lan acemi” dedi, Rıdvan durumu fark ederek “bu nasıl ev temizleme, evi daha çok kirlettin.” Duraksadı, aynayı sileceğim zaman şom ağzını tekrar açtı “Lan dikkat et, aynayı kıracaksın.” Temizliği bitirene kadar defalarca iğrenç espriye maruz kaldım. Çıkış kapısına doğru hızlı adımlarla hareketlendim. Rıdvan da arkamdan geldi “Lan nereye, daha tuvalet kaldı.” “Neyse kardeşim” deyip, Malzemeleri evden çıkarttım, yüzümü rıdvan’a çevirdim “kendine iyi bak, hocaya da bir şey söyleme.”
Hiçbir şey söylemeden cebinden çıkardığı parayı uzattı. Ben de parayı aldığım gibi koşar adım kendimi dışarı attım, ikinci adrese gidip zile bastım. Kapı
açıldığında en az önceki kadar şaşırdım. Eni boyundan büyük olan iri yarı adamın üstünde sadece don vardı. “Ben hayrettin” diyebildim sonundan “temizlik için gelmiştim.” “Gel hayrettin kardaşım, kendi evin gibi rahat ol, ama bir şey kırma” deyip kahkahalarla güldü. Kenar mahallenin dışında ilk kez böyle bir yaratık görüyordum. Bu sebepten korkarak içeri girdim. Hemen temizliğe başladım. Ayı bir süre sonra yanıma gelip etrafımda dolanmaya başladı. Gür sesiyle “kardaşım” dedi “erkek olarak neden bu işe başladın?” Keyfimden yapmadığımı anlatmak için “Parasızlık” diye cevap verdim. “Peki evli misin?” “Hayır, bekarlık sultanlıktır. Siz?” “Yok evli değilim” Arka tarafıma geçince tüylerim diken diken oldu “Ama isteyen çok oldu.” Arkamı kontrol etmek için adama doğru döndüm “belli belli” dedim; içimden pis yalancı, diyerek Sağ tarafıma doğru gelip duvardan destek aldı “Ama bu saatten sonra evlenirim; çünkü temizliğe çok para gidiyor.” “Çok iyi olur, yalnız beni bekleyen başka işler de var.” Ayı mesajı aldı. Tam karşıdaki kanepeye gidip uzandı. Çok geçmeden de horlama sesi evin içinde yankılandı. İşimi bitirdikten sonra adamın yanına gittim. Elimle hafiften çekiştirerek “ben gidiyorum” diye uyandırmaya çalıştım. Adam uyanmayınca daha şiddetli çekiştirdim “Ben gidiyorum” diye sesimi yükselttim. Adam sanki kış uykusuna yatmış. “Ben gidiyorummm!” diye bağırıp tokat attım. Gözlerini açıp doğruldu “kusura bakma, uykuya dalmışım.” Ayağa kalktı: “Resmen ölmüşsün haberin yok” diye güldüm. Espriyi anlamadı. Ciddi bir sesle “Çok sağol hayrettin kardeşim” dedi “banyo
yapmak ister misin?” Aslında çok istememe rağman bu ayının ne yapacağının belli olmayacağından kabul etmedim. Adam “kardaşım, sen de çok iyiydin; ama bir daha ki sefere karı yollasınlar” dedi parayı uzatırken. Neden donla kapıyı açtığı belli oldu. Sırf sapıklık yapmak için temizlikçi çağırıyor. Buna inat hep erkek yollattıracağım. İş yerine gidip malzemeleri bıraktım. Sonra yaşlı kurdun dükkanına doğru hareketlendim. Yaşlı kurdu tam dükkandan çıkarken yakaladım. Selam verdikten sonra içerideki odunlara baktım, hiçbiri kırılmamıştı. Bence odunları kırmaya başlasa çok iyi olur. Yaşlı kurdun “Evladım, benim yanımda çalışsan bu terin yarısını atmazdın” diyen sesiyle irkildim. Şaşkınlıkla yaşlı kurda baktım “beni düşündüğün için sağol dede.” “Dede dede deyip durma, kıracağım ağzını burnunu” diye bağırdı “Senin kendi tipinden haberin yok.” Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ben de hızlı adımlarla yaşlı kurda yetiştim. Özür dileyen bir sesle “Efendim, özür dilerim, ağız alışkanlığı” dedim, konuyu değiştirmeye çalıştım “efendim, size birkaç sualim olabilir mi?” Bıkkınlıkla iç çekti “evladım, öğretmen değilim ben, bir soru sor yeter” “Kadınları soracaktım, nasıl tavlanır?” Nabzı yükseldi. Elindeki tesbihi daha hızlı çevirerek “Tövbe estağfurullah” dedi” hacı adama böyle soru sorulur mu? çarpılırız valla” “Evladım” dedi hoşnutsuz bir tavırla “temizlik işi zor demi? Ben sana dedim bu işi yapma diye…Haberin var mı; geçenlerde ayının biri temizlikçi kadına tecavüz etmiş. Kadıncağız tecavüze uğradığını kimseye söyleyememiş de. Yaptığı ayının yanına kar kaldı.” Şaşkınlıkla az önceki adamı düşündüm. Bu ayı, o ayı olabilir mi? “ Tam olarak nerede yaşanmış bu olay?” Eliyle önünü göstererek “Şu ilerde işte evladım” dedi.
Cebimdeki kağıdı çıkartıp yaşlı kurda uzattım. Heyecanla sordum “bu adres olabilir mi?” “Nerden bileyim tam adresini” dedi kağıda bakmadan, sonra başını hafiften sallayarak “fesüphanallah” diye mırıldandı. Adımlarını hızlandırdı. Ben de yaşlı kurda iyi akşamlar dileyerek yolumu otobüs durağına çevirdim. Bu olayı çözmem lazım.
***
Muho lokantada tekti. Beni görünce “Abe yemek için geldın” diye sordu. “He yemek için geldim” dedim “yemek yerken de sohbet edermiyiz?” Başıyla onaylayarak iki gözünü kırptı “he ederık abe, sen otur ben yemeğı getırayım.” Mutfağa doğru gitti. Gözünü sevdiğim dünyası, her türden varlığa ev sahipliği yapıyor. Çok geçmeden muho yemekleri getirdi ve karşıma oturdu. “Muho evli misin?” diye sordum sohbeti başlatmak adına. “He abe, iki çocuğum var.” “Allah bağışlasın muho” dedim çocuklara acıyarak” senin lakabın mı muho?” “Yok abe, muho bizim oralarda çok yayğın bir isimdır. Ama İstanbul’da da çok lüks bir isim ki kimsada yok!” Kahkahalarla güldüm “İstanbul’da çok prestijli bir ismin var” dedim kahkaham durulunca “sakın kimseye kaptırma.” Keyifle başını sallayarak iki gözünü kırptı “he abe, bu da bizim köyün farkı.” Gülerek yemeğimi bitirdim. Sonra ayağa kalkıp kasanın olduğu yere doğru yürüdüm. Muho da aceleyle yanıma geldi “abe, muhoni ağam yok. Parayı pana vereceksın.”
“Yok olmaz, illa muhoni ağaya vermem lazım.” Tedirginleşti. Heyecanlı bir sesle “olmaz abe” dedi “muhoni ağam pana dedi ki; bugün parayı sen alacaksın. Valla döver beni abe…olmaz abe ver parayi.” Ne insanlar var “kusura bakma muho” dedim eğlenceyi devam ettirmek için” muhoni ağa bana; ‘ben yokken parayı muho’ya ver’ gibisinden bir şey demedi. Bu yüzden kusura bakma.” Gözyaşları içinde kendini yere attı. “valla abe pana öle dedi. yarın geldığında kendısına sor.” Daha fazla dayanamadım. Cebimden çıkardığım parayı muho’ya verdim. Muho öyle bir sevindi ki ben bile şaşırdım.
Biraz başını okşadıktan sonra benim mezara gittim. Banyo yaptıktan sonra da yatağa uzandım. Bu sırada kapıdan tık sesi geldi. Bu embesiller, kapı zilini muhtemelen hiçbir zaman öğrenemeyecek. Kapıyı açtığımda kocakarı tüm patavatsızlığıyla karşımda duruyordu. Bu da başka bir embesil türü. “Hergele ne zaman para vereceksin” dedi asık suratıyla. Bu kadının tek düzgün söyleyebildiği söz; para. Akşam akşam uğraşmamak için cebimden biraz para çıkartıp kocakarıya uzattım. Burun kıvırarak almadı. “Bu yetmez hergele, daha fazla para lazım” Lan daha paranın miktarına bakmadın, diyecektim, vazgeçtim. “Akşam akşam ne yapacaksın o kadar parayı Şaziye teyze.” “Hergele, yarın sabah kendıma altın bilazık alacağım.” Bu tiple baştan aşağın altın olsa ne olur. Tabi yalan attığını biliyordum. Başımdan salmaya çalıştım “ay sonunda seni zengin edeceğim Şaziye teyze.” İnadı tuttu. Biraz daha direterek “şımdi şımdi isterem” dedi muho gibi davranarak Gece gece musallat olacağı tuttu. “Haydi haydi” diyerek kapıyı yüzüne kapattım. Sonra yatağa gidip uyudum.
Sabah erkenden durağa gittim. Dünkü çakma sarışın yine ordaydı. Yanına gidip küsüm havası vererek oturdum. Çakma sarışın benden yüz bulamayınca “hişt, merhaba yok mu?” diye gülümsedi. “Buraya gelene kadar yüz elli kişiyle merhabalaştım, merhabalaşmaktan ses tellerim bozuldu. Kusura bakma.” Güldü “tabi tabi, sen bilirsin.” Başka tarafa yüzünü çevirdi. Blörf tutmadı. Kızı kaçırmamak için selam verdim. Gülerek selamımı aldı. “İyiyim, işe gidiyorum, ya sen?” diye cıvıldadı. “İşe” Ciddi bir sesle söyledim” boş gezenin boş tayfası değiliz, holdingten beni bekliyorlar. Söylemeye fırsatım olmadı, ben holding patronuyum. Hem sabah sabah başka nereye gidebilirim ki?” “Ne bileyim cicim, sevgilinle buluşmaya da olabilir” Sahte bir kahkaha attım. “Sen öyle zannettiğin için mi dün bana yüz vermedin?” diyerek damarına dokundum “ben de seni feminist sandım.” “Ne münasebet” dedi sinirli bir sesle “sen de canım desek canım anlayacak tiplerdensin.” “Sen de espiriden anlamayan tiplerdensin.” “Fazla espri kadını kaçırtır, şimdi beni kaçırdığın gibi.” Gelen otobüse doğru hareketlendi. Ben de biraz sonra gelen otobüse binip Ahu hanımın yanına gittim. Ahu, telefonla konuşmasını bitirdikten sonra kağıtları uzattı. Ben de kağıtlar ile malzemeyi alıp ilk adrese gittim. Kapıyı genç ve orjinal altın sarısı saçıyla cennetten kaçmış bir huri açtı. Bismillahirahmanirahim, diyerek içeri girdim.
Kadın isminin şebnem olduğunu belirttikten sonra evi gezdirip temizleyeceğim yerleri göstermeye başladı. Yarım saat boyunca anlatıp durdu. Sonra yanımdaki bezi alıp ne şekil temizlemem gerektiğini gösterdi. Önce siliyor, sonra bu şekil
olacak diyor. Bunların hepsi arıza. Kadının anormal davranışlarına anlam veremedim. “hanımefendi” dedim parmağındaki evlilik yüzüğünü fark edince “kocanızla bu aralar durumunuz nasıl?” Bir anda durdu. Saniyeler sonra ağlamaya başladı. On dakika boyunca da ağladı. Sonunda “dün beni aldatırken yakaladım” diye anlatmaya başladı “sevgilisine sarılmış öpüyordu.” Kadının sözlerine inanamadım. Bu kadın aldatılır mı? “Yanlış anlamış olmayın, belki de teselli etmeye çalışıyordu.” İç çekti “yok, kızla resmen yiyişiyordu. “Sesi isyan yüklüydü” üstelik kız benden daha çirkindi” Ağlamasını artırdı. Kızın üzerindeki kıyafeti sorsam, muhtemelen markasına kadar söylerdi. “Şimdi ne yapacaksınız?” “Bilmiyorum ama affetmem.” “Bence de affetmeyin, birde sizden daha çirkiniyle. Affedilecek günah değil.” “Evet ya, affetmem “Gözündeki yaşları sildi.” Kızın suratında da kocaman ben vardı, görsen çirkinlik abidesi” Bu kadından güzel olamasa da abarttığını biliyordum. “Ne tavsiye edersiniz, affedeyim mi?” diye sordu. Bıraksan akşama kadar konuşur. Ama ben bu muhabbetten sıkıldım. “ Hanımefendi, işe başlamam lazım” dedim yeter dercesine “Bence affetmeyin, vurun tekmeyi o kadının yanına gitsin.” Hayır, boşa çıkar da tavlarım havasında değildim. Samimiyetle konuşuyordum. Ağlayarak “lütfen konuşalım” dedi “dertlerimi anlatmaya çok ihtiyacım var.” Benim de paraya çok ihtiyacım var. Ve bu yüzden temizliğe başlamam gerek. Sesimi çıkarmadığımı görünce kabul ettiğimi varsaydı “Dün akşam çok özür diledi, kadınlada ilişkisini kesmiş. Çok pişman olmuş.”
“Kandırıyor güzel kızım kandırıyor” dedim bir büyük edasıyla “Sen inandın mı bu sözlere?” “Bilmiyorum; ama çok samimi görünüyordu. Yine de affeder miyim bilemem?” “İsterseniz biraz sakin olun” dedim elimi boynuna atarak “ama bir kere aldatan hep aldatır bunu unutmayın. Bence bu adam sizi kandırmaya çalışıyor.” Kadın biraz sakinleşmeye başladı. Elindeki sümüklü mendili yere atıp yenisini aldı “affetmem onu, bekarken de çok çapkındı. Gitsin o karıyla evlensin. Yok affetmem bir daha “Mendille gözyaşını sildi.” İyi haber, aptal bir sarışınla karşı karşıya değildim. Kötü haber, bu onun akıllı olduğunu göstermiyordu. “Lütfen sakinleşin, bu adam için değmez bu kadar gözyaşı. Vurun tekmeyi gitsin.” Başıyla onayladı beni. Ben de boynundaki elimi yanaklarına götürüp göz yaşını sildim, sonra ayağa kalktım. Kadın da ayağa kalkınca birlikte çıkış kapısına gittik. Ben kapıda para için üzülürken kadın temizlik ücretimi uzattı. “Sizi işinizden alıkoydum” diye tebessüm etti “lütfen kusura bakmayın. Dertlerimi paylaştığınız için de ayrıca teşekkür ederim.” “Olur mu hanımefendi öyle şey, sizin mutluluğunuz işten de paradan da daha önemli. Lütfen sakinleşin. Bence herşey düzelecek.” Parayı aldım “Bu temizlik ücreti, bir de psikolog ücreti rica edeyim.” “Onu da verdiğiniz tavsiyeler işe yarayınca veririm” diye gülümsedi.
***
Kadınla vedalaştım ve ikinci işime gittim. Kapıyı esmer bir bayan açtı. Kendimi tanıtıp içeri girdim. İçerde iki afacan erkek çocuk koşuşturuyordu. İnşallah uslu dururlar, diyerek işe başladım. İşin ortasında iki çocuk da odaya geldi ve malzemelerle oynamaya başladı. Ben bir şey demeyince küçük olanı yanıma geldi, sırtıma çıktı. Büyük olanı da küçüğe özenip saçımı çekiştirmeye başladı. Çocuktur, diye düşünerek sesimi çıkarmadım, temizliğe devam ettim. Çok
geçmeden sırtımda sıcak bir sıvı hissettim. Sıvı gittikçe artıyordu. İki dakika boyunca da artmaya devam etti. İt yavrusu iki dakika boyunca üzerime işedi. Tam iki dakika boyunca beni şahsi tuvalet olarak kullandı. Prostatı patlayısıca, diye bağırıp çocuğu üzerimden attım. İt yavrusu ise sırıtarak gülüyordu.
Neyse ki anneleri gelip çocukları aldı da katil olmaktan kurtuldum. Saçlarımdan yüzüme doğru idrar akıyordu. Küfür ede ede işimi bitirdim ve kendimi ter içinde dışarı attım. Malzemeleri bıraktıktan sonra yaşlı kurdun dükkanına gittim. Dükkandaki odunlar olduğu gibi duruyordu. Başkası bu dükkanı işletse en az on kez batmıştı. Yaşlı kurt “yine ne oldu evladım” dedi bıkkınlık içinde. “Efendim yolum bu tarafa düştü de hal hatırınızı sorayım dedim.” Bakışlarını dışarı çevirip hiçbir şey söylemedi. Sonra yüzünü bana çevirdi. Öfkeli bir sesle “Burası iş yeri evladım” dedi “öyle her kafana estiğinde gelinir mi? Dingonun ahırına çevirdin burayı.” “Sizi sevdiğim için geliyorum.” Ayağa kalktı, yanıma geldi “öyle her kafana estiğinde gelme” diyerek beni dışarı çıkarttı. Sonra sinirle yerine gidip oturdu. Yürümeye başladım. Ne yapabilirim, diye düşündüm yürürken. Bara gitmeye karar verdim. Yaşlı kurdun dükkanına geri döndüm. Dükkandan içeri girdiğim gibi “Fesuphanallah” dedi yaşlı kurt küfür edercesine: “Buralarda hamam var mı diye soracaktım da?” ”Evladım ilerde var.” Önündeki kağıtlarla sinirli bir şekilde uğraşmaya başladı. Pek anlayamadıysam da hiçbir şey söylemeden dışarı çıktım ve Hamam aramaya başladım. Kime sorsam ilerde diyor. Zar zor yarım saat sonra hamamı buldum. Önce üzerimdeki idrarı attım, sonra hamamcının yanına gidip sıkı bir şekilde pazarlık yapmaya başladım. Hamamcı benim fazla su harcamadığıma ikna olunca işi ucuza kapattım. Dışarı çıkıp bar aramaya başladım. Tabi bu civarda bar ne arar. Mecbur İstanbul’un içine doğru gittim. Barı sora sora üç saatte
buldum. Barın kapısında üç koca gövdeli, insanın görüp de kaçacağı tiplerden iki güvenlik görevlisi duruyordu. Korkuyla barın kapısına doğru yürümeye başladım.
Kapıya gelince güvenlik görevlisi beni durdurdu. “beyefendi giremezsiniz!” Şaşırarak başımı salladım” niye?” “Beyefendi, damsız almıyoruz!” “Zaten ben de dam bulmak için geldim”diye gülümsedim. Diğer güvenlik görevlisi “burası izdivaç proğramı değil beyefendi” diye gülümsedi “Lütfen zorluk çıkarmayın.” Beni ilk uyaran güvenlikte hafiften itti beni. Kelimeleri bastırarak söylendi “bizi orantısız güç kullandırmak zorunda bırakmayın.” İki güvenliğin kararlı tavırları karşısında fazla zorluk çıkarmadan dam aramaya başladım. Yürürken -yok mu bana dam olacak kadın- der gibi bakıyordum. Gerçi bar bölgesinde de kadın bulamazsam, hiçbir yerde bulamam. Az ilerde esmer bir bayan gördüm. Hızlı adımlarla yanına yaklaşıp “hanımefendi” dedim “bana bar için eşlik eder misiniz?” “Sen beni ne zannettin ahlaksız herif” Yüzüme tokat attı. “Şimdi ne dedim ya, bar bölgesinde ne işin var o zaman?” “Hadi be”diye elini sallayarak yanımdan uzaklaştı.
Avını arayan aslan gibi çevremi inceledim. Yeni gördüğüm kadına hızlı adımlarla yaklaştım. Zorla gülümseyerek “hanımefendi” diye mırıldandım “benimle barda içki içmek istermisiniz? Parası benden” Ellerimi ne olur ne olmaz diye yüzüme yaklaştırdım. Kadın kaba ses tonuyla “geç kaldın aslanım” dedi. “Ama karı lazımsa şu ilerdeki adamın yanına git.” Eliyle az ötedeki adamı
gösterdi “o sana karı bulur.” Adama doğru çekinerek yaklaştım. Kısık sesle mırıldandım: “Abi, gelene gidene karı buluyormuşsun, bana da kadın bulabilir misin?” Adam baştan aşağı süzdü beni. Başını sallayarak “He buluram, paran var” dedi. Şimdi durumu kavradım. Fuhuşun ortasına düşmüşüm haberim yok. Sustuğumu gören adam “karı istiysen hala kardeş?” diye sordu. Tereddütte kaldım. Kısık sesle sordum “kaç para?” “Gecesi 500 TL. Kadeve (KDV) dahildir.” Oha! Victoria secret mankeni mi getiriyon, diyecektim vazgeçtim. “Gecelik değil, bar kapısına kadar istiyorum.” Şaşırarak başını hafiften oynattı “Nasıl yani, anlamamışam.” Endişeyle çevreme bakındım. “Dam ariyorum” diye kelimeleri bastırdım “Bara girmek için” “He tamam kardeş, “Gülümsedi” 50 TL ver yeter.” Gülerek kabul ettim. Adamla el sıkıştık. Sonra adam sırıtarak yanımdan uzaklaştı. İki dakika sonra yanında göbekli, kısa boylu, yüzü sivilceli, saçı seyrek iğrenç bir kadın getirdi. “Ağabeyimize kapıya kadar eşlik et” dedi kadına, yüzünü bana çevirdi “Sen de içki ısmarlarsın artık.” Arkasına dönerek ortadan kayboldu. Kadın sigara dumanından kararmış dişlerini göstere göstere güldü “Hade lan, ilerlesene.” Hafiften itti beni. Parama acıyarak yürümeye başladım. Barın kapısına gelince güvenlik kadına göz kırptı. Alaycı bir gülümsemeyle “Abla bulmuşsun birini” dedi. Belli ki en dandik kadını bana kakalamışlar. Aptal kafam. Kadın iğrenç gülüşüyle “He lan” dedi “hade açın kapıyi.” Ben kapının açılacağı umuduyla sevinirken güvenlik bütün hayallerimi yıktı “beyefendi, bu kıyafetle giremezsiniz!” Bu kadını dam olarak saymıyoruz deseydi arkamı dönüp giderdim; ama kıyafetime laf attı “Ne var ki
kıyafetimde?” “Burası çok şık insanlara hizmet veren bir müessesedir. Lütfen zorluk çıkarmayın” Kadına baktım” giremezsem para vermem” “Lan ne demek para vermem” diye kükredi kadın “Sen caninamı susadın lan, çıkar parayı.” Güvenlik görevlisi de olaya karıştı “lütfen zorluk çıkarmayın, verin bayanın parasını.” Üzerimdeki tüm baskılara rağmen yüksek sesle vermem diye bağırdığımda ise bir anda etrafımda dört beş tane adam belirdi. İçlerinden bir tanesi gür sesiyle “oğlum kadının parasını ver yoksa burdan sağ çıkamazsın” diye tehdit etti. Korkudan güvemliğe baktım. Ürkek bir sesle mırıldandım “Beni tehdit ediyor, lütfen güvenliğimi sağlayın.” Sözümü bitirdiğim gibi güvenlik dahil hepsi kahkaha attı. “Hadi ver kadının parasını” dedi güvenlik bana tokat atıp “sonra da defol git burdan” Pala bıyıklı adam da elindeki çakıyı bana doğru salladı. “Tamam vereceğim; ama bu kadın 50 TL etmez” dedim etrafa, “Hadi ver 45 TL” dedi bana çakıyı sallayan adam, “Bu kadın ne armut tipli ne de elma tipli…Beş kuruş etmez” Yüzüme sert bir tokat atan kadın, ağlayarak yanımızdan uzaklaştı. “Lan ağlattın kadını, çıkar parayı”diye bağırdı aynı adam, Cebimden 60 TL çıkardığım gibi içlerinden biri parayı elimden kaptı. Parayı cebine koydu. “Şey…abim” diye duraksadım” 15 TL vermen lazım” Elindeki çakıyı salladı” onu da kadını ağlatmana say”
Ben ne olduğunu anlamadan güvenlik görevlisi sağ kolumdan tutarak beni iteklemeye başladı. Sinirli bir sesle “Haydi başka kapıya” diye söylendi. “Peki izdivaç programında kadın bulabilirmiyim?” “Bulursun elbet, orda kadın çok.” Kolumu bırakıp yanımdan uzaklaştı. İzdivaç proğramına beni alırlar mı acaba? Nasıl katılacağım? Katılım parası alırlar mı acaba? Aklımda bu tarz sorularla mezarıma gittim.
*** Sabah o kadar keyifliydim ki, kocakarı bile sinirimi bozamadı. İş yerine geldiğimde hala sırıtıyordum. Ahu hanım sırıtmamı fark ederek “Ne oldu hayrettin” dedi “Nedir bu moral?” Sırıtarak güldüm “Ahu abla, sana bir şey soracağım ama dövmeyeceksin.” “Olur mu öyle şey hayrettin?” “Şeyi…Şeyi soracaktım...” “Neyi söylesene?” “Şeyi ya “Sıkıntıyla başka tarafa bakıp alt dudağımı ısırdım: “Şu izdivaç proğramını soracaktım, arkadaş öğrenmek istiyor da.” Kahkahalarla güldü “Vay çapkın vay” diye kahkahasına devam etti. “Yok, şey, ben değil” Sıkıntıyla duraksadım” Arkadaş öğrenmek istiyor” Ne insanlar var der gibi başını salladı “Hayrettin, ben de bilmiyorum ama internetten öğrenebilirsin.” Tabi ya, interneti nasıl unuttum. Adres ile malzemeleri alıp ilk adrese gittim. Kapıyı iki genç kız açtı. Kendimi tanıtıp içeri girince gerçeği anladım. Öğrenci evine denk geldim. Evde inanlmaz ağır bir koku vardı. Her yer dağınıktı. Sarışın olan kız yanıma geldi “ev biraz dağınık, kusura bakmayın. Sonuçta final haftası” diye durumu açkladı. Kıza şüpheyle baktım “Eğer ev de ceset falan varsa haberim olsun, taşımanıza
yardım ederim.” İki kız da kahkaha attıktan sonra sarışın olanı cevap verdi: “yok, o konuda rahat olun.” Diğer kız da “neyse biz diğer odaya geçelim de siz rahat rahat temizleyin. Eğer bir şey olursa çekinmeden çağırın” dedi. Tam gidecekleri sırada “oksijen maskesi varsa çok iyi olur” diye mırıldandım. “yok”diyerek uzaklaştılar. Ben de oturma odasına gidip temizliğe başladım. Odada aynaya rujlarla yazılmış -seni seviyorum- yazısından tut, yere atılmış çalışma kağıtlarına kadar her türlü pintilik vardı. Oda’daki lekelerde öyle bir yapışmış ki çıkmak bilmiyor. Bu yüzden işi yarım bıraktım, elektrik süpürgesini açtım, yerleri süpürmeye başladım. Biraz sonra kedi sesi geldi kulağıma.
İşi yarım bırakıp sesin geldiği yere gittiğimde ise gözlerimi ovuşturmak zorunda kaldım. Zavallı kediye ne olmuş böyle, delik deşik edilmiş adeta. Hemen içerdeki kızlara seslendim. Sarışın olanı merakla yanıma geldi. Elimle kediyi gösterdim. Şüpheyle karışık sinirli bir sesle “bu kediye ne oldu böyle?” dedim “kedilerle ilgili cinsel fantezileriniz yok demi?” Kız önce kahkaha attı, sonra gülerek cevap verdi: “Şey, bizim bir arkadaş veterinerlik okuyor da merak etmiş; kedilerin 9 canı olduğu doğru mu diye.” “Anladım da ortaçağ işkence aletlerini nereden bulmuş?” “Yok alet falan kullanmadı. Kediyi dört kez sekizinci kattan aşagı attı, dört kez de ayaklarıyla duvara vurdu” dedi dalga geçer gibi. “Yani dokunsan ölecek diyorsun?” “Dört artı dört” duraksayıp parmaklarıyla saydıktan sonra “sekiz ettiğine göre bu son vuruş olacak” diye devam etti. Muhtemelen kafasında hala hesabı kontrol ediyordu. Temizliğe devam ettim; ancak çok geçmeden sarışın kızı tekrar çağırdım. Kız
gelince “hanımefendi” dedim “siz bu odayı ne olarak kullanıyorsunuz?” “Ders çalışmak için.” Soruma anlam veremediği her halinden belliydi. Elimle yerdeki 5 lt’lik şişeyi gösterdim. Yüzümü şüpheyle kıza çevirdim “peki bu sidikli şişenin burada ne işi var?” “Pardon ya! Ferit kaldırmayı unutmuş “Yerdeki şişeyi aldı.” Çok özür dilerim” diyerek pencereye doğru gitti ve şişeyi dışarı fırlattı, geri dönerken “merak etmeyin” dedi gülümseyerek “orası bizim çöp alanımız.” Lan orası caddeydi, diye bağırmamak için kendimi zor tuttum “tamam” diyerek temizliğe devam ettim. Ders odası bitince mutfağa geçtim; ama gelen koku dayanılacak gibi değildi. Evin içindeki kokunun kaynağı burasıydı. Acaba tuvaletlerini mutfağın lavabosuna mı yapıyorlar? Yine sarışın kızı çağırdım. Gülerek yanıma geldi “Yine hangi anormal durumu fark ettiniz?” dedi sanki koku alma yeteneğini kaybetmiş gibi. “Bu sefer hiçbir anormal durum olmadığı için çağırdım.” Şaşırarak başını hafiften oynattı: “Bu koku diyorum” diye kelimeleri bastırdım “nerden geliyor? Bok mu kaynatıp yiyorsunuz?” Bozulduysa da belli etmedi “Aslında biz ucuz diye kedi eti yiyoruz. Paramız olmadığı için. Malesef kedi eti de kaynatılınca çok kötü kokuyor.” “Kedi etini nerden buluyorsunuz? Kasap kaçak mı getiriyor” “Yok ya” diye gülümsedi” Sokaklar dolu kedi. Bazen de değişiklik olsun diye köpek eti yiyoruz. Fare eti de güzel oluyor” Oha! Bu yamyamlar akşam yemeği olarak da beni yemeden acele gitmem lazım. Bu korkuyla yarım yamalak temizlik yaptım. Sonra çıkış kapısına doğru koşar adım gittim. Sarışın kız da arkamdan geldi, parayı uzattı “lütfen kusurumuza bakmayın” dedi özür diler gibi. Parayı aldım “Siz üniversite öğrencisi misiniz?”
Gülerek başıyla onayladı. “Sizin bu yaptıklarınızı kusura bakmayın; ama ana okul öğrencisi bile yapmaz” deyip hızla kendimi dışarı attım ve malzemeleri bırakmaya gittim. Malzemeleri bıraktıktan sonra da internet cafe’ye gidip evlilik programına başvurumu yaptım. Sonra lokantaya gittim..
Muhoni benim geldiğimi fark etmeden büyük bir iştahla paraları sayıyordu. “Muhoni ağa nasılsın?” Cevap vermeden paraları saymaya devam etti. Para sayma işlemi bittikten sonra nefretle bana baktı. Kabahat işlemişim gibi beni azarladı “Hemşehrim, bize köy dışından kimse ağa diyemez.” “Peki ne derler size köy dışındaki insanlar?” “Muhoni abe derler” Sindirmek için kelimeleri bastırdı. “Peki muhoni abe” Arka masaya gidip oturdum. Muho keyifle yanıma geldi. “Abe yemek mi?” Lan gerizekalı mısın sen, diyecektim vazgeçtim. “He muho yemek yicem” Muho yemekleri getirmek için gidince züğürt ağa da benden sebep olsa gerek ayağa kalkıp kapıya yöneldi “Muho ben gidiyem, dükkani sen kapatirsın.” Muho ise heyecanla züğürt ağanın yanına gidip “Muhoni ağam” diye son nefesini verir gibi seslendi “parayi ben aliyem demi?” Muhoni küfür eder gibi muho’ya baktı. Sinirli bir sesle azarladı “oğlim, senden başka adam mi var parayı alacak” Sinirle iç çekerek gitti. Muho yüzü kızararak mutfağa doğru yürüdü. Ben ise gülerek yemeği bekledim. İki dakika sonra yemeği getirdi. “Gel otur” dedim elindeki tepsiyi alıp “biraz dertleşek.” Yüzüne gülümseme yayıldı. Başını sallayarak iki gözünü kırptı “olur abe, sen
otur ben masaya rakı getirem.” Mutfağa doğru yürüdü. Bu gerizekalı sahte rakı getirir falan, en iyisini hiç içmemek. Biraz sonra geldiğinde elinde bir şişe rakı ile iki bardak vardı .Karşıma oturdu. “Muho, rakı eksildiğini muhoni ağan fark ederse kızmasın?” Ben -Yok abe, parasini nasıl olsa sen verecaksın- demesini beklerken; “Yok abe”dedi” Bu rakı benım” “O zaman bol bol koy” diye keyifle gülümsedim “Muho, sen bu mahalleyi seviyor musun?” Muho’nun keyifli yüzüne keder düştü “köyümden sonra en çok bu mahalleyi seviyem.” Bardağın yarısını içti. Acaba sarhoş edip yemek parasından kurtulsam mı, diye bir düşünce ışık hızıyla aklımdan geçti. “Sen hiç İstanbulun içini gördün mü?” Bu sorumu duyunca aniden bir şey hatırlamış gibi dertlendi. Bardakta kalan son rakıyı da tek yudumda bitirdi “He abe” Sesi duygu yüklüydü, “Bir kere gördum; ama beni ağlattıler” “Yoksa muhoni ağa mı kızdı” Gözleri nemlendi. Daha da hüzünlendi, “Yok abe, ben istanbuli gezayım dedım; ama neraya gitsam insanlar bana güliydi, konuşiyam güliydi, konuşmiyam güliydi.” Duraksadı, gözündeki yaşları sildi, “Abe, bilmisan; ama çocuklar beni görünce kaçmaya başlıydi. Bazısı öcü bu diyidi, bazısı da frankeştaynın İstanbul versiyonu diyidi…Bana nie öle dilerdi abe” Daha şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı. Çocuklar da haksız değil ki kardaşım. Lokantayı çocuksu bir hüzün havası kapladı. Muho ağlıyor, duvar ağlıyor, ben ise ağlamış numarası yapıyordum. İçerdeki sessizliği değiştirmeye yeltendim; ancak Muho gözü yaşlı bir şekilde “abe, sen yemagını ye, benim biraz işim var” deyip tuvalete gitti. İki dakika sonra ise acı çeken bir yüz ifadesiyle yanıma geldi “Abe, ben kabız olmuşam.” Lan defol git, diye üzerine saldırmamak için kendimi zor tuttum.
Derin bir nefes aldım “bazen bana da oluyor” dedim sinirimi içime atarak “git ishal yapıcı ilaç al, bol bol da su iç.” Yemeği yarıda bırakıp ayağa kalktım ve Muho’yu kandırarak hesabın çeyreğini ödedim. Sonra mezarıma gittim.
Sabah erkenden otobüs durağına gidip durakta oturan çakma sarışına selam verdim. Gülerek selamımı aldı “otursana” dedi” yoksa kaparlar” “Seni mi yoksa yeri mi?” “Tabi ki de beni” diyerek anlatmaya başladı. Çakma sarışın Pazar günleri tatil yapıyormuş. Bugün de full eğlence yapacakmış. Önce kız arkadaşlarıyla sinemaya gidecekmiş, sonrada tek evde toplanacaklarmış. Kız konuşmasını bitirince “sakın eve jigolo çağırmayın” diye güldüm. Kız da kahkahalarla güldü. “Haftaya Pazar burada buluşalım” dedim ciddi bir ses tonuyla: “Seni, mutlaka görmen gereken bir yere götürmem lazım.” “Ne o, asılıyor musun?” “Yok ya, sadece bazı gerçeklerle tanışman gerektiğini düşünüyorum.” Teklifimi kabul ettikten sonra gelen otobüse bindi. Ben de arkasından gelen otobüse binip iş yerine gittim. İş yerinde Ahu hanım, köyden yeni geldiği belli olan bir kadınla konuşuyordu. Belli ki ucuza yeni hizmetçi bulmuş. Benim geldiğimi fark edince kadınla konuşmasını yarıda kesip “Hayrettin hoş geldin” diye cıvıldadı. “Hoşbulduk Ahu hanım…Yalnız bayana iş öğretmem gerektiğini söylemeyin.” “Yok öyle demiyeceğim” dedi bozuntuya vermeden “İşlere artık bu bayanla gitmen gerekiyor şeklinde diyeceğim.” Kadına benim ne kadar güvenilir bir insan olduğumu anlatmaya başladı. “Anlayamadım”
Bana baktı “Bu konuda itiraz istemiyorum” Sert bir dille söyledi. “Peki parayı bölüşecek miyiz?” Çok ayıp der gibi başını salladı “Bu konuyu sorun edeceğini sanmıyorum. Paradan çok daha önemli şeyler de var.” Kadın da ayağa kalkarak bu konuda kendisinin de itiraz istemediğini belli etti. Bense adres ile malzemeleri alıp kadınla birlikte yola çıktım. Dükkandan biraz uzaklaşınca malzemeleri kadına yüklettim. En azından malzemeleri taşımıyorum, diye avuttum kendimi. Kadın yol boyunca kafasını kaldırmadı. Hani yürüdüğümüz yol cadde olsa, bu kafayla iki adım sonra trafik kazası geçirirdi. Böyle psikolojik deliler de hep beni buluyor zaten! “Bacım neden birlikte gidiyoruz, sana bir şey söyledi mi?” diye sordum. Ağlamaya başladı. Allah Allah! Ne dedim şimdi, “Bacım niye ağlıyon? N’oldu kine?” Cevap vermiyor, sadece ağlıyordu. Belli ki ağlama moduna geçti. Ya sabır!
Gideceğimiz adrese kadar ağladı. Kapı açıldığında ise gözlerime inanamadım. Üstü çıplak, altında da sadece don olan bu adam, geçen ki ayı değil mi? Ne çabuk taşındı buraya. İnsan demeye şahit bulamayacağın adam, beni görünce yüzünü astı “Kardaşım, eve iki temizlikçi fazla, sen git hadi.” Durumu kavradım. Yaşlı kurdun sözleri bu sırada kafamdan akıp gidiyordu “Haberin var mı” demişti, “Geçenlerde ayının biri temizlikçi kadına tecavüz etmiş. Kadıncağız tecavüze uğradığını kimeseye söyleyememiş de. Ayının yanına kar kaldı” Yüzümü kadına çevirdim. Başı eğik bir şekilde emrimi bekliyordu. Saldır desem saldırır valla. Kadının omzundan tutup içeri girdim. Birlikte temizliğe başladık. Ayı çok geçmeden yanımıza geldi. Kadına doğru yanaştı “Bacım, sen gel yatak odasını temizle, işiniz çabuk bitsin” deyip kocaman elleriyle kadının omzundan tutup kadını sürüklemeye başladı.
Bense son anda kadının ayaklarından tuttum. “Olmaz efendim” diyerek kadını kendime doğru çektim.” Ayrılmamamız konusunda kesin emir var.” “Kardaşım, sen ne karışıyon?” dedi salyalarını akıtarak, kadını kendine doğru çekti. Olmaz efendim, diyerek kadını tekrar kendime doğru çektim. Ayı tekrar kendine doğru çekti. Bundan sonra bir ben, bir o, bir ben, bir o, diye kadını çekiştirirken kadın acıyla bağırdı. Ayı endişelenerek kadını bıraktı ve odadan koşar adım çıktı. Kadın sırtını tutmuş ağlıyordu. Muhtemelen bel fıtığı oldu; ama benim üstün cesaretim sayesinde de adama yem olmaktan kurtuldu. Ayı giyinik vaziyette yanımıza geldi ve ambulans çağırdığını söyledikten sonra koşarak evden çıktı. Yarım saat sonra gelen sağlık ekibi, ilk müdahaleyi başarıyla yaptı. Kadın ağır aksak da olsa yürümeye başladı. Sağlık ekibi gittikten sonra kadının haline acıyıp malzemeyle birlikte kadını da sırtıma yükledim. Sonra kadınla konuşabileceğim ıssız bir yer olan ormanlık alana gittim. Ormanlık alana geldiğimizi gören kadın, şüpheyle bana baktı: “Rahat ol bacım” diye yatıştırdım kadını. Kadın sırtını ağaca dayayarak oturdu. Ben de karşısına çömeldim “Bacım sırtın iyi mi” diye sordum: Sırtını tutup acıyla “Eydır” dedi “Bacım nedir bu ayıyla hukukun” Ağlayarak anlattı “Abey, bu ayu bana tam iki kez tecavüz etti. İki farklu adrese çağırdığı için anlayamaduk.” “Her seferinde farklı adres mi veriyordu” Acıyla iç çekti “he bu da üçüncu farklu adresuydu.” Ne çakallar var demekten kendimi alamadım. Kadın sırtını tutmuş ağlıyordu. Belli ki ufak bedeninde büyük acılar taşıyor. Bu
acı teşhisi koyup başka soru sormadım. Acıma duygusuyla gülümsedim: “Bacım, tam donanımlı bir sağlık ocağından rapor alırsan bir hafta işten yırtarsın.” Ayağa kalktım, malzemeyi sırtıma yükledim. Kadın da sırtıma çıkmaya yeltenince “Yeter” dedim gülümseyerek “Sen de bedava eşeği buldun tabi.” Suratını assa da yüz vermedim. Kadını iş yerine yakın bir yerde “Sen buradan evine git” diyerek uğurlamaya çalıştım; ancak kadın para diye elini uzattı. Biraz para verip kadını gönderdim. Sonra Ahu hanımın yanına gittim, Ahu önündeki bilgisayardan başını kaldırıp bana baktı: “Biraz konuşabilir miyiz?” diye sordum, O da muhtemelen ne hakkında konuşacağımızı bildiği için “gel otur hayrettin” dedi.” Senin de bilmen gereken şeyler var: “Dış kapıya gidip kapıyı kapattı. Cuma namazındayım- levhasını indirdi, yanıma gelip tam karşıma oturdu. Yüzü kederliydi “Efendim, neden tecavüze uğrama tehlikesi bulunan bir insanı işe yolluyorsunuz?” “Çünkü o insanlara para lazım. Geri çevirsem bu sefer aç kalacaklar. Zaten kendileri de böyle bir şey istemez.” “Ama neden bu insanların durumunu polise bildirmiyorsunuz?” Yüzü kızardı. En azından yüzü kızarıyor, diye geçirdim içimden “Şu anda yanımda çalışan 23 kişiden 19’u kadın. Polis kayıtlarında bu tarz üç dört olayın olması ve bunların basında çıkması benim iflasım demek. Hem tecavüz olayının ortaya çıkmasıyla bu kadının durumu ne olacak. Bu kadınları da düşünmek zorundayız.” Tek kaşımı kaldırdım. Suçlayıcı bir sesle “Yani sizin üç beş kuruş kazanmanız bu kadından daha önemli, göz yumunca kadın da kazanıyor öyle mi?” dedim. Sabırla iç çekti “Bu kadınlar akşam para götürmenin derdinde, biz bunu engelleyemeyiz, kimse engelleyemez. Sonuçlar bu kadar açıkken neden para kaybedeyim?” Elimi sallayarak, “Yani boşverelim diyorsunuz” dedim, Ahu sinirle başını
salladı.” Durduk yere para kaybetmenin ne gereği var öyle mi?” “Bak, tersine göz yumarak biz bu kadınlara iyilik yapıyoruz…İnanmiyorsan git kendisine sor. Bence sen fazla duygusal davranıyorsun. Takma bu kadar kafana.” “Bugünkü adamı görecektiniz, üstünde sadece don vardı. O şekil karşılıyor kadını. Kafalarına göre taktik bulup kadın düşürmeye çalışıyorlar. Bugünkü adamı zar zor engelledim.” Kabahat işlemişim gibi sinirlendi. Azarlayan bir sesle söylendi: “Bu konuda üç maymunu oynayacaksın.” Kapıya gitti ve –Cuma namazındaym- levhasını kaldırdı. Bana bakıp ellerini beline dayadı, “Yeter bu kadar soru.”
Kadının yanına gittim ve hiçbir şey söylemeden dükkandan çıktım. Bu tarz olaylara göz yuman insanlar hangi ruh haliyle yaşıyor anlamadım! Sabah kalktığımda her şey şaka gibi geldi. Aceleyle izdivaç proğramı için verilen adrese doğru yola çıktım. Başvuru yapılacak bölümde beni şık giyinimli bir adam ile gayet ilgi çekici bir bayan karşıladı. Kadın ince ses tonuyla “İsminiz nedir hayrettin bey” diye sordu. Adam sinirle kadına baktı. Azarlayan bir sesle “Bu hatayı sürekli yapıyorsun” diye payladı” Öğren artık bu işleri” Kadın “Özür dilerim Tarık bey” deyip eteğini biraz sıyırdı. Adamın gözleri kadının bacaklarına kaydı “neyse, bu seferlik duymamış olayım.” Kadın başıyla onaylayıp bana baktı, “Hayrettin bey, yarışmamıza katılmak ister misiniz?” “Evet efendim, sıcak bir yuva kurmak istiyorum” “Tabi hayrettin bey, amacımız sizi en kısa sürede evlendirmek. Yalnız iki türlü katılım var. Biri sadece katılım, diğeri yarışmamızın daimi üyesi…Daimi üyesi demek; on gün boyunca bizimsiniz demek. Sizi bir otele yerleştirecegiz ve günlüğü 30 TL’den on gün boyunca yarışacaksınız. Hangisini tercih edersiniz?”
Kadının şaka yaptığını sandım. Kuşkuyla “Daimi üyesi olmak isterim” dedim” fazla yer var mı?” “Sizden önceki grup bugün bitiyor. Yarın sizin grubu alacağız “Alttan kağıt çıkardı.” Size bu sözleşmeyi imzalatmak zorundayız. Okuyun isterseniz” Kağıdı uzattı. Kağıdı alıp incelemeye başladım. Sözleşmenin en üstünde -GİZLİLİK ANLAŞMASI- yazıyordu. Altlarda ise birçok konuda gizlilik istedikleri yazıyordu. En ilginci ise; otelde yaşanılan olayların gizli kalması yönündeydi. Ne yaşanılır ki otelde. Kağıdı incelemeye devam ettim. En altta; sözleşmeye aykırı davrandığım taktirde ağır tazminat davasıyla karşı karşıya kalacağım yazıyordu. Bana uyar, diyerek sözleşmeye imza attım. Kağıdı kadına geri verdim. Kadın tatlı bir gülümsemeyle “Gerekli başka açıklamalar yarın yapılacak” dedi” Lütfen yarın dokuzda burada olun.” Başımla onaylayıp göz ucuyla Tarık’a baktım. Başını aşağıya gömmüştü. Ne yaptığını tahmin etmek zor değildi. Kadın uyarınca Tarık başını kaldırdı. Sırıtarak bana baktı “kendinize iyi bakın hayrettin bey” “Teşekkür ederim” dedim gülümseyerek, “Gerçi sizin kadar et’le beslenemesem de kendime iyi bakmaya çalışırım.” Tarık suratını astı. Kadın da utanarak elini bana doğru uzattı. Kadının elini sıktım, sonra dışarı çıktım. Az ilerde bir grup kadın ile erkek bu tarafa doğru geliyordu. Bu çok iyi oldu, otelde tek başımıza kalmayalım da. Grup yanımdan geçip içeri girince ben de Ahu hanımın yanına gittim ve işi bıraktığımı müjdeledim. Elini uzattı “şunu bil ki; bütün işler kendine göre yürür, sen istesen de istemesen de” “Haklısınız” diyerek elini sıktım, sonra yaşlı kurtla da vedalaşmak için yaşlı kurdun dükkanına gittim. Allah bilir yaşlı kurdun dükkanında ne cinlikler dönüyordur. Bunca sene batmadığına göre vardır bir cinliği. Yaşlı kurt elinde tespihi ile dükkanın dışında oturuyordu. Beni görünce suratını astı. Bense selam kurt dememek için kendimi zor tuttum “Selam efendim, nasılsınız” dedim gülümseyerek. Umursamadan “iyiyim evladım” deyip tespihini daha hızlı çevirmeye başladı. “Efendim, odunlar olduğu gibi duruyor. Eleman bulamadınız galiba?”
“Fesüphanallah” diye mırıldandıktan sonra sinirli bir sesle sesini yükseltti “büyüklere karşı saygı kalmamış ki, baban yaşında adamla dalga mı geçiyorsun sen?” “Estağfurullah efendim, ne haddime…Belki yardımım dokunur diye söylemiştim” Sinirle burnundan nefes alarak iç çekti “buraya da izdivaç programı hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek için geldim. Sizce caiz midir?” Yaşlı kurdun uzun uzun fetva vereceğini zannettim, yanıldım. Sinirli bir sesle azarladı” Ne bileyim ben, din uleması değilim. Cami de hoca kalmamış gibi gelip bana soruyon” Ayağa kalktı “Senin işin gücün yok mu evladım sabah sabah, boş duranı Allah sevmez…Hadi benim işim var” İçeri girdi. Arkasından ben de içeri girmeye yeltendim; ancak yaşlı kurdun sert bakışları beni durdurdu. Ben de yavaş yavaş dükkandan uzaklaştım. Yarın televizyon programına çıkacağım. Tabi bu da bana para ve ün getirecek. Ünlü arkadaşlarım olacak, özellikle de kızlarla takılacağım. En komiği de şu olur herhalde; magazin muhabirlerine- diyeceğim. Kankam serdar ortaçla sizi tanıştırayım-diyeceğim. Bu gibi düşüncelerle akşama kadar vakit geçirdim. Akşam da mezarıma gidip uyudum.
***
Geceleyin kalktım. Elimi yüzümü yıkamadan yarışmanın yapılacağı adrese gittim. Kapıdaki güvenlik görevlileri bana şaşırarak baktı. Sonra kendi aralarında konuşmaya başladı. Muhtemelen ya Abaza yada manyak olduğumu düşünüyorlardır. Ben de kaldırıma oturup saatin dokuza gelmesini bekledim. Saat dokuza yaklaştıkça da bulunduğum alan kadınlı, erkekli Abazalarla dolmaya başladı. Bu sırada yanıma şu ana kadar gördüklerimin en çirkini geldi “Ben Esma” dedi” evlenelim mi?” Zaten güzel olsa beni bulmazdı, “Hayır” diyerek uzaklaştım. Saat dokuz olunca proğramın yapılacağı binanın giriş kapısı açıldı ve içinden genç bir adam çıktı. Gür sesiyle “Herkes içeri, proğram başlamak üzere!” diye bağırdı.
Herkes kapıya yığılınca ufak bir izdiham yaşandı. Ben de biraz uğraştıktan sonra içeri girebildim. Herkes içeri girdikten sonra aynı adam yüksek sesle konuşmaya başladı “İsmini okuduklarım benim yanıma gelsin” İsimleri okumaya başladı: Ortalarda benim ismimi de okuyunca gruptan ayrlmış olanların yanına gittim. Adam birkaç kişinin daha ismini okuduktan sonra bize doğru döndü; “Siz düz bir şekilde ilerleyin” Eliyle gideceğimiz yolu gösterdi. Biz de gösterdiği yoldan ilerlemeye başladık. Ta ki önümüze bir kadın çıkıncaya kadar. Kadın aceleyle açıklama yaptı: “Proğramda herkes formalite talibe hayır diyecek. Sonra sunucu size diyecek ki; Başka talip arayacak mısınız? Sizde bu soruya -evet- diyeceksiniz. Bu soru şifre tamam mı. Sonra da size gösterilen yere oturacaksınız…Herkes beni anladı mı?” Grubu gözden geçirdi. Biz -anladık- deyince kadın hiçbir şey demeden yanımızdan uzaklaştı. Biz de birbirimize -ne oluyor- diye baktık. Bir dakika sonra erkek sunucunun sesi gelmeye başladı. Sunucu bağırarak proğramın açılışını yaptıktan sonra bizim gruptan olmayanları çağırmaya başladı ve olur mu? olmaz mı? Muhabbetine girdi. Saatler sonra bizim gruptakilerin isimlerini okumaya başladı. İsmi okunan canlı yayına gidiyordu. Sıra bana gelince heyecandan ilerleyemedim. Sunucu tekrar ismimi okuduğundaysa az önceki kadın yanıma geldi. Sinirli bir sesle; “beyefendi, davetiyemi bekliyorsunuz? Lütfen proğrama çıkın, herkes sizi bekliyor” diye uyardı. Derin bir nefes alıp, kendimi seyircilerin önüne attım. Sonra ürkek adımlarla sunucunun yanına gittim. Sunucu gülümseyerek “hoş geldiniz Hayrettin bey” dedi “Lütfen kendinizi tanıtın” Ben mikrofonun geleceğini zannederek hiçbir şey demedim. Kısa bir sessizlik oluştu, “Galiba çok heyecanlı birine denk geldik” diye sessizliği bozdu sunucu; “Efendim mikrofonu bekliyorum” Stüdyoda bulunan herkes güldü. Sunucu da gülerek yaka kısmını gösterdi “Yakanızda değil mi mikrofon”
İşte o zaman ne olduğunu bilmediğim, sadece gruptakileri ayırmak için takıldığını zannettiğim şeyin mikrofon olduğunu öğrendim” Şey…Evet ben de şimdi fark ettim” dedim şaşkınlığıma şaşkınlık eklenmiş bir halde kekeleyerek; “O zaman kendinizi tanıtın lütfen” “İsmim Hayrettin, bekarım, yatlarım, katlarım var, taliplerimi bekliyorum” “Süper hayrettin bey, lütfen aday yerine oturun.” Oturmam gereken yeri gösterdi; “Basürüm var, on dakika sonra otursam” Gülümsedim: “Şaka yapıyorum” Stüdyodakilerle birlikte kahkaha atan sunucu “olabilir, benim karımda da var” dedi” lütfen yerinize geçin.” Gidip yerime oturdum. Sunucu talibimi çağırdı. Talibim olan kadın -tabi aramızda paravan olduğu için fiziğini göremiyordum- eminim bizim gruptandı. İlk sözü kadın aldı; “Hayrettin bey, talibiniz oldum, çok güzelim, her zaman sizin gibi bir erkeğim olsun istedim, ne dersiniz acaba?” Sanki bilmiyor ne diyeceğimi, “Hayır hanımefendi, kabul etmiyorum!” Sunucu endişeyle bana doğru yaklaştı “Hayrettin bey, bir görseydiniz. Hem biraz tanışın” Belli ki proğramı uzatmak istiyor. Ben de alacağım paradan mahrum kalmamak için sunucu’ya katıldım. Gülümseyerek; “olur efendim” diye onayladım. “Etini butunu bi görelim.” “Hayrettin bey” dedi kadın “benim gözüm parada değil ama aç kalmamak için söylüyorum; neleriniz var?” “Hanımefendi, önce isminizi söylerseniz daha iyi olur. Düşmüşsünüz paranın derdine.” Sunucu “Az önce anons ettim ya” diye araya girdi. “Belli ki fakir bu” diye dalga geçti kadın,
Seyirciler tepki gösterdi. “Olur mu hanımefendi, biz adayları zenginlerden seçiyoruz.” “Doğru mu Hayrettin bey, zengin misiniz?” Ben de mal namına hiçbir şey olmadığı için işi espiriye vurdum “Bende sıcak su var, elinizi sıcak sudan soğuk suya sokmam.” “Peki hayrettin bey” dedi sunucu keyiflenerek “çocuğunuz var mı?” Kadın cevabımı beklemeden ortalığı karıştırmaya çalıştı “Yalnız çocuğunuz varsa ben bakamam, anasına bırakırsın.” Oyuna katıldım. Sahte bir bağırışla “ne demek bakamam” dedim “boşuna mı evlenemiyorum seninle?” “Hayrettin bey, lütfen bağırmayın” Sunucu yapay bir endişeyle konuşuyordu: “Biz mutlu aileler oluşturmanın derdindeyiz. Sakin bir şekilde konuşun” “Olur mu öyle şey” diye sesini yükseltti kadın “Ben anamın çocuğuna bakmadım, senin veledine mi bakacağım?” Bu sırada seyirci kısmında oturan kumral kadın mikrofonu eline aldı: “Ben kocamın ilk evliliğinden olan on iki tane çocuğuna bakıyorum” Ağlamaya başladı “Ben aptal mıyım peki?! Adamı seviyorsan çocuğuna bakacaksın.” Kumral kadının yanındaki yaşlı adam, teselli etme bahanesiyle kadının orasına burasına dokunup öpüyordu. Sunucu kadına “lütfen ağlamayın” dedi “Asuman hanım öyle demek istemedi. Dili sürçtü galiba “Bize doğru döndü; ”Demi Asuman hanım?” Asuman: “Ben kimsenin veledine bakamam” diye diretti. Kumral kadına hitaben sesini yükseltti: “Sen herkesi kendin gibi enayi mi sanıyorsun?” “Tabi bakacaksın, yoksa üzerine karı getirir”diye laf attı kumral kadın Seyirci kısmında aaaa sesleri yükseldi. Tiyatronun içinde figüran kaldım. Olmayan çocuğa şimdi iki saat kavga ederiz,
“Benle evlenen adam hele öyle bir hata yapsın ,onun boğazını keserim” “Sakin olun Asuman hanım” dedi sunucu bize doğru yaklaşırken. Bana baktı: “Böyle bir durumda aldatır mısınız Hayrettin bey?” “Tabi aldatırım…Hem de bir değil, iki değil tam on tane kadın getiririm” Stüdyoda -oha- sesleri yükseldi. Kumral kadın da cinsliğine “Bu da Asumana kapak olsun” dedi. “Senin ağzını yırtarım kadın” diye bağırdı Asuman: “Hanımlar, lütfen daha düzgün tartışalım” diye araya girdi sunucu “Hem Hayrettin beyin de bu konudaki düşüncelerini alalım” Bana baktı: “Ben evi hareme çeviririm, Asuman’ı da bekçi yaparım” dedim. Asuman alıngan bir sesle bana seslendi: “Ne diyorsunuz Hayrettin bey, Osmanlı döneminde mi yaşıyoruz?” Ağlamaya başladı “Manyak mısın sen?” diye sesini yükseltti. Sunucu hemen Asumanın yanına gitti “Lütfen ağlamayın” diye sakinleştirdi, bana seslendi: “Diliniz mi sürçtü Hayrettin bey?” “Sözlerimin arkasındayım” “On tane karı getirin Hayrettin bey” dedi kumral kadın pisliğine “İsterseniz ben de bunlardan biri olurum!” Kumral kadının yanındaki yaşlı adam “Benim ol, benim ol” diyerek kadına sarıldı. Kadın ise adamı itip: “Uzaklaş sen de, sapık mısın nesin” diye tısladı.
Seyirci kısmında bunlar olurken, Asuman’ın gür sesini duydum: “Siz ciddi misiniz Hayrettin bey?” Tamam ama, sıkıldım artık bu oyundan, resmen boku çıktı, diyecektim vazgeçtim “Stüdyonun ortasında güreş tutun, kim yenerse onu alacağım.” Saniyeler önce stüdyonun ortasına gitmiş olan sunucu’ya baktım: “Lütfen paravanı açın, son kararımı vermek istiyorum.”
Sunucu bize doğru yaklaştı. Yüksek sesle: “Açın aradaki engeli” dedi. Paravan açılınca Asuman göründü. 1.50 boylarında esmer biriydi. Bir an alıcı gözüyle baktım; ancak midem kabul etmedi. Asuman belli ki kavgadan bıkmamış. Kumral kadını kast ederek: “Kabul edin de kıskananlar çatlasın” dedi imalı bir sesle. Kumral kadın: “Hayrettin bey, kabul etmeyin ben size komşumun on sekiz yaşındaki kızını getireyim. Daha taze” deyip yapay bir kahkaha attı. Asuman seyirci tarafına baktı. Kumral kadına: “Sen sus kıskanç kadın” diye bağırdı, “Hayrettin benimdir.”
Hani tiyatro olduğunu bilmesem, göğsüm kabaracak: “Komşu kızının fotoğrafı var mı yanınızda hanımefendi?” diyerek olaya heyecan kattım. “Olmaz mı, bu program için yanımda getirdim.” Ayağa kalkıp yanıma geldi. Çantasından çıkardığı fotoğrafı bana verdi Fotoğrafı inceledim. Güzel kıza benziyordu. Tabi bu fotoğraf doğruysa .Bu tür kadınlardan her türlü hile beklenir. Kadına baktım: “Benim talibim olarak bu resimdeki kızı lütfen proğrama getirin” deyip resmi geri verdim. Kumral kadın: “getiririm tabi” diye cıvıldadı, “Sen yeter ki bu karıyı reddet!” Sunucu bizden iki adım ötede kıkırdıyordu. Asuman ise, bu süre zarfında hiç tepki göstermedi. Sadece izlemekle yetindi. Bu da tiyatronun bir parçası olmalı. Sunucu kumral kadına: “Tamam, sizi yerinize alalım” dedikten sonra bana son kararımı sordu: “Hayır” dedim sanki evet demişim gibi. Sesim keyifli ve heyecanlıydı. “Peki başka taliplerinizi aramak istiyormusunuz?” “Tabi ki de!” Sunucu aynı soruyu Asuman’a da sordu. Asuman da evet dedi,
Sonra sunucu stüdyoda dizilmiş olan koltukları göstererek birine oturmamızı istedi. Biz de gidip oturduk.
***
Sunucu da diğer yarışmacıları çağırmaya başladı. Gelen yarışmacılar, kavga ettikten sonra bizim bulunduğumuz koltuklara oturuyordu. İki saat sonra yarışma bitti. Görevliler yanımıza gelip bizi bir yerde topladı. Sonra programın servisi bizi otele götürdü. Otel anlaşmalı olduğu için bizden başka kimse yoktu. Toplam on iki yarışmacıydık. Altı kız, altı erkek. Bizi restoranda toplayan kel kafalı müdür, kuralları anlattı. Müdürün anlattığına göre; her oda’da iki kişi kalıyormuş. İçki satışı yasakmış, dışarıdan da içki sokulamazmış. Kadınlar erkeklerin, erkekler kadınların bulunduğu odalara giremezmiş. Gece on iki’den sonra da restoranda durmak yasakmış. Ayrıca sabah sekizde restoranda bulunmak zorundaymışız. Gerekli başka açıklamaları da akşam sunucu toplantıda yapacakmış.
Müdür gidince bizim gruptan bazıları restoranda kaldı, bazıları da odalara dağıldı. Ben kendimi rastgele bir odaya attım ve uyudum. Uyandığımda akşam olmuştu. Oda arkadaşım da eşyalarını yerleştirip restorana gitmişti. Bulmuş bedava kadınları, odaya gelmez bir daha. Ben de hazırlanıp restorana gittim. Restoran beklediğimden lüks çıktı. Menü de kusur yok gibi. Tadını unuttuğum birçok yiyecekten de bolca vardı. On gün boyunca kafam rahat olacak galiba. Ben yemeklere bakarken kadının biri bana seslendi “Aç adam, yemeğini aldıktan sonra yanımıza gel de biraz sohbet edelim.” Tanıdık gelen sesin sahibine baktığım da Asuman olduğunu anladım. Başka biri çağırsa da oraya gitsem düşüncesiyle etrafa bakındım; ancak başka çağıran olmadı. Ben de mecburen Asumanın yanına gittim.
Masada iki erkek üç kadın vardı. Ben oturunca: “Eşitliği sağladık kızlar, erkek kavgası olmayacak” deyip kahkaha attı Asuman.
Biz de ayıp olmasın diye tebessüm ettik, Asuman yüzünü bana çevirdi. Gülerek: “proğramda iyi stres attık demi?” dedi. “Evet, çok keyifliydi.” Masadaki kızıl saçlı kadın: “ben Ajda” dedi bana bakarak: “biraz kendini tanıtsana.” Ben geçmişimden komik bulduğum anıları anlattım. Rıdvan: “amma komik hayatın varmış” deyip gruptakilerle birlikte kahkaha attı. Tam bu sırada biri: “toplantı var” diye bağırdı. Arkamıza dönüp sesin sahibine bakınca müdür olduğunu anladık. “Haydi ama, beni takip edin” Müdür arkasını dönüp yürüdü. Biz de müdürün gittiği yöne doğru hareketlendik. Müdür az ilerideki toplantı odasının kapısını açtı, yüzünü bize çevirdi: “herkes içeri, yataklar iki kişiliktir.” Gülmeye başladı. Ben -acaba doğru mu söylüyor- merakıyla içeri girdiğimde olayın eşek şakası olduğunu anladım. Oda da bir masayla etrafında dizilmiş sandalyeler vardı. Herkes bir sandalye’ye oturmaya başlayınca ben de kendimi iki çıtırın arasına sıkıştırdım. İki dakika sonra gelen sunucu, müdürün yanına oturdu ve müdürün elindeki kağıtları alıp kendi önüne koydu. “Ben yılmaz” diyerek kendini tanıttı, sonra gülümseyerek sözlerine devam etti: “Beyler, bayanlar, evlilik gibi kutsal bir olay için burada bulunmaktayız. Siz şanslı on iki kişide bizimle birlikte sevap kazanacak.” Duraksadı, yüz ifadesine ciddiyet kazandırıp ekledi: “Bu proğramın amacı; siz hariç herkesi evlendirmek.” Gruptan nasıl yani gibisinden sesler yükseldi.
Şimdi, beni iyi dinleyin: “sizin amacınız proğram içinde size talip olan veya olmayan adayları sözlü ve fiziki olarak taciz ederek cinsel tahrik ve şiddet ortamı oluşturmak. Seyirciyi de bu yönde tahrik edeceksiniz. Tabi bunlar canlı yayında yapmanız gerekenler, bir de bizimle yaptığınız anlaşmaya göre proğram yönetiminin yapacağı her türlü tasarrufu kabul etmiş oldunuz. Sabah size otelde uymanız gereken kurallar anlatıldı galiba.” Sonra, sustu ve bizden onay bekledi.
Onayı alınca da sözlerine devam etti: “Şimdi, size söyleyeceğim kurallar ise genel kültür anlamında bilmeniz gereken kurallardır. Birincisi; otel odalarındaki televizyonlarda üç kanal olup hepsi erotik yayınlar yapmaktadır.” Bazı kadınlar şaşkınlıklarını belirttiler: “Bunun amacı; sizin proğrama daha iyi hazırlanmanızdır. İkincisi; dışarıdan kıyafet getirmek kesinlikle yasak olup, sadece odalarınızdaki elbise dolabında bulunan kıyafetleri canlı yayında giyeceksiniz. Merak etmeyin, elbiseler düzenli olarak yenilenecektir. Üçüncüsü; yayın içinde size talip olan adayları kesinlikle kabul etmiyorsunuz, yalnız hayır demeden önce size talip olan adayı rezil edip sözlü ve fiziki şiddet göstereceksiniz. Seyircilerden de size sataşan olursa hiç çekinmeden karşılık vereceksiniz, işi de çirkinleştirdikçe çirkinleştireceksiniz. Ve şimdiden belirteyim ki; burada bulunmak için sıra bekleyen çok insan var. Eğer aranızda kabul etmeyen varsa şimdiden söylesin.” Sustu, grubu gözden geçirdi. Kimseden ses çıkmayınca” çok güzel” diye gülümsedi.
Asuman: “Peki proğramdan sonra hava almak için dışarı çıkabilir miyiz?” diye sordu. “Kaçmayı düşünmediğiniz sürece akşam saat yedi’ye kadar tabiî ki de dışarı çıkabilirsiniz…Ayrıca bugün de çok iyiydiniz Asuman hanım, siz ve arkadaşlara bu yolda çok güveniyorum. İnşallah yüzümü kara çıkarmayacaksınız.” Asuman gülümseyerek başını salladı: “siz hiç merak etmeyin, diğer arkadaşlarla birlikte inşallah biz galip olacağız.” Sunucu gülümseyerek ayağa kalktı. Grubu gözden geçirdi: “hergün buraya gelip proğramla ilgili sohbet edeceğim. Şimdilik toplantı bitmiştir. Burada konuşulanlar burada kalacak. Müdür bey de elinden geldiğince size yardımcı olacak.” Oda’dan çıktı. Biz de Asumanın teklifi üzerine ellerimizi üst üste koyup yemin ettik. Ne yemini ettiysek artık!
Restorana geldiğimiz gibi, Asuman masaları birleştirdi ve bizi tek masa etrafında topladı: “Beyler ve bayanlar” dedi sanki ciddi bir şey söyleyecekmiş gibi: “Farkettim de tuvaletteki her bölmeye iki kişi sığıyor. Haberiniz olsun!” Gruptan kahkaha sesleri yükseldi,
“Bence Asuman’ın bu grupta bulunması büyük şans.” Asuman bu sözüme karşılık: “Tuvaletteki bölmelerin rahat olup olmadığını anlamak için ilk denemeyi benle Hayrettin yapacağız. Sonuçları size bildiririz!” diye kahkaha attı. Gruptan kahkaha sesleri gelince ben utanarak başımı eğdim. Bu sefer bebek yüzlü bir kadın söz aldı: “Ben Sonya, herkes isimlerini tek tek söylerse birbirimizi daha yakından tanımış oluruz.” Herkes isimlerini söyleyerek kendini tanıttı. Grupta Asuman ve Nurhayat dışındaki dört kız da çok güzeldi. Nasıl oluyor da evlenmek için buraya geliyorlar tam anlayamadım. Sonya: “inşallah on gün sonra da dost olarak kalırız” dedi. “Ben merak ediyorum da” dedi Ajda: “kürtaj süresi tam olarak ne kadardı?” Kahkahalarla güldük. Anlaşıldı, bu on gün on saniye gibi geçecek. Biraz daha sohbet ettikten sonra, herkes yorgun olduğunu belirtince hepimiz odalara dağıldık. Şansıma Yasin denen lavuk oda arkadaşım oldu. Yasin odaya geldiği gibi kumandaya davranıp televizyonu açtı. Heyecanla söylendi: “Bu filmler manyak Hayrettin, kesin Asuman oda arkadaşına zorla bu filmleri seyretiriyordur.” “Yeter bu kadar espri”deyip uyudum. Sabah uyandığımda Yasin hala film seyrediyordu “Akşam uyudun mu?” diye sordum; “Yok, sabaha kadar film seyrettim.” “Haydi hazırlanalım” Dolaptaki en şık elbiseyi giydim. Restoranda Asuman milleti esir almış konuşuyordu. Benle Yasin, yemeklerden görmemiş gibi bol bol alıp Asumanın olduğu masaya gittik. Asuman yemekleri görünce “Oha” dedi: “Hiç mi dünya görmediniz?” “Bence bunlar Somali’den gelmiş” diye dokundurdu Rıdvan,
Asuman kulağıma eğilip fısıldadı “Filmler manyaktı demi?” Yediğim lokma boğazımda kalınca da Asuman sırtıma sert bir yumruk attı. Neyse ki bu sırada müdür geldi de ucuz kurtuldum. Stüdyoya geldiğimiz gibi, dünkü yerlerimize oturduk ve proğramın başlamasını bekledik. Çok geçmeden profesyonel yalancı sunucu geldi. Seyircilere: “Hoşgeldiniz hepiniz” diye bağırdı, “Türkiye’nin en namuslu evlendirme proğramı -ya ya ya, şa şa şa, evlen benimle çok yaşa- başlıyor.” Susup seyircilerin alkışlamasını bekledi. Alkışlar bittikten sonra sözlerine devam etti: “Yoldan geçeni evlendiren proğramımızda bütün adaylarımız bugün burada evlenecek; çünkü Türkiye’nin en çok evlendiren proğramı burası. Hatta belediye nikah dairesi sadece bu proğram için çalışıyor.” Kahkaha attıktan sonra bizi kast ederek sözlerini sürdürdü: “İnşallah burada bulunan on iki kişiyi de evlendireceğiz. Gerçi bu proğramda da evlenemiyorlarsa suç bizim değil, kısmetleri kapalı.” Susup alkışların durulmasını bekledi. Sonra elindeki kağıda baktı: “İlk adayımız Mert bey’i stüdyoya davet ediyoruz.” Aday tarafına dönerek Mert’i bekledi. Mert 1.60 boylarında, 40-45 yaş aralığında olan çirkin biriydi. Talibi Aslıhan ise 1.75 boylarında 30-35 yaş aralığında olan bir bayandı. Mert’e göre güzel duruyordu. Sunucu aday tarafına yaklaştı: “Mert bey, bugün çok şanslısınız. Aslıhan hanımı kaçırmayın bence.” Sözü adaylara bıraktı: Mert bir kez evlenmiş .Bir çocuğu var. Ticaretle uğraşarak ekmeğini kazanıyormuş, Aslıhan da daha önce bir kez evlenmiş. Çocuğu yok. Önceki kocasından ayrılma sebebi özelmiş. Adayların konuşması bitince sunucu yorumları almak için ilk sözü Asuman’a bıraktı: Asuman: “Bence Aslıhan hanım aldatacak birine benziyor” diye Aslıhan’ı suçladı. “Lütfen Asuman hanım, böyle ithamlarda bulunmayalım; ama neden böyle düşündüğünüzü de öğrenelim”dedi sunucu. Asuman aday tarafına baktı .Suçlayıcı bir sesle konuşmaya başladı: “Aslıhan hanımın ilk kocasıyla olan ilişkisinde sadakatsizlik gösterdiğini anladım. Özel
sebepler falan diyor ama ne gibi özel sebepler olabilir ki?” Aslıhan: “ilk kocamla bazı konularda anlaşamadık. Kesinlikle aldatma yok” diye açıklama yaptı. “Peki neden çocuğun olmadı. Yoksa kısır mısın?” “Lütfen Asuman hanım” diye araya girdi sunucu, aday tarafına döndü “Aslıhan hanım, kısır değilisiniz demi?” Aslıhan’ın suratı asıldı: “Olur mu efendim öyle şey, tesadüf işte olmadı.” Yumuşak bir sesle konuştu. Ajda: “Kaç yıllık evliydiniz?” diye sordu. “Sekiz yıl” Aslıhan iş nereye varacak der gibi bakıyordu. “Ayda bir bile olsa, ne tesadüfmüş be kardeşim!” dedi Ajda hayret eder gibi. Seyirciler bu söze tepki gösterdi. Sunucu seyircilere baktı ve ellerini sakin olun anlamında salladı. Sonra bize doğru döndü. Sözde sitem etti: “Lütfen ama lütfen sözlerimize dikkat edelim.” Aday tarafına baktı: “Mert bey, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” “Ben kısır olduğuna inanmıyorum” dedi Mert üzgün bir ses tonuyla. Seyircilerden esmer bir kadın mikrofonu aldı: “Aslıhan hanım eğer ilk kocasıyla ne gibi sorunlar yaşadığını açıklarsa daha sağlıklı yorumlar yapabiliriz.” Aslıhan: “Özel sorunları daha sonra Mert bey’e anlatırım”dedi. “Sadakatsiz bu kadın!” diye atıldı Asuman: “Zaten bu yüzden açıklamıyor. Sonuçta aldattım diyen kadını kim alır.” “Boğa alır” diye espri yaptım: “Hani boynuzları var ya” Benim esprim sert ortamda kaynadı gitti. Kimse gülmedi. Aslıhan aceleyle cevap verdi: “Lütfen, bakın aldatma yok.” Mert bey için mi bu
kadar endişelendi, yoksa komşular ne der diye mi anlayamadım: “Mert bey eğer sadakatimden şüphe duyuyorsa şimdiden söylesin.” “Bence hiç yapıcı yorumlar değil” dedi Mert bıkkın bir sesle” Aldatma yok diyorsa yoktur.” Sunucu: “Bence en sağlıklı yorumu Hayrettin bey yapacaktır” diyerek topu bana attı “Yani, ne gibi bir özel durum olduğunu bilmiyorum. Kesin demiyeyim ama Aslıhan hanım aldatır gibime geliyor.” Sunucu yorumdan memnun kalmamış olacak ki lafı gevelemeye başladı: “Hayrettin bey’in yorumu biraz zayıf kaldı.” Aday tarafına döndü: “Ben de Mert bey gibi düşünüyorum. Aradaki paravanı açın.” Paravan açılınca Mert’in yüzü belli ki yorumlardan etkilendiği için gülmedi. Soğuk bir merhaba deyip -hayır- cevabını verdi.
İlk sınavımızda başarılı olduk. Hedef ikinci adaylardı. Sunucu elindeki kağıda bakarak bizim gruptaki Ajda’yı sahneye davet etti. Ajda yirmi dört yaşında uzun boylu bir bayandı. Talibi Murat ise, seyrelmiş saçlarıyla yakışıklı sayılırdı. Selamlaşmalar bittikten sonra, Ajda: “Tabi böyle garip olacak; ama mal durumu da benim için önemli” diyerek ilk sinyali verdi. Artık Murat dünyaları saysa yaranamayacaktı. Nitekim, Murat mallarını sayınca da Ajda memnuniyetsizliğini belli etti. Murat daha önce evlenmemiş. Tekstil işiyle uğraşıyormuş. Ve zengin sayılırmış. Babadan tabi ! Sıra yorumlara gelince ilk sözü gruptaki adaşı Murat aldı: “Bu güzele bu maaş az kalmadı mı? Bu kadının kuaför parası bile bir servet ister.” Sunucu gülerek: “Bu kuaför meselesi biz erkeklerin baş belası” diye araya girdi, aday tarafına baktı: “Kuaför derdiniz var mıdır Ajda hanım?” “Var tabi, günde beş vakit kuföre giderim. Eğer güzel görünmezsem kocam beni aldatır.”
Murat tedirgin oldu. Yalvaran bir sesle seslendi: “Yemin ediyorum kuaföre gitmeseniz bile aldatmam sizi.” “Bu para bu kadına yetmez” dedi Asuman cinsliğine, “ayakkabı parası bile en az bir aylık alır.” “Siz bu parayla daha yaşlı adayları bulun Murat bey” dedim “Mesela Nurhayat hanımı alın.” “Bu parayla beni bile alamaz” dedi Nurhayat bana bakarak. Aday tarafına yüzünü çevirdi: “Bence siz hiç evlenmeyin Murat bey, sonuçta aç ve açıkta kalmak var”. “En iyisi gidin bu parayla pazardan don alın” diye lafı çaktı Yasin, “bence de Murat bey işini bilir” diye araya girdi sunucu. Aday tarafına döndü: “Murat bey, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” Murat üzgün ve sinirli bir sesle cevap verdi: “Benim param her şeye yeter, her şey para değil üstelik.” Seyircilerden kumral kadın yine hortladı: “Sevgi para etmiyor Murat bey” dedi ortalığı karıştırmak için “Bu şekil zarif kadınları bu akılla elde tutamazsın, kafanı boynuz dükkanına çevirir bu kadın.” Ajda: “Benim için para çok önemli” diye atıldı “Para yoksa ben de yokum”. Sunucu helal sana der gibi başını salladı: “Ama Murat bey çok yakışıklı” diye kurnazlığa yattı.” Aradaki paravanı kaldırın: “Son sözleri yüksek sesle söyledi. Paravan açılınca Murat memnun bir şekilde merhabalaştı. Sunucu ise yanlarına gitti, “Murat bey alacağı kadını daha iyi görmeli yoksa defolu kadın verdiler diye tazminat davası açar.” Eğilip Ajda’nın eteğinin yırtmacını tuttu, “Fabrika yarısını yırtmış biraz da biz yırtalım” deyip bacak yırtmacını çekiştirerek yırttı. Bu olay yaşanırken Ajda utancından kızardı. Gözleriyle yardım ister gibi bazen bize, bazen de Murat’a bakıyordu. En sonunda, “Lütfen yapmayın” diye mırıldandı. Sunucu umursamadı “Ama çok zevkli oluyor.” Gülümseyerek Murat’a baktı: “Siz de yırtmak ister misiniz?”
Önce şaşıran Murat, sonra heyecanla kekeledi: “Hanımefendi kızmasın?” Ajda’ya çekingen bir bakış attı. “Yok canım, kızmaz o böyle oyunlara siz yırtabildiğiniz kadar yırtın.” Sunucu yana çekilip Murat’a yer açtı. Ajda al al olmuş yanağıyla: “Lütfen yapmayın” diye mırıldandı. Murat elleri titreyerek çekingen bir şekilde eğildi ve yırtmaçları tuttu; ama herhangi bir harekette bulunmadı, Sunucu Murat’ı, “Hadi ama, yoksa oyunu bitiriyorum” diye uyardı. Murat da tuttuğu yırtmacı aniden çekiştirerek yırtmaya başladı. Tam sona yaklaştığında sunucu elini Murat’ın omzuna koydu ve “Yeter durun” diye uyardı. Sesi otoriterdi. Murat aniden durdu ve titreyerek ayağa kalktı. Sunucu da ayağa kalkıp gülmeye başladı. Ajda eliyle eteğini birleştirmeye çalışıyordu.
Sunucu, “Bizim RTÜK gibi bir sorunumuz yok” diye meydan okudu, sonra Ajda’dan kararını sordu. Ajda -hayır- dedi, Murat hayal kırıklığına uğradı. Murat’ı uğurlayan sunucu, Ajda’dan kıyafetini değiştirmesini istedi. Ajda koşarak gitti. Sunucu gülerek stüdyonun ortasına geldi: “Bu proğram medeniyetin beşiği gibi, herkes çok anlayışlı.” Diğer adayları çağırmaya başladı. Biz de gelen adaylara küfüre varan hakaretler ettik. Adaylardan bazısı ağladı, bazısı rencide oldu, pek azı da görüşme odasına gitti. Sunucu’nun kapanışı yapacağı sırada, “Yalnız ben bir şey söylemek istiyorum” diye atıldım; Sunucu şaşırarak bana baktı: “Buyrun Hayrettin bey” “Efendim” Parmağımla kumral kadını gösterdim; “Şu ön sıradaki kumral kadın, ilk yarışmada bana komşu kızını getireceğine söz vermişti. Ancak sözünü tutmadı. Ben de o yarışmada manken gibi bir adayı red etmiştim.” Sunucu’nun yüzünde hınzırca bir gülümseme belirdi: “Söz verdiyse getirecek komşu kızını. Zaten bu proğramda komşu kızları için, “Seyircilere doğru baktı, Kumral kadın utanarak “Söz verdiysem tabi ki de getireceğim” dedi. “Yalnız kızın sınavı mı ne varmış.” “Ben de komşu kızı isterim!”diye laf attı Rıdvan. Sunucu gülümseyerek kumral kadını yanına çağırdı. Kumral kadın utana sıkıla sunucu’nun yanına gitti. Sunucu: “Ya ya ya, şa şa şa, evlen benimle çok yaşa” diye birden sesini yükseltti; “İzdivaç proğramı olarak kampanya başlattım.
Hanımefendi de sponsor olacak. Kampanya şu; burada bulunan her erkek adaya bir tane komşu kızı bulacağız.” “Ben mi bulacağım herkese?” diye kekeledi kumral kadın, “Bulamaz mısın?” Kadın, “bulurum” diyerek yüzünü sunucu’nun omzuna dayayarak kapattı. Sunucu ise, kadın’dan ayrılıp “Yalnız herkese aynı kız olmaz” diye espri yaptı. Sonra kadını uğurlayıp proğramı bitirdi. Otele geldiğimiz gibi, restorana gidip aç köpekler gibi yemeklere saldırdık. Yemeği yedikten sonra da odalarımıza dağıldık. Akşam olunca Yasin’le birlikte restorana gittik ve herkesin gelmesini bekledik. Grup tamamlanınca, Asuman herkesi tek masa etrafında topladı: “Ne güldük yine ya” dedi, “Yalnız adayları daha ağır rencide etmemiz lazım.” Elini yanındaki Ajda’nın omzuna koydu: “Bu kıza dikkat edin beyler, zaman kaybetmeden tuvalete götürmeye bakın.” “Olur abla” dedi Murat bıyıklarını tutarak, “Ben adaşımın yapamadığını yapmak istiyorum.” “Ben kafayı Aslı’ya taktım” diye atıldı Ozan. Dikkatini Aslı’ya verdi “Olur mu Aslı bu iş?” “Sen ve ben” dedi Aslı”, olacak iş değil!” Asuman “Ozan sen ne iş yapıyon” diye sordu. “Serbest meslek. Hırsızlık, gasp artık ne olursa takılıyoruz.” Grupla birlikte kahkaha attı. “Asuman hanım” dedim, “Siz ne iş yapıyorsunuz?” Asuman ağzında sigarasıyla etrafa manalı bir bakış attı. Sonra “Genelev işletiyorum” dedi rahat bir tavırla. Gruptakiler gülünce Asuman kahkaha attı, “Muhtemelen burada hayırlı adam yok” dedi Yasin. Çok geçmeden müdür bizi toplantı odasına götürdü. Sunucu da sonradan gelip
müdürün yanına oturdu: “Hepinizi tebrik ediyorum, son beş ayın en iyi reytingini aldık. Özellikle, kısır ile komşu kızı muhabbeti çok iyiydi. Bu şekil olup adaylara daha güçlü hakaret edin.” Rıdvan, “Yalnız siz de çok iyi yönettiniz. Hele yırtmaç olayı süperdi” diye güldü. Sunucu’nun yüzündeki gülümseme arttı, “İşimiz bu.” Ayağa kalkıp oda’dan çıktı. Biz de restorana gittik ve tek masa etrafında toplandık. Biraz sohbet ettikten sonra da odalara dağıldık. Sabah Yasin’le elbise seçimi yapmaya başladık. Yasin eline boxer don aldı. “Ben bugünkü programa bunla katılacağım. Üstüne de beyaz atlet giydim mi haftanın en şık erkeği ben olurum.” Şaka yaptığını sandım. Alaycı bir gülümsemeyle, “Valla on numara olur” dedim, “Hem parana da zam yaparlar.” Yasin boxer don ile atleti giydi “Haydi gidelim!” -Haydi- deyip restorana gittik. Herkes Yasin’i bu yeni imajından dolayı tebrik etti. Yasin de göğsü kabararak tebrikleri kabul etti. Stüdyoya gelince herkes yerine oturdu. Sunucu da tam zamanında gelip açılışı yaptı. Sonra bize doğru baktı: “Yasin bey” dedi hınzırca bir gülümsemeyle; “Yeni kıyafetiniz çok yakışmış!” Yasin gülerek ayağa kalktı ve boxerını çekiştirdi. Sunucu da gülümseyerek ilk adayı çağırdı. İlk aday, yetmiş yaşlarındaki Hülya hanımdı. Hülya hanımın saçlarında renkli saç kalmamıştı. Talibi Hilmi ise daha beterdi. Seksen yaşlarındaki Hilmi, bastonuyla ağır aksak yürüyerek yerine oturdu. Sonra da zar zor konuşarak kendini tanıttı. Sıra yorumlara gelince bana acıma duygusu geldi. Açılışı Ajda yaptı; “Neden bu yaşta evlenmek istediniz Hilmi bey?” “Yalnızlık bu yaşta daha fazla hissediliyor kızım.” Ajda tek kaşını kaldırdı. Küçümseyen bir sesle; “Yalnızlık bu yaşta daha fazla hissediliyorsa huzurevleri açık. Bence bunun altında daha sinsi planlar var”dedi. Hilmi’nin bu yoruma anlam veremediği her halinden belliydi, “Kızım öyle deme, yaşlılık elden ayaktan aldı bizi..” “Ben ne yalnızlığı olduğunu biliyorum” dedi, Asuman”Yatak yalnızlığı olmasın?”. Seyirci kısmında yuh sesi yükseldi. Hilmi’nin yüzü de ağlamaklı bir hal aldı. Cevap veremedi
Rıdvan, “Benim merak ettiğim; Hilmi dayı viagra alıpta mı programa katıldı” diye dokundurdu. “Hilmi dayı” diye atıldı sunucu. Aday tarafına yaklaştı, “Öyle bir şey yok demi?” Hilmi’nin yüzü kızardı, “Ben anlamam öyle şeylerden” dedi anladığı her halinden belli olarak, “Bu yaştan sonra böyle programlara çıkıp eş araması” dedim, “Hilmi bey’in, Hülya hanımı kullanarak televizyonda görünme isteğine bağlıyorum.” Hilmi aceleyle “Yok evladım” dedi. Asuman, “Hilmi bey, yok muydu eş dost size karı bulacak biri?” diye dokundurdu. “Kızım, bu yaştan sonra insanları nasıl araya koyup evlenecek birini arıyayım?” “Ama sekseninden sonra program program gezip karı arıyorsun” diye sesini yükseltti Asuman, “Ben bu işte kötü niyet seziyorum.” Hilmi cevap veremeden sözü Sonya aldı: “Hülya hanım, kaç koca eskittiniz?” Hülya da cevap veremeden Oya araya girdi; “Gidin torunlarınızla oynayın.” Hülya’nın gözleri nemlendi; “Gelmiş burada eş arıyorsunuz. Utanmazlar!” Bendeki acıma duygusu arttı; “Lütfen ama lütfen sözlerimize dikkat edelim” diye müdahale etti sunucu, aday tarafına döndü; “Hülya hanım, bu konuda ne söyleyeceksiniz?” Hülya’nın gözlerindeki bir damla yaş, hüzün denizine doğru ilerledi. İç çekip, “Gençler halimizden anlamıyor” diye dert yandı, “Yaşlanınca anlarlar!” “Neyi anlayacağız teyze!” diye atıldı Rıdvan. Sesi öfkeliydi, “Program program gezip kadın aramayı mı?” Rıdvan bu sözleri söylerken Hilmi başını eğmiş muhtemelen ağlıyordu. Hülya ise gözlerinden dudaklarına akan bir iki damla yaşı yutuyordu. Ben ciddi bir sesle konuşmaya başladım; “Tek ayağı çukurda, diğer ayağı da çukura girdi girecek olan bir yaşlının kusura bakmayın ama hangi yüzle kadın aramaya
çıktığını anlayamıyorum. Hilmi bey yüzsüz bir insan gibi geldi bana.” Benim sözüm biter bitmez, Hilmi ağlamaya başladı. Hilmi ağlayınca Hülya da ağladı. Sunucu hızlı adımlarla yaşlıların yanına gitti. Teselli etmeye çalıştı. Sonra, “Hemen kaldırın aşıkların arasındaki engeli” diye sesini yükseltti. Paravan kalktığı gibi iki yaşlı birbirine sarıldı. Asuman gıcık ses tonuyla, “Hadi sayemizde birbirinize daha fazla bağlandınız. Yatın kalkın bize dua edin.” Dedi. Sunucu bu söze gülüp elini Hilmi’nin omzuna koydu. Yüzünü Hülya’ya çevirip: “Hülya teyze, kararın nedir?”dedi. “He isterem.” Stüdyoda bulunan herkes çifti alkışladı. Sunucu Hilmi’ye göz kırptı, “En kısa sürede yeğen isterim Hilmi dayı” dedi alaycı bir sesle, “Bu yüzden sizin için stüdyonun yatak odasını hazırlattım. Gitmek ister misin Hilmi dayı?” Hilmi önce utanıp bir şey söylemedi; ancak Hülya -he isterem ben, yine de kendi bilir- deyince Hilmi sevinerek kabul etti. Sunucu da gelen görevliye talimat verdi: “Çifti yatak odasına alıyorsunuz..” Bu sırada Hilmi, sol elini göğsüne koydu ve diğer elini de havaya kaldırıp geriye doğru sendeledi. İki adım sonra da sırt üstü yere çakıldı. Üzerindeki şoku atan görevli, koşarak sağlık ekibini çağırmaya gitti. Hülya ise kalp masajını Hilmi’nin karın bölgesine bastırarak yapmaya çalışınca sunucu aceleyle Hülya’yı uzaklaştırdı. Hilmi ağzından köpük çıkartarak hırıldıyordu. Stüdyoda endişeli bekleyiş sürerken Rıdvan kulağıma eğildi ve kısık sesle: “İç organları köpük banyosu yapıyor galiba” diyerek kıs kıs güldü. Bir dakika sonra gelen sağlık ekibi, Hilmi’ye kalp masajı yaptıktan sonra, sedyenin üzerine koyup en yakın hastaneye götürdü. Sunucu stüdyonun ortasına geldi. Seyirci tarafına bakarak: “Bu moral bozucu olayı unutup ikinci adayları alma gibi bir niyetim yok” dedi duygu dolu bir sesle. Asuman: “O zaman proğramı erken bitirelim” diye fikrini belirtti. “Ben de öyle düşünüyorum.” Stüdyoda kısa süren bir sessizlik oluşunca, ön sıradaki kumral kadın yine hortladı; “Ben de sözümü tutup komşu kızlarını getirdim” dedi nasıl olsa aday
almıyorlar diye. Sunucu şaşkınlıkla başını sallayıp elindeki kağıda baktı: “Yanar döner isimli kız mı?” Başını kaldırıp seyirci tarafına baktı: “Aynen o efendim, ayrıca onun ikizini de getirdim.” Sunucu tekrar kağıda baktı: “Arzu döner isimli kız mı?” Kadın gülümseyerek başıyla onayladı. “O zaman bu olayı unutup eğlencemize bakıyoruz” Sunucu beni sahneye davet etti. Ben de kalkıp aday yerine oturdum. “Arzu döner ile Yanar döner’i alalım” dedi sunucu yüksek sesle. Çok geçmeden kızlar geldi, “Hayrettin bugün çok şanslısın” dedi sunucu “Hem de iki tane” “Süper” diye gülümsedim. Sunucu seyircilerin olduğu tarafa döndü. Yüksek sesle konuşmaya başladı: “Aslında iki talibi aynı anda alamıyoruz; ama ben kendi inisiyatifimi kullandım. Tabi bunda adayın Hayrettin olması da etki etti. Sonuçta verilmiş sözüm var: “Sesini biraz daha yükselterek sözlerine devam etti: “Şu anda Türk izdivaç tarihinde bir ilk oluyor. Aynı anda hem iki talip hem de ikisi de kız kardeş. Aynı anda aynı adama nikah kıyılacak.” Dua eder gibi elini açtı, “Allah’ım, bana bu başarıyı kısmet ettiğin ya, şükürler olsun.” Bize doğru döndü: “Kızlara merhaba deyin Hayrettin bey.” Kalp atışlarım hızlandı, “Merhaba kızlar!” Sesim kısık çıktı. Rıdvan “Kumanda nerede? Şunun sesini açayım” diyerek işi gırgır, şamataya vurdu. Stüdyoda kahkaha sesleri yükseldi, kahkahalar durulunca sunucu: “Kızlar ses geldi mi?” diye sordu. İki kız da “Evet, geldi” dedi. “O zaman tanışın”
“Ben Yanar Döner Hayrettin bey” dedi bir tanesi, “Ben de Arzu döner” dedi diğeri, “Ben de pilav üstü döner” diye laf attı Rıdvan, Herkes güldü.. Kızlardan bir tanesi “Sizinle evlenmek istiyoruz, Hayrettin bey” diye cıvıldadı, “Bakalım Hayrettin bey sizinle evlenmek isteyecek mi?” Sunucu bu sözüyle görevini unutma mesajını verdi. “Şimdi efendim” dedim sunucu’ya bakarak: “Az önceki yaşlı adamı görünce açıkçası biraz korktum.” Rıdvan: “Kızlar hemen kalp masajını öğrenin; çünkü evlendiğinizde sürekli lazım olacak galiba” diye laf attı. “Zaten ben de düğün hediyesi olarak kalp cihazı alacağım” dedi sunucu, Stüdyoda kahkaha sesleri yükseldi.. “Kalp cihazı çok iyi olur; çünkü kızlar kalp masajı yaparken Hayrettin daha da heyecanlanıp ölebilir.” Rıdvan cinsliğine kahkahasını artırdı. Sunucu gülerek bize doğru döndü: “Kaçlıksınız kızlar?” Kızlardan biri cevapladı: “İkimizin yaşı da on sekiz.” Sunucu seyirci tarafına baktı. Meraklı bir sesle: “Hanımefendi, tek yumurta ikizi mi bunlar” diye sordu. Kumral kadın: “Valla tek yumurta ikizi mi yoksa çift yumurta ikizi mi bilemiyorum?” diye cevap verdi. “Aman boşver kaç yumurta ikizi olduğunu” dedi Asuman, “Sonuçta yumurta olarak kalmamışlar.” Sunucu keyifle güldü, “O zaman yorumları alalım.” İlk sözü Ajda aldı: “Herşey iyi güzel de; iki kız kardeşin aynı adama nasıl nikahı kıyılacak?”
Bu soru karşısında hepimiz afalladık. Sunucu da bir süre sessiz kaldı. Sonra ortaya fikrini attı: “Biz program olarak bir tanesini resmi nikah yaparız, diğerine de el altından dini nikah kıyarız.” “Tamam da imam ne diyecek buna?” diye itiraz etti Asuman. “İmam kovalasın seni” dedi Rıdvam, “İmam alacağı parayı görünce -Allah üç kişilik yatakta kocatsın- der ancak.” “Ya öyle der, ya da -ya bana ya bana- der” diye espri yaptı sunucu. Stüdyoda kahkaha sesleri yükseldi. “İmam stüdyoyu basmadan şu olayı bitirelim” dedim yüksek sesle, Sunucu kızların yanına gitti, “Açalım mı kızlar?” “Aç aç” dedi bir tanesi. Sanırım Yanar söyledi. Ben ayağa kalkıp paravanın açılmasını bekledim. Sunucu, “Açın aşıkların arasındaki engeli” diye bağırdı. Paravan açılmaya başladı. Tam açılınca sarışın olanı kendini tanıttı “Ben Yanar”. Yanar on beş yaşında gösteriyordu. Sarışın mavi gözlüydü. Üzerindeki mini kıyafet ise muhtemelen kumral kadının işiydi. Arzu ise fotoğraftaki kızdı. Esmer teni ile Yanar’dan hem daha büyük hem de daha güzel gösteriyordu. Ben iki tane çirkin ördek yavrusu beklediğim için çok şaşırdım. Halbuki ikisi de normalde bana bakmayacak tiplerdi. Gerçi çok da istekli bir şekilde merhabalaşmadılar. Sunucu iki kızın ortasına geçip her bir elini birinin omzuna koydu. Bana bakarak; “Ne diyorsunuz kızlar” diye mırıldandı. İki kız da ellerini dizlerinde birleştirmişti. Yanar hafiften kekeledi: “Tabi böyle aniden olması beni biraz şaşırttı.” Tedirgin bir ifadeyle sunucu’ya bakıyordu. Arzu ise kabullenmiş bir şekilde sustu. Sunucu yüzünü Arzu’ya çevirdi: “Çok çirkin bir adam çıktı demi?”
Arzu biraz tereddütle: “İdare eder” diye mırıldandı. Sunucu kızların yanından ayrılıp stüdyonun ortasına geldi. Bizim sahtekarlara baktı; “Yorumlara devam edelim.” İlk sözü Rıdvan aldı: “İlk önce talip olan kızlarla aday olan Hayrettinin yer değiştirmesi lazım; çünkü böyle çok sırıtıyor. Ayrıca televizyonunu yeni açanlar da şaka programı olduğunu sanacak.” “Bence Rıdvan arkadaşımız yanlış söyledi” dedi Asuman; “Hayrettin’in değil aday yerinde bu programda ne işi var. Olmayacak dua’ya amin der gibi Hayrettin’e karı arıyoruz.” Sunucu keyifle güldü; “Şimdi şöyle bir durumda var” dedi Ajda ciddi bir sesle; “Hayrettin’in kalbi dayansa bile kızların midesi kaldıracak mı? Bu konuda ciddi şüphelerim var” Sabırla iç çektim. Sunucu’ya bakıp: “Yalnız kıskanan insanlara yorum yaptırmanız bence çok yanlış” dedim. Sunucu’dan önce Rıdvan konuştu: “Hayrettin bir bakıma doğru söylüyor; çünkü onun oturduğu yerde oturmak isteyen çok erkek var. Ama Hayrettin’in yerinde olmak isteyen hiç kimse yok.” “Lütfen öyle söylemeyin” dedi sunucu: “Hayrettin çok olmasa da yakışıklı sayılır.” “Ama koşarken” Asuman herkesi güldürdü. Sunucu gülerek bize doğru döndü: “Hayrettin bey, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” “Hiç gerçekçi yorumlar yapılmıyor malesef, bence bu boş yorumları geçip kararımı açıklayayım.” “Kararınızı açıklarsınız tabi, yalnız biraz daha yorum alalım.” Sunucu ilk sözü Rıdvan’a verdi. Rıdvan bir süre bize bakarak ne saçmalayacağını düşündükten sonra ciddi bir sesle konuşmaya başladı: “Benim tanıdığım Hayrettin, sadakatsiz bir tiptir. Hatta sadakat yeminini tek ayağı havada eder. O derece sadakatsizdir” Asuman: “Sadakat yeminini etse bile daha sonra etmedim der. Bir de kızları aldatır” diye laf attı. “Sağ elim balda, sol elim yağ’da iken neden aldatayım bu kızları Asuman hanım” diyerek Asumanı sıkıştırmaya çalıştım.
“Çünkü senin gözün doymaz.” Sunucu’ya baktım: “Bunlar boş yorumlar efendim, ben kararımı açıklamak istiyorum” “Kararınızı açıklamadan önce, bu kızların dans yeteneğini görün; “Sunucu kızların olduğu bölüme gitti.” Ananız size dans öğretmedi mi? Haydi sahne sizin: “İki kızı da kollarından tutup stüdyonun ortasına getirdi.” Sonra bizimkilerin yanına doğru yürüdü. İki kız da önce birbirlerine bakarak ne yapmaları gerektiğini anlamaya çalıştı, sonra ikisi de utangaç tavırlarla dans etmeye başladı. Sunucu dansı beğenmemiş olacak ki, dansı yarıda kesti ve kızları sert bir dille yerlerine davet etti. İki kız da başlarını eğerek yerlerine oturdu. Sunucu bize doğru yaklaşıp son kararımı sordu. İçimden kabul etmek geçtiyse de -hayır- dedim. Seyircilerle kızlar şaka yaptığımı sanınca üzülerek kararımı tekrarladım. Sunucu da aceleyle kızları uğurlayıp diğer adayları çağırmaya başladı. Gelen adaylar, rencide olup gidiyordu.
Sonunda proğram bitti de otele döndük. Ben üzüntüden hemen uyudum. Akşam da restorana tek başıma indim ve moralsiz bir şekilde bizimkilerin yanına oturdum. “Belli ki yaşlılara üzülüyor” dedi Rıdvan alaycı bir sesle. “Bence kızlara üzülüyor” dedi Asuman, “Haksız da değil yani, bu fırsat hayatta bir kez gelir.” “Bence de kızlar çok güzeldi” diyerek yarama dokundu Nurhayat. Rıdvan, “Yalnız yaşlıları da fena hırpaladı. Sanki Asuman’dan daha iyi rencide ediyor” diye gaz verdi. Asuman elini sallayarak, “Hadi ordan” dedi, “Yarın da biz rencide ederiz.” “Asuman, hiç kimseye kalp krizi geçirtemez” dedim Asumanı cins etmek için “Her türlü iddaa’ya varım.”
“Tabi ki de kimseye kalp krizi geçirtemem; ama birini ağlatırım.” “Kimseyi de ağlatamazsın!” Asuman öfkelenmeye başladı, “Burada en rencide edici yorumları ben yaparım.” Rıdvan, “Girin o zaman iddiasına” diyerek ortalığı kızıştırmaya çalıştı, “kim en büyük görelim.” Asuman gaza geldi. Heyecanla, “Tamam lan ben varım” diye atıldı. Ben de sesimi yükselterek meydan okudum. “O zaman ben de varım.” Dikkatimi Asuman’a verdim; “Yarın herhangi birini ağlatırsan sana iki günlük paramı vereceğim.” Gruptan -vayyy- sesleri yükseldi. Asuman hırsla bana baktı: “Peki oğlum” dedi dişlerinin arasından, “Yarın göreceksin.” Biz sohbete dalmışken müdürün toplantıyı haber veren sesini duyduk. Müdürle birlikte toplantı odasına gittik. Hemen arkamızdan gelen sunucu, keyifle cıvıldadı; “Helal sizlere” Otururken keyifle güldü. “Bugün resmen reyting aletleri patladı .Tam üç milyon şikayet telefonu aldık. Herkes iki kız kardeşi konuşuyor” Asuman şaşkınlıkla başını hafiften oynattı, “Nasıl yani…Üç milyon şikayet telefonu kötü değil mi?” Sunucu gülmeye başladı, “Olur mu ya, üç milyon fanatik izleyicimiz olduğu anlamına geliyor. Bu sayı ilk programımızda beş yüz bindi. Şimdi üç milyona çıkarttınız. Zaten iki milyondan sonra program yönetimi programın tekrarını koydu ekrana. Tekrarı da reyting rekorları kırdı. Böyle devam edin!” Hepimiz şaşkınlıkla birbirimize baktık. Nurhayat buruk bir sevinçle: “Peki yaşlı adam öldü mü” diye sordu. Sunucu üzülmüş gibi yaparak hafiften başını salladı, “Malesef sizlere ömür.” “O zaman Hülya teyze evlenmeden dul kaldı” Rıdvan’ın bu sözüne hepimiz güldük
“Yarın göle çevirin stüdyo’yu”, Sunucu ayağa kalktı: “Ben fazla vaktinizi almayayım”, Hızlı adımlarla odadan çıktı. Biz de restorana gittik ve tek masa etrafında toplandık. “Bu sunucu var ya” dedi Oya, “Kesin karısını aldatıyordur.” “İşi bu kızım, o da bu şekil parasını kazanıyor. Olan adaylara oluyor.” Ajda’nın bu sözü biz de tebessüm oluşturdu. Kısa bir muhabbetten sonra odalara dağıldık. Yasin odaya geldiği gibi yine televizyonu açıp filmleri izlemeye başladı. Ben de biraz sohbet ettikten sonra uyudum..
***
Sabah erkenden restorana gittim ve az ötedeki Asuman’a doğru yürüdüm, “Bugün ağlatamazsın kimseyi” dedim cinsliğine, Heyecanlandı: “Taktiklerim hazır, adaylar bırak ağlamayı üzüntüden hasta olacak” Belli ki çok ciddiye aldı iddaa’yı. İnşallah bugün yaşlı gelmez. Asuman’ın yanına oturup program saatinin gelmesini bekledim. Stüdyo’da eski yerlerimize oturduk. Sunucu da tam vaktinde gelip açılışı yaptı. Sonra elindeki kağıda bakarak: “İlk adayımız ne zaman isteyeni çıkacak diye merakla beklediğim biri” dedi. Başını kaldırıp bize doğru baktı; “Asuman hanımı aday yerine alıyoruz.” Ben şok olmuş vaziyette Asuman’a bakarken, Asuman bana göz kırpıp aday yerine gitti. Talibi Yaşar,40-45 yaş aralığında esmer biriydi. Asuman hemen atağa geçti; “Para durumun ne beyefendi?” Bu soruyu dövecekmiş gibi sordu. “1000 TL maaş alıyorum, ayrıca evim ve arabam var.” “Yetmez bunlar bana. İki ev’den aşağısını kabul etmiyorum. Bir de senin veledin vardır” Yaşar bozulduysa da belli etmedi. Yumuşak bir sesle: “Ellerinizden öper, iki oğlum var”dedi.
“Peki neden eşinizden ayrıldınız? Yoksa ihanet mi ettiniz?” Yaşar yeni bir şey hatırlamış gibi kederlendi” Yok öyle bir durum, “Sesi duygu yüklüydü, “Kendisi iki yıl önce vefat etti.” Asuman, “Siz öldürmediniz değil mi?” diye birden sesini yükseltti. Yaşar şaşkınlıkla sunucu’ya baktı. Sunucu anlamamazlıktan geldi, “Olur mu öyle şey” dedi Yaşar, “kendisini kanserden kaybettik.” “Benim söyleyeceklerim bu kadar.” Sunucu: “O zaman yorumları alalım” diyerek bizim olduğumuz tarafa döndü. İlk sözü Ajda’ya verdi: “Ben Yaşar beye şunu sormak istiyorum; eşiniz sadakatsizliğinizden dolayı mı kanser oldu?” Yaşar şaşkınlıkla başını salladı .İnanamayan gözlerle: “Ne diyorsunuz efendim siz” dedi “biz birbirimizi çok severdik.” “Çok seviyordun da neden karı aramaya başladın” diye hafiften bağırdı Ajda, “Şey, efendim…Ben birine ihtiyaç duydum” “Neye ihtiyaç duydun” diye tek kaşını kaldırdı.” Ben bilirim o ihtiyacı Yaşar bey, tuvalet ihtiyacı gibi anlık bir keyif peşindesin. Bence siz iki tane çocuğa bakıcı arıyorsunuz.” “Lütfen Ajda hanım” diye araya girdi sunucu, “Burası sorgu odası değil.” Adaylara doğru döndü: “siz bu iddialara ne cevap vereceksiniz Yaşar bey?” “Öyle şey olmaz” dedi Yaşar alıngan bir sesle: “Zaten annem çocuklara bakıyor” Asuman: “Yani annenizle mi yaşıyorsunuz?” diye sordu. “Evet, sizin için bir sorun olur mu?” “Annen, çocukların ve sen” dedi Asuman üç kuruş para hırsıyla: “Sanırım babanız bırakıp kaçtı sizi.”
Yaşar’ın yüzü kızardı. Başını eğip; “Özel meseleleri neden karıştırıyorsunuz” dedi. Sunucu’ya baktı, “Ben gitmek istiyorum!” Sunucu bilerek gecikince Asuman araya girdi: “Ne yaptınız da adam sizi bırakıp kaçtı? Babasız diye dalga geçiyorlar mıydı çocuklar sizinle? Ayrıca babasız büyümüş olman sen de sadakatsizliğe yol açmış olabilir.” Yaşar yardım ister gibi hem sunucu’ya hem bize baktı. Bu sırada seyirci kısmında oturan esmer bir kadın mikrofonu aldı. Sinirli bir sesle konuşmaya başladı: “Bu yaptığınız çok ayıp Asuman hanım. Lütfen sözlerinize dikkat edin..” “Etmezsem ne olacak” diye tersledi Asuman, “Annesi sizsiniz herhalde? Alın bu adamı buradan”, Kadına küfürlü el, kol hareketi yaptı. “Lütfen bayanlar” diye keyifle araya girdi sunucu, bize doğru döndü: “Ajda hanım, siz bu konuda ne söyleyeceksiniz?” Ajda haşin haşin seyirci tarafına baktı. Sesini yükseltti: “Sizin derdiniz ne hanımefendi? Gidin kocanıza sahip çıkın..” Kadın sinirlenerek sunucu’ya baktı. Sunucu da yapmacık bir tavırla müdahale etti: “Lütfen ama lütfen diyorum Ajda hanım”, Seyircilerin olduğu kısma döndü, “Siz ne cevap vereceksiniz hanımefendi?” Kadın etrafına tükürük saçarak: “İnsanlara hakaret etmekten başka ne yapıyorsunuz?” diye bağırdı. Bazen Ajda’ya bazen de Asuman’a bakıyordu, “Yüzünüzden pislik akıyor.” “Bu insanlarla böyle konuşamazsınız” diye sinirli bir sesle söylendi Rıdvan, “Lütfen sözlerinize dikkat edin!” Bu olaylar yaşanırken Yaşar başını eğmiş ağladı ağlayacak bir halde duruyordu. Rıdvan’ın sözlerine seyircilerin büyük bir kısmı yüksek sesle tepki gösterdi. Rıdvan’sa elini seyirciye doğru salladı, “Yuh size olsun!” Sunucu bizim bulunduğumuz bölüme geldi: “Lütfen biraz daha sakin olalım Rıdvan bey” dedi ellerini -sakin ol- anlamında sallayarak, adaylara doğru döndü; “Siz bir karara vardınız mı Asuman hanım?” Asuman: “Aradaki engeli kaldırın” diyerek ayağa kalktı.
“O zaman aradaki engeli kaldırın” dedi sunucu yüksek sesle. Paravan açılınca Asuman Yaşar’a doğru biraz daha yaklaştı ve gözlerini inceledi. Yaşar ağlamıyordu ama vursan ağlayacaktı. Asuman da içimi okumuş gibi bir anda adama tokat attı. Sunucu dahil hepimiz şoka girdik. Biz olayı anlamadan Asuman ikinci tokadı Yaşar’ın yüzüne indirdi. Yaşar ise ağlayarak yüzüstü yere uzandı ve ellerini yere vurarak ağlamaya devam etti. Sonunda, “Durun Asuman hanım!” dedi sunucu olayın yaşandığı yere doğru koşarken. Ama o gidene kadar Asuman Yaşar’ın yüzüne sert bir tekme daha attı. Sunucu olayın yaşandığı yere gittiği gibi Asuman’ı omuzların tutup uzaklaştırmaya çalıştı. Görevliler de adamı sedyeyle götürdü. Sunucu Asuman’ın seyircilere de saldırmaması için yerine kadar eşlik etti, “Lütfen sakin olun” dedi, Asuman’ı yerine oturturken. Sonra seyircilere doğru yürüdü, “Bu olayla ilgili fikrini belirtmek isteyen var mı?” Seyirciler sinmişe benziyordu. Korkudan kimse bir şey söylemedi. “Yok mu kimse?”diye ısrar etti sunucu. Ön sırada oturan kıvırcık saçlı adam, eline mikrofonu alıp; “Lütfen bu terbiyesizi kovun” dedi sinirli bir sesle, “Yoksa rakibiniz olan diğer programa gideceğim.” Sunucu Asuman’dan önce davranarak, “Lütfen sakin olalım” dedi, “Bu programda kovulmak diye bir şey yok.” Seyirci kısmında oturan altı kişi stüdyoyu terk etti. Asuman yüksek sesle: “Yaptığım bir hataydı” diye af diledi, “Herkesten özür diliyorum.” Sunucu Asuman’ı alkışladı: “Asuman hanım büyüklük gösterdi, lütfen herkes alkışlasın.” Utanmasa milli kahraman ilan edecekti. Biz grup olarak alkışladık. Seyirci kısmındaysa sadece ön sıradaki anlaşmalı bir grup alkışladı. Sunucu seyircilere doğru yaklaştı; “Evet üzücü bir olay yaşadık; ama Asuman hanım da özür diledi. Şimdi bu olanları unutup reklam’dan sonra ikinci adayı alıyoruz…Reklamlar.” Son sözü yüksek sesle söyledi Proğram reklamlara girince stüdyoya ellerinde padişahların oturduğu koltuklardan taşıyan görevliler geldi. Aday yerine karşılıklı iki tane koydular. Diğer görevliler de çeşit çeşit meyvelerin ve çiçeklerin bulunduğu masayı koltuğun yanına yerleştirdi. Taliplerin bulunduğu yeri de büyüten görevliler, toplam kırk tane sandalyeyi dizip oradaki seti biraz daha uzattılar. Sunucu heyecanla talimatlar verip yapılan her şeyi kontrol ediyordu. Görevliler
ayrıca aday yerine mini buzdolabı da koydu. Biz birbirimize şaşkınlıkla bakarak olanlara anlam vermeye çalışıyorduk. Bütün hazırlıklar bitince sunucu stüdyonun ortasına gitti. -Yayındayız- işaretini aldığı gibi konuşmaya başladı: “Şimdi öyle bir adayımız var ki bu programa neden katılmak istedi anlam veremedik. Ama katılması için de bütün şartlarını kabul ettik. Görünce siz de bize hak vereceksiniz.”
Heyecanla bağırdı: “Karşınızda VEYSİ TOPKAÇ hazretleri..”
Adayın geleceği kapı açıldı ve içinden sekiz tane görevli geldi. Görevliler saygıyla kapı’nın önünde dizildi. Orada bunlar olurken “Kim bu kendini beğenmiş” dedi Asuman, “ben ona gününü gösteririm.” “Mahvedelim onu, küfür edelim” diye kükredi Ajda. Asuman gruptakileri incelerken: “Adam geldiğinde toplu olarak küfür ediyoruz tamam mı?” dedi. Hepimiz -tamam- deyip aday tarafına baktık. Elleri önlerinde bağlanmış olan görevliler, sanki bu dünya’dan kopmuş gibiydiler. Biz merakla adayı beklerken etrafa çok güzel bir koku yayıldı. O kadar güzeldi ki koku, koklayanı kendinden alıyordu. Sonra aday kapısından nur ışığı yayıldı etrafa, gözleri kamaştırarak. En sonunda o göründü, sanki insan değil nur ışğından yaratılmış bir melekti. Yerine oturdu nazik tavırlarla, ayaklarını da getirilmiş olan diğer koltuğa uzattı. Masadan bir tane portakal alıp saymadan mideye indirdi, “Hepinizi kutsuyorum” dedi bir rahip edasıyla, sunucuya baktı “Lan sunucu bozuntusu, söz sende”. Ama sunucu dahil kimseden ses çıkmadı. Herkes büyülenmiş gibi nurdan yaratılmış bu insana bakıyordu. En sonunda sunucu kekeleyerek konuşmaya başladı: “E-e-evet, ta-talipleri aalalım”. Her milletten ve ırktan tam kırk tane kız, dizilmiş olan sandalyelere oturdu. Aralarında çirkin yoktu. Veysi hazretleri bize doğru baktı: “Bu hırbular kim? Ne arıyorlar burda” deyip elindeki üzümleri mideye indirdi.
Sunucu. “İsterseniz çıkartalım” diyerek saygıyla eğildi. “Gerek yok” diye buyurdu Veysi hazretleri; “Sadece göz zevkimi bozuyorlar”. Az önce küfür edeceğim diyen Asuman, şimdi “Bu insan olamaz, melek bile bundan daha çirkin” diyor. Veysi hazretleri eline aldığı sopayla sunucunun kafasına vurdu. “Fazla vaktim yok, prosedür neyi gerektiriyorsa yapın”. Yanında dizilmiş olan görevliye baktı. Talimat verdi: “Dolaptan bana hemen 5 lt’lik kola çıkar, ağzım kurudu”. Görevli aceleyle kolayı çıkarıp Veysi hazretlerine verdi, “Efendimiz, başka bir emriniz var mı?”. Veysi hazretleri “yok” diyerek kolayı tek yudumda bitirdi. Sesli bir şekilde geyirdi. Sunucu: “Yorumlar” diye kekeledi “yorumları alalım.”
Bizim gruptan ilk önce kimseden ses çıkmadı. Sonra Ajda ayağa kalktı: “Bana da talip olan kızların yanında bir sandalye verin” diye yalvardı. Ajda’dan sonra sırasıyla Oya, Sonya, Aslı derken bütün kızlar aynı talepte bulundu. “Hayır sizi istemiyorum pis yaratıklar” dedi Veysi hazretleri sinirli bir sesle “Gidin tuvalette oturun”. Bu sefer bütün seyirciler tek ses “Bari bu nurdan biraz da biz yararlanalım” diye yalvarmaya başladı. Veysi hazretleri şefkatle gülümsedi. Nurdan yaratılmış dişleri vardı. “Sizi kırmayacağım, lütuf edip başınızı okşayacağım. Yalnız bitli olanlar kenara çekilsin!” “O zaman herkesi tek tek alalım” Sunucu ön sıradaki bizim kumral kadını çağırdı. Kumral kadın ayakları titreyerek Veysi hazretlerinin önüne geldi, diz çöküp dua etmeye başladı. Veysi hazretleri kadının kafasına sopayla sert bir şekilde vurdu. Küfür edercesine söylendi: “Lan hemen türbeye çevirdiniz burayı, “Kadının kafasına bir daha vurdu, “Çabuk uzaklaş yanımdan, iyilik yapmaya gelmiyor.”
Kadın titreyerek ayağa kalktı. Elleri önünde bağlanmış halde: “Bizim iki tane komşu kızı var” dedi “İsterseniz hemen getireyim.” “Lan senin sümüklü komşu kızlarını ne yapayım” diye aniden bağırdı Veysi hazretleri, “Çabuk uzaklaş yanımdan” Mucize gösterdi. Üfleyince kadın aniden uçarak stüdyodaki yerine oturdu. Bu olaydan sonra tek tek bütün seyirciler onu yakından görme şerefine erdi. Ancak en son giden kocakarı “Peygamberimiz sen
ol” diyerek haddini aştı. Veysi hazretleri “Hayır” dedi kadının kafasına sopayla vurup “Elhamdülillah müslümanım. Sen de sakın cahillerden olma.” Kadın hayıflanarak yerine oturdu. Veysi hazretleri yüksek sesle konuşmaya başladı: “Şimdi size yapacağım gösteri, size verdiğim değerden dolayıdır”. Yanındaki görevliye baktı: “Git o noter bozuntusu ile camı getir.” Görevli koşarak gitti. Bir dakika sonra otuz tane görevli ile noter heyeti geldi. Görevliler, yanlarında getirdikleri kalın camı stüdyoya yerleştirdi. “Bu cam yüz metre kalınlığında ve topla, tüfekle kırılmaz. Normalde kırılması imkansız; ama Veysi hazretleri camı doğduğuna pişman edecek”. Sunucu aday tarafına dönerek saygıyla eğildi. Veysi hazretleri, “Herkese gözlüklerini verin” diyerek kendi gözlüğünü taktı. Biz de bize getirilen gözlükleri taktık. Seyircilerde kendi gözlüklerini takınca, Veysi hazretleri oturduğu yerden cama kaşlarını çatarak haşin haşin baktı; ama cam kırılmadı. Stüdyoda buz gibi bir hava esti. Herkes inanamayan gözlerle cama bakıyordu; nasıl kırılmaz diye. Veysi hazretleri ise gülümsüyordu. Sonra cama yumuşak bir bakış attı, cam paramparça oldu: “İşte işin sırrı bu” diye gülümsedi, “Bazen yumuşak davranmak size çok şey kazandırır.” Stüdyoda alkış tufanı koptu, “Aç aradaki engeli sunucu bozuntusu” diye buyurdu Veysi hazretleri. Sunucu bir şey söyleyemeden paravan kendiliğinden açıldı. Veysi hazretleri kızların en güzellerini seçti. “Bunları pakatleyin” gülümsüyordu, “Adresimi biliyorsunuz; Cennet”. Aniden ortadan kayboldu.
Sekiz görevli de ellerinde getirdikleri paketlere kızları koyup ortadan kayboldu. Sunucu da başka aday almayacaklarını belirtip proğramı erken bitirdi. Bunun üzerine herkes stüdyodaki güzel kokuyu içine çekmeye başladı. “Bu şifalı” diye bağırdı orta sıradaki kadın, “Benim tek ayağım kopmuştu, şimdi yenisi çıktı.” “Bende de kulak çıktı” dedi başka biri. Sunucu: “Tamam, herkesi dışarı alıyoruz” diye bağırdı. “Şimdi Cumhurbaşkanıyla Başbakan gelip bu güzel koku’dan yararlanacak”. Biz grup olarak çıkış kapısına doğru ilerledik. Ordan da bizi bekleyen servise
binip otele doğru hareketlendik. “Ah o ne güzel bir varlıktı” dedi Sonya büyülenmiş gibi “Onun tuvaletiyle yüzüme bakım yaparım.” Oya “En azından yüzümüze güzellik gelirdi” dedi. “Onun küçük tuvaletini şarap niyetine içerim” Asuman keyifle gülümsedi. Rıdvan öfkelendi. Kızları tek tek süzerek, “Tamam artık, çıkın bu sarhoşluktan” diye azarladı. Kızlar aniden Rıdvan’a saldırdı. Biz geride kalan erkekler, kavgayı zar zor ayırıp kendimizi otele attık. Kızlar sinirle odalarına gitti. Biz erkekler ise restorana gidip efkar dağıttık. Kafalarımızı masaya vuruyorduk. Kızlar akşam restorana gelince Rıdvan özür diledi: “Sizin kutsal değerlerinize saldırdığım için özür dilerim”. “Tamam otur” dedi Asuman: “Üzerimizdeki büyü gitti. O her kimse herkese büyü yaptı”. Rıdvan ellerini dua eder gibi açtı”. Allah bizi Veysi gibilerinden korusun, “Elini yüzüne götürdü” Amin” Biz de -Amin- dedik. Ben Asuman’a baktım. Konuyu değiştirmeye çalıştım: “Yalnız Asuman, ağlatacağız dedik de vurup ağlatacağız demedik. İddaa yatar.” “Hadi lan” Gülmeye başladı “Paramı isterim.” Rıdvan: “Ya ne biçim vurdun adama öyle?” diye güldü. “Akıllı olup baştan ağlasaydı bunlar olmazdı.” “Ajda ile parayı paylaşacaksınız herhalde” diye sordum. “Sanane lan” dedi gülerek, “Parayı sen hariç herkesle paylaşacağım. Enayi parası”. Gruptan kahkaha sesi yükseldi. Kahkahalar sürerken müdür geldi, bizi toplantı odasına götürdü..
***
Sunucu arkasında elli tane manken gibi kadınla toplantı odasına geldi. Ter içinde mırıldandı. “Durun anlatacağım” Nefes nefese yerine oturdu “Stüdyodaki kokuyu biliyorsunuz, parfüm kutusunun içine koymuştum. Buraya otobüsle gelirken kokuyu biraz üzerime sıktım, aniden otobüsteki bütün güzel kadınlar yanıma geldi ve beni koklamaya başladı. Buraya gelene kadar da kadın sayısı katlandı”. Asuman güldü, “Merak etmeyin, sabaha kadar geçer.” Sunucu şaşırarak Asuman’a baktı: “Nasıl yani?” “Büyü bu” dedi Rıdvan gülerek, “Hepimize büyü yaptı.” Sunucu grubu gözden geçirdi. Tedirgin bir tavırla: “Eğer söyledikleriniz doğruysa, dünya’nın başı büyük belada” diye mırıldandı. Şimdi şaşırma sırası bizdeydi: “Nasıl yani?”
“Bu koku ve nur ışığı KIYAMET’e kadar gitmeyecek!”
“O niye?” Asuman bitkin bir halde bu soruyu sordu. “Stüdyodaki koku ve nur ışığı gitmeyince zar zor Veysi hazretlerine ulaştık ‘Bu koku ve nur ışığı ne zaman gider?’ dedik. O da ‘Kıyamete kadar gitmeyecek, size kıyak geçtim’ dedi. Biz de program yönetimi olarak stüdyoyu "VEYSİNİZM" inancına sahip insanlara kiraladık.” Rıdvan: “Olamaz” diye yerinden sıçradı: “Dünyanın başı büyük belada!!” Oda’da kasvetli bir sessizlik oluştu. “Neyse unutalım bunları” dedi sunucu. Gözlerini Asuman’a çevirdi: “Asuman sen var ya, bu proğramın fenomenisin. Sana yarışma sonunda üstün hizmet
madalyası vereceğim” Gülümsedi. Ajda öksürerek oda’da bulunan kadınlara dikkat çekti. Sunucu eliyle kadınları gösterip “Rahat olun, onlar kokunun büyüsündeler, bizim dediklerimizi anlamazlar” dedi. Rıdvan muzip bir gülümsemeyle: “Ne yaptığımızı anlamayacaklarsa, ben odama on tanesini götürmek istiyorum” dedi. Sunucunun yüzünde hınzırca bir gülümseme belirdi: “Maalesef sana kalmadı” Elini müdürün omzuna koydu: “Biz müdür beyle kadınların paylaşımını yaptık bile. On tanesini müdür götürecek, beş tanesini otelin temizlikçisi götürecek, beş tanesini de servis şoförü götürecek, geri kalanı da ben götüreceğim..” “Çok acımazsızsınız” diye gülümsedi Ajda. Asuman, “Neyse konuyu dağıtmayalım” diye atıldı. Dikkatini sunucuya verdi: “Benim bu başarımda Hayrettinin etkisi büyük.” Sunucu önce bana, sonra da Asuman’a baktı, “O niye?” Asuman heyecanla iddaa olayını anlattı. Sunucu merakla olayı dinledikten sonra kahkahalarla güldü: “Size bir teklifim var, yarın altı adayı ağlatın hepinize yemek ısmarlayacağım. Ama ağlatamazsanız siz bana yemek ısmarlayacaksınız. Tamam mı?” Gülerek birbirimize baktık. Tek ses -Kabul- diye bağırdık. “Yarın görüşmek üzere o zaman” Sunucu müdürle birlikte ayağa kalktı. Müdür oda’da bulunan kadınlardan seçmeye başladı. Müdür kadınları seçerken sunucu sık sık -Şu esmeri bana bırak, şu sarışını bana bırak- diyordu. Müdür kadınlarla birlikte oda’dan çıktı. Sunucu bize baktı: “Müdür bey bugün size eşlik edemeyecek”. Kadınlarla birlikte gitti. Biz de restorana gittik ve tek masa etrafında toplandık. İlk sözü yine Asuman aldı: “Beyler ve bayanlar, yarın altı veya daha fazla adayı ağlatarak bu iddaa’yı kazanacağız. Taktikleri şimdiden konuşalım.” Oya: “Baktık ağlamıyorlar, tekme, tokat girişiriz” diye fikir yürüttü. “Tekme işini mi yoksa tokat işini mi?” diye duraksadı Rıdvan, “Birini bana bırak çünkü..!”
Asuman: “Bireysel oynamıyoruz” diyerek ana stratejiyi belirledi, “Takım olarak kimin önüne düştüyse o vuracak”. Ayağa kalktı: “Haydi uykunuzu iyi alın, ben yatmaya gidiyorum”. Gitti ve biz de arkasından odalara dağıldık. Sabah erkenden restorana gittim. Asuman’ın masasına oturdum. Asuman bana: “Tokat olayı işe yarıyor aklında bulunsun” diye fikir verdi, “Vurdukça vur”. Başımla onayladım. Sohbete devam ettik. Çok geçmeden müdür üzerinde don, atlet olarak yanımıza geldi. Bizi servise bindirip koşar adım otele geri döndü. “Bu müdürün çıkarttığı seslerden uyuyamadık” diye güldü Rıdvan. İki dakika sonra yeni stüdyoya gelmiştik. Her zamanki düzende oturup yeni avımızı beklemeye başladık. Sunucu tam zamanında geldi ve açılışı yaptıktan sonra ilk adayı çağırdı. Deniz tahmini 1.50 boylarındaydı. Dökülmüş saçlarıyla hiç yakışıklı durmuyordu. Talibi Özge’nin de esmer teni ve kısa boyuyla Deniz’den pek farkı yoktu. İkisi de heyecanla birbirlerine kendilerini tanıttı. Deniz daha önce evlenmemiş. Yazarlıktan geçimini sağlıyormuş. Özge ise evlenip boşanmış. Ev kadını. Adayların konuşması bitince sunucu sözü Asuman’a bıraktı: “Özge hanım” dedi Asuman yüksek sesle: “İlk kocanızla kaç yıllık evliydiniz?” “Beş” “Miladi takvime göre mi yoksa hicri takvime göre mi?”diye espri yaptım. Grup sinirle bana baktı. Belli ki ortamın yumuşamasını istemiyorlar. Asuman tekrar aday tarafına yüzünü çevirdi: “Neden boşandınız?” diyerek Özge’yi sıkıştırmaya başladı. Özge samimiyetle: “Aldattı beni” dedi. “Ne hata yaptınız da aldattı sizi?” Özge’nin yüzü gölgelendi. “Neden çocuğunuz olmadı?” diye atıldı Ajda. Tek kaşını kaldırmıştı; “Beş yıl uzun bir süre değil mi? Eğer kısırlık falan varsa Deniz bey bunu önceden bilsin.”
Özge sinirlenerek kaşlarını çattı: “Yok öyle bir şey, kısmet değilmiş.” “Benim Deniz beye tavsiyem, bu kadın yalancı ve çok çirkin olduğu için teklifi kabul etmemesi” dedi Rıdvan yüksek sesle. Özge daha da sinirlendi: “Lütfen düzgün yorumlar yapın, “Sesi birden sertleşti. Ajda şüpheli bir ses tonu takınarak: “Yani düzgünden kastınız gerçekleri söylememek mi?” dedi. “Düzgünden kastım insan olun” diye payladı Özge. “Burada bir hayvan varsa o da sizsiniz Özge hanım” diye parladı Asuman. Seyircilerden yuh sesi yükseldi. Sunucu hemen müdahale etti: “Lütfen ama lütfen yorumlarımıza dikkat edelim”. Aday tarafına döndü: “Özge hanım, size hayvan diyorlar, ne cevap vereceksiniz?” Özge sinirle bizim olduğumuz tarafa baktı; “Düzgün konuşun edepsizler, çöplükten mi geldiniz buraya. Ne halt olduğunuz belli zaten.” “Burda mevzu bizim nerden geldiğimiz değil, sizin sadakatsiz bir yalancı olduğunuz” Rıdvan’ın sözüne Asuman alkış tutunca biz de grup olarak alkışladık. “Deniz bey, ünlü bir yazar olduğunuzu söylüyorsunuz da merak ettim; tam olarak Afrika’da mı yazıyorsunuz” dedim ortamı yumuşatmak için, “Her kıtada yazılarım vardır”, cevabını verdi. “Özge karısı”, Asuman yine hedef değiştirdi. “Evin de ayna var mı? Deniz hıyarı aynayı çok severmiş” “Senin kendi tipinden haberin yok” dedi Özge nefretle: “Gece görsem korkarım”. diye de ekledi. Son sözü hafif bir alaycılıkla söyledi. Özge’nin ağlamaya niyeti olmadığı gibi bir de bize bağırınca kendine güveni geldi. Acemiliği attı, üzerinden. Deniz’in dudağında alaycı bir ifade vardı. Kavga ortamından keyif alıyor gibiydi. “Senin ağzını yırtarım kadın” diye karşılık verdi Asuman. Seyircilerden bir yuh sesi daha yükseldi.
“Deniz bey” Sonya hedef değiştirdi, “Bugüne kadar neden evlenmediniz?” “İşler yoğun olunca kadın peşinde koşmaya vakit kalmıyor”. Deniz’in keyfi yerindeydi. “Tipten olmasın” diye laf attı Asuman; “Sonuçta patates kafayla kaç kadın tavlanır ki?” Deniz gülümsedi; “On iki kadın tavlanır. Ayrıca patatesin fiyatına bakılırsa değerim anlaşılır.” Seyirciler alkışlayarak, Deniz’e destek verdi. Ancak Asuman konuşmaya başlayınca seyircilerden yuh sesi yükselmeye başladı. Asuman da konuşmasını yarıda kesip seyircilere küfürlü el kol hareketi yapmaya başladı. Bunun üzerine ikinci sırada oturan kadın, sinirle mikrofonu aldı: “Terbiyesize bak, senin aklında sorun var”. Kadının elinden mikrofonu alan yanındaki kocakarı, “Özellikle şu Asuman karısı var ya, muhakkak her pislikte var. Edep yahu” diye bağırdı. Asuman ayağa kalkıp seyircilere avuç içini gösterdi “Akıllı olun yoksa tokadı yersiniz” diye duraksadı. Sesi öfkeliydi “Allah belanızı versin!” Sunucu koşar adım Asuman’ın yanına gitti; “Lütfen Asuman hanım, biraz sakin olun”, Oturmasını işaret etti: “Lütfen oturun..” “Asuman!” Özge ortalığı daha fazla kışkırtmak için bağırdı” O pis ağzınla Allah’ın adını anma, çarpılırsın!” Asuman, öfkeden deliye döndü. İşaret parmağını sallayarak; “Muhakkak dışarıda rastlarız lan, seni ayağımın altına alacağım” diye inledi. “Dışarıyı ne bekliyoruz, ben hazırım” Özge sözünü bitirir bitirmez, Asuman ile Ajda, Özge’ye cinsel ve şiddet içerikli küfür etmeye başladı. Sunucu eliyle Asuman’ın ağzını kapatmaya çalıştı. Özge ayakkabısını bize doğru fırlattı. Ayakkabı Nurhayat’ın yüzüne gelince Nurhayat hafif bir sakatlık geçirdi. Yüzünü tutarak kendini yere attı. Asuman’ın -Allah, Allah- diyerek taarruza geçeceği sırada sunucu Asuman’ı omuzlarından tutup engelledi. Asuman sunucudan kurtulamayınca “Saldırın” diye bağırdı. Ajda yerinden fırlayarak Özge’ye doğru koşmaya başladı. Tam uçan tekme atarak Özge’ye yaklaşacağı sırada Deniz Ajda’yı yere indirdi. Görevlilerde olayın yaşandığı yere gidip Ajda’yı yerden kaldırdı. Seyircilerden bir grup ise beyaz mendillerini sallayarak bu durumu protesto etti. Görevliler Ajda’yı yerine götürdü. Sunucu görevlilere “Bekleyin” dedi, stüdyonun ortasına doğru yürümeye başladı “Stüdyo değil, savaş alanı sanki”. Duraksayıp stüdyoyu
gözden geçirdi, “Lütfen herkes sakin olsun”. Sesi yumuşamıştı, “Konuşarak sorunlarımızı halledelim. Biz burada kavga veya tartışma ortamı değil, barış ortamı istiyoruz. Lütfen bu programda biraz daha birbirimizi saygılı yaklaşalım”. Aday tarafına döndü: “Özge hanım, bu olayla ilgili yorum yapacak mısınız”
“Önce o başlattığı için başka çarem yoktu. Bu ne olduğu belirsiz kadın sürekli kişiliğime saldırıyor. Bu kadının yaptığı saldırıları tabi ki de savunma sistemimle geri yansıtacağım..” “Bu hayvanı alın buradan” diye bağırarak lafa karıştı Ajda. Sunucu bize doğru yaklaştı, “Bakın seksen milyon kişi bizi izliyor. Biraz sakin olalım”. Aday tarafına dönerek görevlilere paravanı kaldırın işareti yaptı. Paravan kalkınca aceleyle kararları sordu. Deniz olumlu yanıt verdi. Sunucu gülmeye başladı: “Al götür o zaman kadını”. Deniz de kadını kucaklayarak görüşme odasının yolunu tuttu. Sunucu seyircilere taraf döndü ve stüdyonun ortasına geldi.” Bu programda dağ dağa kavuşur” deyip kahkahalarla güldü, Stüdyoda da gülme sesleri yükseldi.
Sunucu: “Bu programda evlenen boşanmıyor” diyerek bokunu çıkardı, “Nitekim burada evlenen bir adam, aldığı kadından o kadar memnun kaldı ki, kadının kumasını da bu programda beğenip aldı. Bir alan ikincisini de istiyor”. Seyirciler ayağa kalkarak sunucuyu alkışladı. Sunucu “Az sonra Taner ile Aslı’yı evlendireceğiz. Bizden ayrılmayın” diyerek reklamlara girdi.
Program reklamlara girdiği gibi görevliler stüdyoyu düğün yerine çevirmeye başladı. Kadın görevli, elindeki mumlarla heyecanlı bir şekilde koşarken ayağı kayıp düştü. Düştüğü gibi de üzerine düşen mumları heyecanla atıp alev alan tişörtünü çıkardı ve yarı çıplak vaziyette ayağa kalkıp koşmaya başladı. Bu sırada gelen dört tane görevli, stüdyonun ortasına masa ve sandalyeleri yerleştirmeye başladı. Görevliler işlerini yaparken seyirci kısmında oturan üç tane kadın, görevlilerin yanına gitti ve görevlilere yardım etmeye çalıştı; ancak görevlilerin işini aksatmaktan başka bir şeye yaramadılar. Görevliler uyardığında ise -Anam size yardım edek istedik- deyip görevlilerle
tartışmaya başladılar. Görevlilerden bir tanesi, sinirden terleyerek kadınların yanından uzaklaştı. İki dakika sonra, hazırlıklar bitince görevliler arka plana geçti. Sunucu kadınları zar zor ikna edip yerlerine oturttu. Sonra nikah masasının önüne gidip -yayındayız- işaretini bekledi. İşareti aldığı gibi de konuşmaya başladı: ”Ve nikah saati geldi çattı. Az sonra Taner’le Aslı’nın büyük aşkına şahit olacağız”. Arkasına yarım dönerek: “Aslı hazır mısın?” diye seslendi. Görevliler -Tamamdır- işareti yapınca sunucu seyircilere taraf döndü: “Bu kadın illeti, pardon milleti var ya, biz erkekleri çıldırtır.” Stüdyoda gülme sesleri yükseldi. Sunucu kısa bir duraksamadan sonra sözlerine devam etti: “Tabi biz unutarak büyük aşka odaklanacağız”. Çiftin geleceği kapıya gitti. Sevinçle bağırdı: “Taner’le Aslı çiftini stüdyoya alıyoruz”. Gelin ve damat, müzik eşliğinde yavaş yavaş kapı’dan çıkıp nikah masasına doğru yürüdü. Sunucu ise, gelinliğin arka tarafından tutup gelinliğin etek kısmını biraz havaya kaldrdı ve peşi sıra yürüyerek nikah masasına kadar eşlik etti. Gelin ve damat oturunca sunucu nikah memurunu çağırdı. Nikah memuru gülümseyerek geldi, yerine oturdu. Şahit kısmına ise sunucuyla birlikte esmer bir bayan oturdu. Sunucu bize doğru yarım döndü: “Siz de bu mutlu anlarında Taner’le Aslının yanında olun” deyip gelmemizi işaret etti. Biz de masaya gidip damat’la gelinin etrafında dizildik. Asuman tam gelinin arkasına geçti ve çaktırmadan pislik çıkarmaya çalıştı. Nikah memuru geline kararını sorunca, Asuman gelinin kulağına doğru eğilerek fısıldadı: “Bu herif seni aldatır, sakın kabul etme!!” Gelin biraz şaşırsa da -evet- dedi. Nikah memuru damada da aynı soruyu sordu. Damat hiç beklemeden -evet- dedi. Herkes alkışlayınca mecbur biz de alkışladık. Asuman gelinin kulağına tekrar eğildi: “Adettendir, kocan olacak adamın ayağına bas!” Gelin hafiften damadın ayağına bastı; ama Asuman memnun olmadı. Gelinin sandalyesini yana doğru çekti ve “Öyle değil, böyle basacaksın!” diyerek damadın ayağını ezdi
Damat acıyla -Anam- diye inledi.. Sunucu “Lütfen Asuman hanım” diye uyardı. Asuman başını salladı, sonra gelinin kulağına tekrar eğildi, “Bu ana kuzusuyla evlenirsen anası yanınızdan ayrılmaz.” Gelin bir şey söylemedi. Bu sefer Rıdvan damadın kulağına fısıldadı, “Şimdi vurmazsan bir daha sözünü dinletemezsin”. Damadın omzunu sıvazladı. Damat ikna olmadı. Rıdvan bir daha aynı şeyleri söyleyince, damat kararsız kaldı; ancak herhangi bir harekette bulunmadan önüne döndü: “Şu yanaklara bak!” diye fısıldadı Rıdvan: “Tam tokatlık. Hem erkekliğini de ispatla yoksa ömür boyu sözünü dinletemezsin!” Damat biraz düşündükten sonra kızın yüzüne tokat attı. “Lütfen Taner bey” diyerek ayağa kalktı sunucu”. “Böyle şeylere hiç gerek yok”: Damat özür dileyince olay yatıştı. Gelin ise yüzünü tutup başını eğdi. Nikah memuru cebinden çıkardığı evlilik cüzdanını geline doğru uzattı: “Allah evliliğinizi uzun ömürlü kılsın” Gelin: “Sağol hocam” deyip evlilik cüzdanını aldı. Nikah memuru da şahit kısmında oturan kadınla birlikte gitti. Sunucu yanımıza geldi: “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım”. Görevliden düğün pastasını istedi. Görevli koşarak gitti. Bir dakika sonra dört katlı düğün pastasını getirdi ve gülümseyerek gelin’le damada çatallarını uzattı. Gelin’le damatta çatallarını aldı ve pastadan aldıkları lokmayı birbirlerine yedirdi. Asuman pislik çıkarmak için gelinin yanına gitti ve “Öyle değil be kızım” diyerek pastadan avuçladığı büyük bir lokmayı damadın yüzüne vurdu.. Damat şaşırarak: “Ne yapıyorsunuz hanımefendi?” dedi sinirli bir sesle. Rıdvan da o tarafa gitti, pastadan avuçladığı lokmayı gelinin yüzüne vurdu. Rıdvan’dan sonra Ajda, İlker derken hepimiz yanlarına gittik ve pastadan avuçladığımız lokmaları gelin’le damada fırlattık. Bazen Asuman, avuçladığı lokmaları bilerek seyircilere doğru fırlatıyordu. En sonunda damat gelinin ellinden tuttu ve yanımızdan koşar adım uzaklaştı .Sunucu heyecanla -REKLAMLAR- diye bağırdı.
***
Sonuç olarak; bugün iddaa’yı kaybettik. Daha sonra gelen adaylardan hiç kimseyi ağlatamadık. Bol kavga ve gürültüden sonra elimiz boş olarak otele döndük. Otele geldiğimizde herkesin yüzü asıktı. Hiçbir şey konuşmadan odalara dağıldık. Akşam da restoranda toplandık ve durum değerlendirmesi yapmaya karar verdik. İlk sözü Oya aldı: “Maalesef iddaa’yı kaybettik” Sesi öfkeliydi, “Bence bunun en büyük sebebi seyirci desteğini kaybetmemiz. Asuman da fazla saldırgan davranınca seyirci desteği kayboldu. Kazanmak için seyirci desteğini tekrar kazanmamız lazım.”
“Seyirci desteği o kadar da önemli değil” Asuman Oya’yı azarlar gibi konuştu. “Yenilmemizin en büyük sebebi; bazı arkadaşların pasif davranması. Fazlasıyla pasif davranan arkadaşların kendilerine çeki düzen vermesi lazım” “Ağlatınca kimse pasif değildi ama” diye atıldı İlker: “Bazılarının olayı abartması yüzünden kimseyi ağlatamıyoruz.” İlker’in sözünden sonra gruptaki ilk kırılma meydana geldi. Ajda, sandalyesiyle birlikte Oya’nın yanından ayrılıp Asuman’ın yanına gitti. Oya bir süre sinirle Ajda’ya baktı. Sonra grubu gözden geçirerek konuşmaya başladı: “İlker tamamen haklı, ilk zamanlar düzen içindeydik. Ama bazıları ön plana çıkmak için olayı abarttı.”
“Kimmiş o kimseler” diye duraksadı Ajda. Gözleri buz gibiydi, “Söyle de biz de bilelim” “O insanlar kendilerini çok iyi biliyor.” “Oya ve İlker çok doğru söylüyor. Aramızda düzen bozucu insanlar var, bunu kabul edelim” Sonya tarafını açıkça belli etti. Rıdvan tebessüm ederek: “Baş harfini söyle bari, yoksa üzerime alınacağım” diye söylendi. Sonya tatlı bir gülümsemeyle Rıdvan’a baktı: “Canım sen değilsin, o insanlar kendilerini iyi biliyor.” Gözleriyle Asuman’ı işaret etti. Asuman durumun farkına vardı. Suçlayıcı bir sesle: “İşi pişirdik tabi, şimdi
gruplaşmanın derdindeyiz” dedi. “Kimse gruplaşmanın derdinde değil!” dedi Rıdvan sakin bir tavırla: “Sadece adayları neden ağlatamıyoruz, bunu çözmenin derdindeyiz.” Sonya bana baktı. Tatlı bir gülümsemeyle, “Hayrettin, sen ne düşünüyorsun?” diye sordu. Ben şimdilik, olayları dışarıdan izleyip, daha sonra kararımı verecektim. Ama, Sonya bana fırsat bırakmadı. Kararsız bir sesle cevap verdim: “Şu an için bir düşüncem yok; ama seyirci desteğini geri kazanmamız şart”. Asuman ihanete uğramış gibi bir tavır sergiledi bana: “Benim fikrim; yarınki programa ellerimizde çiçeklerle gidip bunları seyircilere dağıtalım”
“Helal sana Hayrettin” diye gülümsedi Oya: “Sen de bizim gibi düşünüyorsun”. “Bakın seyirci falan hikaye” diye köpürdü, “Bizim tek derdimiz, grubu dağıtmak isteyen insanların varlığıdır. Bu insanların iki yüzlülüğünden dolayı başarısız oluyoruz”. Asuman elini Ajda’nın omzuna attı: Sonya sinirli bir sesle sesini yükseltti, “Açık konuş da o insanları yanımızda bulundurmayalım” Asuman ayağa kalkarken, “Yanımızdan çek git lan” diye bağırdı Sonya’ya. Sonya da ayağa kalktı. Nefretle söylendi: “Bizim iki yüzlü olduğumuzu düşünüyorsun; ama senin ön plana çıkma hevesin yüzünden, yediğimiz hakaretlerin hesabını matematik profesörü yapamaz”. Sonya’dan sonra Oya, İlker, Rıdvan ve Mahmut ayağa kalktı: Sonya yüzünü bana çevirdi: “Canım sen de bizimle gelmeyi düşünmüyor musun?” Tereddütte kaldım, “Aslında hepiniz oturun da bu sorunun altından hep birlikte kalkalım.”
Oya, “Haydi Hayrettin” diyerek kolumdan tuttu, “Oyun bozanlık yapmasan… Hem gelirsen sana bir sürprizim var.” “İnsanları böyle kandırmanız ne ayıp” diye sitem etti Asuman, “Baştan beri cazibenizi kullanarak erkeklerle dalga geçiyorsunuz.” “Kimse bizi kandırmadı” diye araya girdi Rıdvan. Sakin tavrı bozulmuştu, “Düşüncelerinin doğru olduğuna inandığım için onların yanındayım.” Oya kolumu bırakıp, Rıdvan’ı alkışladı. Keyifli bir sesle cıvıldadı: “Helal sana Rıdvan’ım, sen en doğru kararı verdin,” Tekrar bana baktı, “Hadi sen de gelsene Hayrettin.” “Ben sonra sizin yanınıza da gelirim. Şimdilik beni hoş görün” “Sen bilirsin, bizim masamız herkese açık” dedi Sonya. Bizimkilere baktım, “Haydi hepimiz onların masasına gidelim” Asuman bana küfür eder gibi baktı. O sırada diğer grup başka masaya gidip oturmuştu. Asuman diğer gruba bir süre baktıktan sonra yüzünü bize çevirdi, “Gördünüz demi yaptıklarını, zaten bu Oya ile Sonya’nın ne iş yaptığını söylememe gerek yok. Bu erkek milletinde de iki güzel söz duyunca akıl falan kalmıyor” Nurhayat: “Ne ara konuşup da anlaştılar hayret doğrusu” diyerek benim de merak ettiğim bir konuya parmak bastı. “İki gün önce aynen bu grup tuvalete birlikte girdi” diye mırıldandı Asuman: “Ben o zaman anlamıştım bunlarda bir iş var; ama bu kadarı da benim bile aklıma gelmedi be kardeşim”. Son sözleri hayret eder gibi söyledi. Ajda sinirden gülerek: “Bir de Hayrettin’e nasıl kur yapıyor, Oya karısı” dedi. “Tabi bunların amacı başka”. Oya’nın taklidini yapmaya çalıştı. Asuman: “Kız sen de onlardan mısın?” diye gülümsedi, “Şu yaptığın taklide bak. Oya karısının yaptığının çeyreğini yapmadın.” Oya’nın taklidini bokunu çıkararak yapmaya çalıştı; ancak o kadar abarttı ki, bir anda dengesini kaybedip sandalye’den düştü. Düştüğü gibi de yan masadan kahkaha sesleri yükseldi. “Gerizekalı” diye mırıldandı Oya.
Ajda Asuman’ı yerden kaldırırken, “Ne o, çok mu komik” dedi sinirle yan masaya bakarak. Asuman da ilk şoku atlattıktan sonra: “Bugünün yarınları da var, görüşürüz elbet” diye temennide bulundu. “Biz başka bir şeye gülüyorduk” dedi Sonya, “Senin kafa üstü sandalyeden düştüğünü görmedik”. Grubuyla birlikte kahkahaya devam etti. Asuman’ın yüzü sinirden kıpkırmızıya dönmüştü. Bundan sonra bir süre kimse kimseye laf atmadı. Sessizliği ise müdürün toplantıyı haber veren sesi bozdu. Müdürün sesini duyduğuma ilk kez sevindim. Müdür de aradaki gerginliği fark etmeden bizi toplantı odasına götürdü. Biz iki grup halinde masaya dağıldık.
***
Sunucu çok geçmeden yanımıza geldi, “Ne oldu size bugün, bir Allah’ın kulunu ağlatamadınız?” Gülerek grubu süzdü, “Yemeğimi isterim haberiniz olsun.” “Restoranda yemek çok” dedim, “Gelin şimdi size bir dünya yemek ısmarlıyayım.” Sunucu gülmeye başladı: “Yok öyle ucuz kurtulmak, yarın cumartesi olduğu için program yok. Boğazda balık ziyafeti istiyorum. Yarın on iki’de herkes hazır olsun.” Sonya merakla: “Cumartesi ve Pazar günleri program yok diye, para olayında sorun çıkar mı?” diye sordu. “O konuda sorun yok. Paranız her gün için ödenecek; ama son dönemde ağlama reytingi getirmiyorsunuz. Asuman gibi adayların üzerine yürüyün ya da ne bileyim ayakkabı fırlatın falan. Bol bol küfür edin. Biraz daha şiddetin dozunu artırın ki, yılın en çok izlenen programı olalım”. Ayağa kalktı, “Yarın görüşmek üzere” diyerek oda’dan çıktı. Biz de iki grup halinde restorana gittik ve yine iki grup halinde masalara dağıldık. Asuman yüksek sesle: “Beni beğenmeyen insanlar var; ama program yönetimi de herkese Asuman gibi olun diyor” diye dokundurdu. “Küfür edin, hakaret yiyin, rezil olun, kavga edin yani kısaca Asuman gibi olun diyor program
yönetimi” diye karşılık verdi Oya. Grubuyla birlikte kahkahalarla güldü. “Biz rencide ederiz rencide olmayız. Ama siz gruba dedikodu ve ayrılık getirdiniz. Kahpece vücudunuzu kullanarak erkekleri kendi etrafınızda oyuncak ettiniz.” “Yanılıyorsun Asuman” dedi İlker, alıngan bir sesle: “Biz düşünce yapımız uyduğu için buradayız. Sen ise kıskanç bir görüntü çizerek ne kadar doğru karar verdiğimizi ispatlıyorsun.” Oya’yla Sonya, ayağa kalkıp İlker’i alkışladı. Oya yüksek sesle: “Bizim kirli olduğumuzu düşünenler, sanarsın deterjanla yıkanmış gibi tertemiz” diye söylendi, Asuman sinirli bir şekilde ayağa kalktı ve kinayeli bir ses tonuyla: “Baş ağrısı yaratan böceklerle uğraşamıyacağım, ben odama gidiyorum” diye laf attı. Rıdvan sinirle ayağa kalkmaya çalıştı; ancak İlker’le Mahmut, Rıdvan’ı omzundan tutup engelledi.
“Ayıp sana Rıdvan” diye sitem etti Nurhayat “Nerdeyse kalkıp kadını döveceksin.” Asuman’ı kollarından tutarak götürdü. Biz de arkalarından gittik. Diğer grup konuşmaya devam ediyordu. Sabah keyifsizce restorana gittim. Restoranda Sonya’yla Oya, gizli bir şekilde fısıldaşıyordu. Asuman ilk kez restorana gelmemişti. Yemeğimi aldığım sırada Oya bana seslendi: “Hayrettin, bir dakika gelir misin? Bir şey soracağım.” Ben elimdeki tepsiyle birlikte o tarafa yöneldim. Yanlarına gittim. Ayakta durup Oya’nın ne diyeceğini bekledim. Sonya şakayla karışık: “Otursana ya, yemiyeceğiz seni korkma” diye sitem etti. Eliyle yanındaki sandalyeyi gösterdi “Hadi otur.” Gösterdiği yere oturdum. Merakla Oya’ya baktım. Oya’nın Asuman’la ilgili dedikodu yapacağını zannetmiştim yanıldım, “Boğaz nerede, biliyor musun?” diye gülümseyerek sordu. Elimle boğazımı gösterdim. “Burada” Gülümsedim.
İkisi de kahkaha attı. Sonya kahkahası durulunca, “Bu ne hoş bir espri böyle” diyerek yanağıma öpücük kondurdu. Ben de, “Bu da ne hoş bir öpücük” diyerek dudağımı Sonya’nın yanağına götürdüm; ancak bu sırada gür bir ses “Yavaş yavaş” diye kükredi, “Bu erkekleri de iki dakika boş bırakmaya gelmiyor.” Sesin sahibinin Asuman olduğunu anladım. Kendimi geri çektim. Ayağa kalkarken “Rezillik çıkarmadan ben gideyim” diye fısıldadım. Oya başını salladı, “Haklısın, işi gücü rezillik.” Masadaki tepsiyi aldığım sırada Rıdvan yanımıza geldi “Ne o Hayrettin, otursana, çekinecek bir şey yok.” Rıdvan’a tebessüm ettim: “Diğer arkadaşlara daha selam vermedim, zaten gideceğimiz yerde bol bol konuşuruz.” Bizim grubun yanına gidip oturdum. Hepsi asık suratlarıyla benden açıklama bekler gibi bana bakıyordu. Kısa bir sessizlik oluşunca ben ortamı güldürmek adına işi espriye vurdum: “Ne o, Marmara denizinde geminiz batmadı inşallah.” Grubu gözden geçirdim; ancak gülen olmadı, “Kabul ediyorum kötüydü.” Asuman “Hayrettin” diye sesini yükseltti, “İki yüzlülük iyi değildir biliyorsun. Bir karar ver artık.” Asuman sözünü bitirir bitirmez Sonya cinsliğine; “Hayrettin, buraya gelip şu boğaz esprini bir daha yapsana” diye seslendi. O tarafa bakıp tebessüm ettim. “Biz burada sana boşuna güveniyoruz” dedi Asuman “Yapsana bize de şu boğaz esprini.” “Ben de merak ettim şu boğaz esprini, yap da biz de gülelim” dedi Ajda. Ben espriyi anlatmaya başladım; ancak Asuman eliyle kes işareti yaptı. Birden bağırdı “Lan sen bizimle dalga mı geçiyorsun?” “Dalga denizde olur” diyecek oldum; Gruptan toplu halde -Ya sabır- lafı yükseldi. Sonya yine “Hayrettin gelsene buraya, İlker’in yaptığı espriyi dinle gülmekten altına edeceksin.”
“Kararını verdin mi?” Asuman şüpheyle bana bakıyordu. “Tamam sizinleyim, haydi biz de espri yapalım.” Asuman sabırla iç çekerek başını salladı: “Bugün onlara yüz vermeyeceksin…” “İki yüz verelim o zaman” dememle Asuman’dan tokadı yemem bir oldu. “Lan bizimle dalga mı geçiyorsun?”diye bağırdı “İki dakika kızlarla oturdun sana bir haltlar oldu.” Nurhayat da kızgınlıkla söylendi: “Sen ilaç falan almadın değil mi Hayrettin?” “İki espri yaptık diye ne bu şimdi Allah aşkına?” diye parladım. “Kabahat sen de Hayrettin” diye seslendi Sonya “gel burada güldür bizi.” Sonya’ya bakarak gülümsedim, sonra bizim gruba yüzümü çevirdim. Sakin bir tavırla, “Lütfen herkes sakin olsun” dedim. “Kuzey kore’yle güney kore’ye döndük valla.” Kimseden cevap gelmeyince sinirlenerek önümdeki yemeği yemeye başladım. Son aldığım lokma boğazımda kalınca da Nurhayat sırtıma vurdu “Yavaş yavaş! Boğulacaksın.” Öksürmeye başladım. “Lan heryeri mahvettin!” Asuman öç alır gibi sırtıma vurmaya başladı. “Asuman dur, öleceğim” diyebildim zar zor. Asuman sırtıma vurmayı kesti. Alaycı bir gülümsemeyle: “Allah’ın sopası yok; ama Asuman kulu var” dedi. “Burada Allah’ın daha zarif kulları var Hayrettin, gel yamacıma.” Oya’nın sesiyle anlık keyfi sona erdi. Ben Asuman’ın cinnet geçirmemesi için sesimi çıkarmadım.
Bu sırada sunucunun keyifli sesi restoranda yankılandı: “Herkes hazır mı?” Sonya: “Herkes hazır” diye cevap verdi. “Ancak Asuman başı ağrıdığı için
gelmeyecekmiş.” Sunucu şaşkınlıkla Asuman’a baktı. Asuman aniden yerinden fırladı. Heyecanlı bir sesle: “Sizi bilmem ama ben dün’den beri bugünü bekliyorum” dedi. Sunucunun keyfi yerine geldi, “Haydi o zaman, bugün bedava balık keyfi var diye dün akşamdan beri yemek yemedim.” “Ismarlayalımda yanımızda hiç para yok” dedi Mahmut “Sonra oralara gidip de bulaşık yıkamayalım.” Sunucunun yüzündeki gülümseme arttı “Yok canlarım, bütün masraflar günlük paranızdan düşecek.” “Zaten üç kuruş paraya burdayız, bir de masrafları biz karşılarsak hepten size borçlu çıkarız.” Bu sözüme gruptan destek geldi. Sonya yanıma gelip: “Benim paramı da Hayrettin’den kesin” dedi. “Ha üç kuruş almış, ha sıfır kuruş. Arada hiç fark yok.” Ben centilmenlik ölmemiş ayağına yattım. Göğsümü kabartarak: “Burada bulunan bütün bayanların masrafını ben karşılıyorum” diye sesimi yükselttim. Sonya boynuma sarıldı: “İşte centilmen bir beyefendi. Keşke herkes Hayrettin gibi olsa.” Gruptaki erkeklere imalı bir yüzle baktı. Rıdvan: “Gerçek centilmen cinsiyet ayrımı yapmaz” diye laf attı. “Hayrettin’in yaptığı olsa olsa kadınlara yalakalık olur.” “Yarı centilmenlik diyelim biz buna” Sonya yanağıma öpücük attı. Niyeti belli ki Asuman’ı çıldırtmak. Zaten Asuman’da nefretle bize bakarak yumruğunu sıkıyordu. “Haydi hareket vakti.” Sunucu arkasına döndü: “Hedefimiz Marmara denizi, Marş, Marş!” Askeri yürüyüş tarzında yürümeye başladı. Biz de sunucunun bu haline gülerek peşinden gittik. Kapı’nın önünde bizi bekleyen minibüsün yanına gelip tek tek binmeye başladık. Programın minibüsü en küçük boy olduğu için sıkışarak birbirimize yer açtık. Benim sağımda Asuman, solumda Sonya vardı. Resmen boku yedik!
“Şoför abi” diye seslendim: “Yol uzun mudur?” Arkasına yarım dönerek gülümsedi: “Yolumuz uzun, sen keyfine bak.” Son sözleri söylerken manalı bir şekilde kelimeleri bastırdı. Keyfime bakacağımda Asuman cadısı var yanımda. İki önümde Rıdvan’la İlker, Oya’yı ortalarına almış oynaşıyordu. Bense ateş ile barutun ortasında kaldım. Bir de Sonya cinsliğine: “Hayrettin, benim tarafıma biraz daha yaklaşsana” demez mi. Asuman eliyle etimi kopartırcasına çekerek mırıldandı: “Sakın ha!” Bu yol bitmez. Sonya elini omzuma attı: “Ne o Hayrettin, rengin atmış” dedi inadına “Bir sorun yok inşallah!” Sonya’ya bakıp zorla tebessüm ettim, “Yol tuttu herhalde, alerjik bir rahatsızlık, şimdi geçer.” “Oya” diye seslendi Sonya: “Sen neden yanımızda oturmadın. Hayrettin’in bazı varlıklara karşı alerjik bir rahatsızlığı varmış.” Oya Asuman’ın kastedildiğini bildiği halde, “Nasıl varlıklar canım?” diye sordu. “Böyle yapışkan, sen onu görmemezlikten gelsen bile o seni görür, yani anla işte” Oya’yla kahkaha attı. Ben göz ucuyla bile Asuman’a bakamıyordum. Zaten hızlı nefes alışverişi de en azından şimdilik bakmamam gerektiğini gösteriyordu. Sonya omzumdaki elini indirip elimi tuttu. Gülümseyen yüzünü de acınaklı bir hale getirdi, “Dayan, biliyorum çok zor; ama ikimiz de dayanmak zorundayız.” Merak edip göz ucuyla Asuman’a baktım. Asuman gözünü kırpmadan bana bakıyordu. Ben de fark ettirmeden gözümü yavaş bir şekilde tekrar önüme çevirdim “Kadınlar için söylüyorum” diyerek arkasına yarım döndü sunucu “Minibüs biraz küçük gelmiş olabilir; ama inanın bunu bile zor buldum. Yani işin ucunda bedava balık keyfi olmasa muhtemelen vazgeçerdim.” “Maalesef Hayrettin’in bazı varlıklara karşı alerjisi varmış” dedi Sonya. “Bir de tesadüf o canavarın soluna düşmüş.” “Aslında o varlıkları, burası boğaz diyerek İstanbul’un alakasız bir yerinde indirmemiz lazım” dedi Oya. Kaş, göz hareketiyle çaktırmadan Asuman’ı
gösterdi. Sunucu durumun farkına varmaya başladı. Yine de işi espriye vurdu: “Hayrettin, dikkat et derim; çünkü evrim geçirebilirsin.” “Kurt adam hesabı yani” diyerek muhabbete katıldı Rıdvan. “Yok, Darwin tarzı bir adama benzeyebilir.” “Doğru, Darwin’e benzemek de evrim sayılır” diye güldü Rıdvan. Herkesin keyfi yerindeydi. Ben de ortamın yumuşamış olmasından cesaretlenip Asuman’a baktım. Asuman gözünü kırpmadan bana bakıyordu: “Asuman, sen esprilere kızarak mı cevap verirsin?” Elimi gözünün önüne getirip sağa, sola salladım; Asuman: “Hayrettin, sen ne yapıyorsun!” diye dişlerinin arasından mırıldandı. Elimi indirdim ve gülümsedim, “Gözlerin açık uyuduğunu zannettim.” “Millet” diye bağırdı Sonya “Hayrettin, Asuman’ın gözleri açık halde uyuduğunu söyledi” Oya’ya göz kırptı. “Benim bildiğim bazı hayvanlar gözleri açık uyur” Oya gülümsemesini artırdı. “Oya” dedi İlker, “Bazı insanlar da fantezi olsun diye gözleri açık uyur.” “Onu bilmem de, benim bildiğim; gözlerini kapatıp karşısındaki kadına bakmaya çalışan erkekler var” diye güldü sunucu. “Bu erkeklerden herşey beklenir” dedi Nurhayat kızgınlıkla, “Yağmurlu havada güneş gözlüğü takanı bile gördüm.” Rıdvan gülümseyerek “Yüz bir yolla dikizleme sanatı isimli kitabın seksen ikinci sayfasının dördüncü satırından itibaren yazıyor” diye atıldı. “Sen de kitabı ezberlemişsin” diye gülerek duraksadım. “Bu kitap nerede satılıyor?” Rıdvan hınzırca gülümsedi “Sen Sonya’nın üzerinde biraz tecrübe kazan, ondan sonra kitabı sana veririm.” Sonya aniden bana bakıp “Sakın ha!” diye kükredi
“Hemen önüne dön.” Ben önüme dönerken “Aslında kıyafet de öğrenmek için çok müsaitti” diye mırıldandım.
Sunucu: “Arabadaki dikiz aynası da herhalde bu amaçla yapılmıştır” diye ortaya laf attı. “O amaçla yapılmamışsa da ben o amaçla kullanıyorum” dedi Rıdvan sunucu’ya bakarak, “Arabamda beş tane dikiz aynası var, millet diyor; bu ne? Ben de diyorum; bazen arkada aynı anda beş tane araba oluyor!” Oya Rıdvan’ın omzuna hafiften vurdu: “Sapık mısın sen?” “Halbuki aynı anda beş tane kadın oluyor demek istiyorsun” dedi sunucu gülerek. Keyfine diyecek yoktu.” Arabada beş yolla dikizleme sanatı, güzel fikir.” “Abi” dedi şoför Rıdvan’a doğru yarım dönerek, “Benim dolmuş yirmi kişilik. Şimdi yirmi tane dikiz aynası taktırsam bunu insanlara nasıl açıklayacağım?” Hemen önüne döndü. Rıdvan kahkahalarla gülerken, “O kadar abartırsan dolmuşta müşteri için yer kalmaz” dedi. “Yirmi tane dikiz aynası taksan bile en az on tane de yapay göz ameliyatı olman lazım” diye espri’yi sürdürdü sunucu. Oya: “Öf be kardeşim” diyerek muhabbetin içine bodoslama daldı. “Üç erkek bir araya gelmesin, konu hep aynı.” Biz erkekler Oya’ya gülmeye başladık. Bu sırada şoför “Herkes hazırlanmaya başlasın” diye anons yaptı. “Beyler, bayanlar”dedi. Oya ciddi bir sesle “Balığın boyuna dikkat ediyoruz tamam mı?” Grubu gözden geçirdi. “Para veriyoruz o kadar, tabi ki de balığın boyuna dikkat edeceğiz” diye söylendi İlker. Oya sinirlenerek içini çekti “O anlamda söylemedim.” Sesi sitem doluydu, “Mevsiminden önce avlanmış balıklara dikkat edelim diyorum.” “Mesela balıklar ortalama kaç santim olur?” “Altmış diye duydum.” “Altmış santimlik hamsi, herhalde menü de balina diye geçer.” dedi sunucu
alaycı bir sesle. Oya sitem eder gibi başını salladı. Rıdvan: “Oya’nın mantığına göre gidersek bugün aç kaldık” diye şakıdı. Ben de maksat laf olsun diye sırıtarak konuşmaya başladım, “Oya çevresel bir soruna dikkat çekti bence, neden altmış santimlik balık yiyemiyoruz sorunu?” Oya kaşlarını çattı, Sonya omzuma vurdu, gerisi de kahkahalarla güldü. “Keşke sadece Oya olsa” diye mırıldandı Rıdvan. “Doğru” dedi sunucu yeni bir şey hatırlamış gibi, “Bir de uzmanlar var.” “Uzmanlar bakmış kadın dırdırı bitmiyor, mevsiminden önce avlanıldığı için deyip en azından kendilerini kurtarmışlar” diye kahkahalarla güldü. İlker; “Gerçi ben şimdiye kadar -bu balık küçük, yemiyorum- diyen kadına rastlamadım. Tersine hatırlatınca -ne var canım, bir porsiyon daha yeriz-” diyen kadına hep rast geldim” diye atıldı Yasin. “Allah’tan bir şey söyle, “Ben bir kere rast geldim” dedi Rıdvan. “Kadın çantasından cetvel çıkardı ve balığı ölçtü. Balık elli santim gelince -on santimden bir şey olmaz-” deyip balığı afiyetle mideye indirdi.” “Allah’tan bir şey söyledik” diye of’ladı Oya, “Hayır, hayvanlara yazık diye söylüyorum.” Rıdvan: “Ben de isterim yüz sntimlik balık yemeyi; ancak ilahi adalet istemiyor” diyerek zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalıştı. “Mevsimini bekleseniz zaten sorun olmayacak.” “Mevsimini beklersek, ölme eşeğim ölme” dedi Rıdvan elini hafiften sallayarak. Sunucu yüzünü ciddileştirerek Rıdvan’a baktı. Ciddi bir tavırla, “Aslında Oya doğru söylüyor” dedi, “Balık altmış santim olmazsa, defolu diye ucuza getiririz.” Rıdvan da sunucu gibi ciddileşti. Bütün dikkatini sunucu’ya verdi, “Çok doğru söylüyorsun, sonuçta bilimsel bir araştırma. Hatta varsa yanımızda kanıt olarak bir tane de kadın dergisi götürürüz.” Oya’ya bakarak sırıttı. Oya bıkkınlıkla geriye yaslandı. Sabırla iç çekti.
“Peki Oya, yarasanın boyu az kadardır?” diye pisliğine sordum. Bana bakmadan cevap verdi: “Otuz metre falan mı?” “Oha” diye birden sesimi yükselttim, şoföre seslendim: “Şoför abi, var mı kadın dergisi?” “Olmaz mı yienim?” Şoför gizli bölmeden dergiyi çıkarmaya çalıştı. “Yav belki ejderha falan anlamıştır” deyip şoförün elinden dergiyi aldı “Peki Oya, güvercinin boyu ne kadardır?” Oya iç çekti: “Üç metre falan mı?” “Yanlışın var canım!” diye atıldı Sonya, “Yedi metre olmalı.” “Tamam susun” dedi sunucu “Fazla kadın dergisi okumayın!” Şoför gözünü yoldan ayırmadan mırıldandı: “Geçen gece kadın dergisini karıştırırken çok esrarengiz bir şey okudum.” “Neymiş o? G noktası falan mı?” Sunucu alaycı bir yüzle bize bakıp göz kırptı. Şoför ciddiyetini bozmadı, “Yok abi, öyle bir şey değil.” Sunucuya yüzünü çevirdi: “Bazı kadınlar bir araya geldiklerinde kadın ruhunu çağırıp dedikodu yapıyormuş.” Önüne döndü: “Hatta kadın ruhu, o kadınların çevresiyle ilgili bilinmeyen haberleri veriyormuş.” Kahkahalarla güldük. Rıdvan alaycı bir ses tonuyla: “Çok esrarengiz bir durum” dedi. Sunucu: “Boşver kadın ruhunu da bu "90, 60, 90" ne oluyor Rıdvan?” diye alaycı bir sesle sordu. Rıdvan sunucunun sesindeki alaycılığı fark ederek anlattı, “Kadınların bizzat kendi aralarında yaptığı bir araştırmadan çıkan kadının genel vücut ortalaması.” Sunucu şaşırmış gibi yaparak başını salladı: “Yani bizim televizyonda ve gerçek hayatta gördüğümüz şişman kadınlar da bu araştırmaya dahil mi?” “Yok hocam, bilimsel bir araştırma olduğu için onları dahil etmemişler. Yoksa bilim "110, 120, 100" gibi bir sayı derse hangi kadının bilime güveni kalır ki?” Yasin anons yapar gibi konuşmaya başladı, “Yüz yirmi kadın kullanılarak
yapılan bilimsel bir araştırmada, kadının genel vücut ortalamasının 90, 60, 90 olduğu öğrenildi. Ancak bir grup evli erkek sonucu yargıya taşıdı. Bunun üzerine açılan soruşturmada, deneyi yapan kadınların vücut ortalamasının160, 150, 120 gibi garip bir sayı olduğu öğrenildi.” Yasin sözünü bitirmeden Nurhayat küfür ederek çantasını fırlattı. Oya da, “Sizin göbeğinizin ölçüsünü bulmaya bilimin gücü yetmez!” diye bağırdı. Rıdvan yanındaki Oya’ya sarıldı, “Doğrusu bu konuda bilimsel bir araştırma olmadığı için genel olarak erkekte göbek var diyemem.” Oya’nın zor kullanmasıyla elini çekti. “Ben zaten göbek olayını kadının hamileyken karnının şişmesi olayına benzetiyorum.” Sunucu Rıdvan’la avuç içlerini birbirine vurdu. “Tabi konu çok hassas olduğu için hiç kimse gerçeği söylemeye cesaret edemiyor. Sonuçta toplu kürtaj riskini hangi devlet göze alabilir ki?” diye espri’yi sürdürdü Rıdvan. Oya Rıdvan’ın kafasına yumruk attı. Bu sırada şoför: “Herkes inebilir!” diye anons yapınca Sonya beni itip, “Hadi inelim şu dolmuştan yoksa hırsımı Asuman’dan çıkaracağım” diye söylendi. Ben Asuman’ı, Sonya beni, Oya Rıdvan’ı derken herkes birbirini iterek inmeye başladı. Herkes inince sunucu hepimizi kendi etrafında topladı. “Beni takip edin” Yürümeye başladı. “Sizi İstanbul’un en iyi restoranına götüreceğim” dedi yürürken. Kurnaz herif, ne olacak. Muhtemelen en pahalı yere götürecek. Dediği gibi de bizi şahane deniz manzarası olan bir balık restoranına götürdü. Bense ilk kez böyle şahane deniz manzarası görüyordum. “Manzara parası almazlar değil mi?” diyerek işi gırgır, şamataya vurdum. Herkes ciddiye alıp bana garip bir şekilde baktı. “Şaka yapıyorum” diyecektim, “Bak bunu hiç düşünmedik” diye lafa karıştı sunucu: “Sanırım manzara parasını da sizden keseceğim.” “Olur mu öyle şey?” dedi Rıdvan alaycı bir sesle: “Herkes restorana girince gözünü kapatsın.”
“O zaman kapıdan göz bandajı isteyelim” diyerek işin bokunu çıkardım. Asuman aniden kafama vurdu, “Hadi yürü ya, hepten saçmaladın.” İmalı bir sesle ekledi: “Sana diyorum, bazı insanlarla fazla takılma diye!” Asuman’ın bu sözüne karşılık Sonya inadına koluma girdi. Asuman da sert bir şekilde diğer koluma girip canımı acıtmaya çalıştı. Restoranda da durum değişmedi. Ateş’le barutun ortasında kaldım. Garson siparişleri almak için yanımıza geldi. Siparişleri Rıdvan verdi: “Hepimize en ucuz balık’la cetvel getir.” Garson özür diler gibi söylendi: “Maalesef cetvel diye bir yemeğimiz yok efendim.” “Yemek değil ya, bildiğimiz ölçü cetveli var ya, ondan.” “Ölçü cetveli mi?” “Arkadaşım, siz balıkları neyle ölçüyorsunuz” diye sert bir dille araya girdi sunucu, “Tabi duyarlı vatandaşa denk gelince böyle şaşırıyorsunuz!” Garson sanki karşısında uzaylı varmış gibi bizi süzdükten sonra hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaştı. Rıdvan: “Hele balık altmış santim olmasın” diye başını salladı. “Sağlıksız balık satıyorlar diye burayı kapattırırım. Ankara’da dayım var benim.” Sunucu imalı bir sesle: “Ankara buraya uzak kalmıyor mu?” diye sordu. “Dayımın kolları uzun olduğu için fark etmiyor.” “Dayın herhalde evrimini ahtapottan geçirmiş” diye lafı çaktım. Gruptan kahkaha sesleri yükseldi. Oya ise, “Rezil olduk” diyerek çantasından çıkardığı güneş gözlüğünü taktı. “İnşallah tanımazlar beni.” “Böyle daha fazla ünlülere benzedin” diye iltifat ettim. Oya sinirle başını yana çevirip denize baktı. “Adam programın sunucusu olduğu halde stres yapmıyor, Oya kıytırıktan yarışmacı olduğu halde beni tanırlar mı diye stres yapıyor” dedi Rıdvan.
Hepimiz Rıdvan’a gülüp manzaraya daldık. Sessizliği yine Rıdvan bozdu: “Amerika tatili içinde benimle idaasına giren var mı?” Duraksayıp grubu gözden geçirdi: “Bence bir daha ki programda yedi kişiyi ağlatamazsınız.” “Tabi öğrendin yöntemi, herkesle iddaasına girersin artık” dedi sunucu, “Maalesef bu iddaa geçersiz olur.” “O niye?” Bu soruyu soran Rıdvan’la birlikte herkes sunucuya baktı. “Çünkü birbirinizle iddaa’ya giremezsiniz.” “Peki bunun rövanşı ne olacak?” “Rövanş istiyorsanız teklifim şu; size bildirdiğim dört kişinin anasını ağlatacaksınız.” Rıdvan gülümsedi: “Mecaz anlamda yani.” “Yo, hayır. Stüdyoya annesiyle gelen dört adayı o kadar rencide edeceksiniz ki, anneleri ağlayacak.” Sunucu bunları söylerken bazen Rıdvan’a bazen de bize bakıyordu. “Yemezler efendim” dedi İlker gülerek. Oya gülerek: “Ben zaten yokum” diye söylendi, “Sizinle bir daha yolculuk mu? Asla!” Rıdvan yüzünü buruşturdu: “Ne varmış bizimle yolculukta?” Yüzünü sunucuya çevirip ekledi: “Hocam, yok mu dergide başka yalanlar?” Sunucu hınzırca gülümsedi. Elindeki dergiye baktı: “Baştan sona yalan haber kaynıyor bu kadın dergisi.” Dergiden rastgele bir sayfa açtı: “Bak mesela ne diyor; çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır.” “Bence doğrusu; güzel kadın yoktur, makyajlı kadın vardır olmalıydı” diye gülümsedi Yasin. Biz erkekler kahkahalarla güldük. Sonya canımı acıtmak için kolumu çekiştirdi. “Benim başıma böyle bir olay geldi” dedi Rıdvan sırıtarak, “Kızın birini eve götürdüm. Kız yüzünü yıkadıktan sonra yanıma geldi, gözlerime inanamadım. Kız da kaş ve kirpik yok.”
Nurhayat sinirle homurdandı: “Siz erkeklerin muhabbeti var ya; hep yalan.” “Neyse beyler, yemek öncesi şu makyaj muhabbetini yapmayalım, midemiz kaldırmaz. Zaten Oya’nın yüzünü şimdi yıkasan makyajdan lavabo tıkanır” dedim. Oya haşin haşin bana baktı. Gözlerini kısarak kaşlarını çattı. Bu sırada yanımıza gelen farklı bir garson, siparişlerimizi dağıtmaya başladı. Rıdvan hemen otuz santimlik catveli aldı ve önündeki balığın boyunu ölçtü. Gitmek üzere olan garsona da: “Sen de bir dakika bekle” dedi, balığın boyunu tekrar ölçtü. Balık on iki santim geldi. Rıdvan başını kaldırıp garsona baktı: “Bu olmadı, mevsiminden önce balık avlıyorsunuz. Burayı şikayet edeceğim.” Garson endişeli bir sesle: “Efendim, balıklarımız mevsimliktir” diye açıklama yaptı. “Ayrıca günlük olarak gelir.” Gözleriyle yardım ister gibi bize baktı. “Ama yapılan deneylerde balıkların ortalama boyunun altmış santim olduğu görülmüştür. Bu balık ise daha yavru.” Rıdvan’ın sözü biter bitmez sunucu atıldı: “İnanmıyorsan Oya’ya sor” Oya’ya doğru baktı. Biz de Oya’ya baktık; ama Oya ortalarda gözükmüyordu. Rıdvan ahenkli bir sesle: “Oyaa, papucu yarım, masanın altından çık da oynayalım” diye cıvıldadı. Oya masanın altından sinirli bir sesle kükredi: “Gözlüğümü düşürdüm, ne var? Ne diyorsunuz?” “Oya” dedi sunucu. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı: “Aldığımız balık küçük çıktı. Masanın altından çık da şu olayı çöz.” Oya masanın altından çıktı ve saçlarını düzeltti, “Her balık aynı boyda olacak diye bir şey yok” dedi Rıdvan’la sunucuya bakarak. Rıdvan: “Olur mu ya? Az önce sen söyledin balıklar altmış santim olacak diye” dedi, garsona baktı. “Bu balık boyları hakkında şu kadın milletini bilgilendirsene.” Garson gülümseyerek yediğimiz balığı anlatmaya başladı. Sonunda sözünü bitirince ben espriyi patlattım: “Bayan garson olsaydı, muhtemelen hala tartışıyor olurduk.” Rıdvan’la avuç içlerimizi birbirine vurduk. Oya nefretle yüzünü buruşturdu. “Çok komik.” Hepimiz önümüzdeki balığı yemeğe başladık. Sunucu iki eliyle balığı yiyordu.
Yasin balığı olduğu gibi yuttu. Rıdvan dişlerinin arasına takılan parçayı diliyle çıkarıp denize doğru tükürdü. Herkes yemeğini yedikten sonra sunucunun teklifi üzerine boğaz turu için gezinti teknesine gittik. Tekneye binip en köşede yer kaptık. “Beyler, bayanlar” dedi İlker: “En uzağa tükürme yarışmasında birinciliğim var. Benimle yarışmak isteyen var mı?” Aslı avucunun içiyle ağzını tutup, “Bakın beni deniz tutar” diye mırıldandı. “Bırakın ben gideyim.” “Bu yarışmayı izlemeden nereye gidiyorsun.” Rıdvan İlker’e baktı: “Ben varım, sen daha benim kaç kilometre tükürdüğümü bilmiyorsun.” “O zaman ben hakem oluyorum” diye keyifle araya girdi sunucu “Ortada iddaa var mı?” “Kaybeden, kazananın bugünkü masraflarını öder” dedi İlker kendinden emin bir tavırla. “Tamam” diye meydan okudu Rıdvan. Oya, Sonya, Nurhayat ve Aslı ise: “Biz izlemiyoruz böyle iğrenç bir şeyi” diyerek başka bölüme gitti. Sunucu, İlker ve Rıdvan’ı aynı hizaya getirdi: “Önce İlker tükürecek tamam mı?” İlker ve Rıdvan başıyla onayladı. Sunucu da üç’e kadar sayıp işareti verdi. İlker hafif geriledikten sonra tükürdü. Tükürük en az beş metre ileri gidince hepimiz -oha- dedik. Sonra Rıdvan bir sporcu edasıyla tükürdü; ancak tükürük rüzgarın etkisiyle geri gelip Asuman’ın yüzüne kondu. Asuman koşarak lavaboya gitti. Ajda da arkasından yardımına koştu. Rıdvan centilmenlik yaparak İlker’i tebrik etti. İlker gururlu bir sesle: “İdmanlı olsaydım en az on metre tükürürdüm” dedi. Yasin İlker’in yanına gidip, “Peki abi, sen nerden öğrendin böyle tükürmeyi?” diye sordu. İlker gögsünü kabartarak: “Ata sporu” diye cevapladı.
Sonra hepimiz diğer grubun yanına gidip şampiyonu açıkladık. Sonya iğrenme hareketi yaptı. “Asuman bile midemi bu kadar bulandırmadı. Bir daha sizinle hiçbir yere gitmem.” “Balık fiyaskosundan sonra asıl ben sizinle hiçbir yere gitmem.” Rıdvan Sonya’ya sarıldı: “Tabi buraya kadar gelmişken sana boğaz köprüsünün tarihini anlatmadan olmaz. Babam bizzat inşaatında çalıştı.” Sonya gülümsedi: “Yalancı, hani baban doktordu?” Rıdvan acıklı bir ifadesi takınarak: “Yaşadığımız maddi ve manevi zorlukları burada anlatmak istemiyorum” diye açıklama yaptı. Sesini daha duygusal bir hale getirip sözlerini sürdürdü: “Hayat çok zor Sonya” Eliyle gözyaşını silme hareketi yaptı. “Rıdvan” diye güldü sunucu, “Gözyaşın burnundan akıyor.” Rıdvan elini Sonyadan çekip sunucuya baktı. İsyan eder gibi: “Aaah! Şimdi böyle mi olduk” dedi. “Böyle yaparsan bu kadın milleti bizi ezer. Gel de inandır şimdi.” Sonya Rıdvan’ın kafasına vurdu, “Nerdeyse boğaz köprüsünün varlığına bile inanıyordum.” Yanıma geldi, bana sarıldı.
Az önce Rıdvan konuşurken yanımıza gelmişti Asuman. Şimdi bana nefretle bakıyordu “”Hayrettin” diye birden sesini yükseltti: “Gel de şu teknenin tarihini bana anlat.” Ben ne diyeceğimi kara kara düşünürken sunucunun, “Maalesef bu yolculuğumuzun sonuna gelmiş bulunuyoruz.” diyen sesi imdadıma yetişti. Koşar adım tekneden indim ve bizimkileri bekledim. Bizimkiler gülerek yanıma geldi. Birlikte minibüse doğru hareketlendik. Minibüse yaklaştığımızda şoförün horlama sesini duyduk. Oya fırsatını kaçırmadı. “Kuralmış gibi neden bütün erkekler horluyor?” Sonya’yla kahkaha attı. Biz erkekleri zayıf yönümüzden vurduğu için hiçbirimiz savunma yapamadık. Sunucu şoförün olduğu kısmın camına vurdu. Şoför karşısında bizi görünce kızardı. Aceleyle kapıyı açtı. Hepimiz dolmuşa sıkıştık. Dolmuş hareketlendi. “Bari otele kadar susalım” dedi Oya sitem eder gibi.
Ben tedbirimi alarak Nurhayat’ın yanına oturmuştum. Diğer yanımda Asuman olmasına rağmen rahattım, “Susarsak bu yol bitmez” diye cıvıldadım. “Mesela neden her kadın parfümlü dolaşır?” Nurhayat haşin haşin bana baktı. Dişlerinin arasından; “Her an elimdeki çantayı kafana indirebilirim” diye tısladı. ”Bu yüzden susman, senin beyin sağlığın için çok iyi olur.” Yutkunarak önüme döndüm. Oya’yla Sonya, alkışlayarak Nurhayat’a destek verdi. “Bak bu çanta meselesi doktora tezi olacak kadar ciddi bir konu” dedi Rıdvan: “Mesela kadınlar çantayı savunma amaçlı mı yoksa ihtiyaçlarını taşıma amaçlı mı kullanır? Bu sorunun cevabını hep merak etmişimdir.” “Bir de” diye ekledi sunucu: “Ben kadın çantasını beş dakikadan fazla taşıyamazken, nasıl oluyorda ufak tefek bir kadın bile sabahtan akşama kadar o çantayı taşıyabiliyor, hayret doğrusu.” “Bağışıklık sistemi diyelim” dedi Oya gülümseyerek. “Bağışıklık sistemi mi kalır Allah aşkına” dedi İlker hayret eder gibi yaparak, “Az önce Nurhayat çantasını atınca elime aldım, yalan olmasın otuz kilo vardı.” “O yüzden boyu kısa kalmış” diye kahkaha attı Rıdvan. Nurhayat sinirli bir sesle: “Benim boyum ortalama kadın boyunda” diye inledi. Sonya da Rıdvan’la İlker’e bakarak: “Dalga mı geçiyorsunuz be?” diye kükredi. “Canım vur Hayrettin’in kafasına da kadının gücünü görsünler” dedi Oya. Nurhayat yüksek sesle: “Bir daha böyle espri olursa, Hayrettin için iyi olmaz” diye son uyarısını yaptı. “Beni buradan alın beyler” dedim bizimkilere: “Zaten kafada üç, beş tane hücre var” “Doğrusu bugün çok param gitti. Mecbur birileriyle dalga geçmem lazım. Nurhayat da şu anda çok cazip duruyor, tabi benim paramı da üstlenirsen o zaman işler değişir Hayrattin. Bilmem anlatabildim mi?”
“Ulan düzenbaz Rıdvan, alacağın olsun!” “Demek tehdit ha! Tehdite boyun eğmiyorum” diye yüksek sesle meydan okudum. “Sen bilirsin! Hayrettin, benden günah gitti.” Rıdvan sunucuya bakarak konuşmaya başladı: “Şimdi genel kadın boy ortalaması 1.35 falansa bizim podyumda gördüklerimiz kadın değil mi?” Sunucu gülmeye başladı: “Ya da bizim podyumda gördüklerimiz kadınsa, o zaman Nurhayat kadın değil.” “Allah belanızı versin” diye bagırdı Nurhayat. Çantasını sımsıkı tutmuştu: “Kapatın bu konuyu!” Rıdvan pisliğine abartılı bir kahkaha attı, “Benim merak ettiğim; Nurhayat kadın değilse ne o zaman?” Bu sözden sonra çıldıran Nurhayat “Susun!” diye bağırdıktan sonra, çantayı iki kez kafama vurdu. Ben bir an sersemledim ve bayılmış gibi yaptım. Asuman daha sert bir şekilde kafama vurdu “Uyan lan, yemezler” deyip beni çekiştirmeye başladı. Asuman’ın çekiştirmelerine dayanamayarak gözümü açtım. Bilincimi kaybetmiş gibi “Ne oldu bana?” dedim. “Burası hastane mi?” Herkes kahkahalarla güldü. Rıdvan pisliğine: “Burası cehennem yavrum” dedi, “Solundaki kısa boylu kadın da zebani!” Sonya eliyle Rıdvan’ın ağzını kapatmaya çalıştı. Nurhayat ise, çevresine zarar vererek öfkeden deliye döndü. Rıdvan daha fazla kışkırtmak için: “Nurhayat otursana” dedi. Nurhayat oturduğu halde “Ayakta durunca uzun boylu olmuyorsun.” Nurhayat ani bir hareketle çantayı iki kez daha kafama vurdu. Asuman da yüzüme yumruk attı. Asuman’a baktım. Sinirle: “Asuman, sana ne oluyor da yüzüme yumruk atıyon” diye parladım. Asuman ağzını kocaman açarak sırıttı: “Promosyon lan bu.” Herkes kahkahalarla güldü. Kahkahalar sürerken: “Gelmek üzereyiz” diye uludu şoför, “Herkes hazırlansın.”
Ben soföre: “Allah senden razı olsun”deyip ayağa kalktım ve minibüsün durmasını bekledim. Minibüs durduğu gibi de kendimi dışarı attım. Asuman indiği gibi yanıma geldi. “Diğer gruba yüz verirsen seni doğduğuna pişman ederim” diye tehdit etti. Yüz mü bıraktın sanki, ama ben bilirim sana yapacağımı. Sabah öğlene doğru restorana gittim ve etrafıma bakındım. Sonya, Oya, Rıdvan, Mahmut bir masada, Asuman, Yasin, Nurhayat, Ajda ise diğer masada oturuyordu. Asuman: “Gel lan buraya” diye hırladı, “Yeni kararlar aldık.” Orası neresi hemşehrim? bakışı atıp Sonya’nın yanına oturdum. Sonya sevinçle bana sarıldı: “Helal sana hocam” diye gülümsedi Rıdvan, “Dünkü olaylar için de vicdan azabı çekmeye başladım.” Oya da bana doğru uzanıp yanağımdan öptü. Ben Oya’nın kulağına: “Daha fazlasını isterim” diye fısıldadım. Oya gülerek omzuma vurdu. Sonya Asuman’a inat: “Kıskananlar çatlasın” diye şarkı söylemeye başladı. Sonra masanın üzerine çıkıp halay çekti. “Hayrettin” diye yeri göğü inleterek bağırdı. Asuman: “Artık düşmanımsın lan! İki bacak gördün diye bizi sattın.” “Yasin” dedim, Asuman’ın sözüne karşılık: “Gelmeyecek misin?” Meraklı bakışlar Yasin’in üzerinde toplandı. Yasin önce Asuman’a bakarak sırıttı, sonra tereddüt içinde ayağa kalkıp yanıma geldi. Sonya aynı yapmacık tavırları Yasin’e de yaptı. “Sen de ha Yasin” dedi Ajda ihanete uğramış gibi, “Sen de mi bizi satacaktın?” Yasin elini -yürü git- anlamında salladı. Sonya bir elini bana, diğer elini Yasin’e verdi. Rıdvan da ayağa kalkıp Yasin’in elinden tuttu. Sonra Oya benim elimden tuttu, derken bizim grup tamamlandı. Biz de masanın etrafında dolanarak halay çekmeye başladık. Rıdvan keyifle: “velev ele kurba, hele hele kurba” diye şarkı söylemeye başladı. Diğer grup ise dünya kupasını kaybetmiş oyuncular gibi bize bakıyordu.
Bundan sonra akşama kadar birbirimize laf attık. Akşam saat dokuz olunca müdür bizi toplantı odasına götürdü. Sunucu gülümseyerek yanımıza geldi ve ayak üstü konuşmaya başladı: “Dün çok eğlendik; ancak yarın proğram başlıyor. Durmak yok, rezillik çıkarmaya devam.” Yanımızdan ayrıldı. Biz de restorana gitmek için hareketlendik. Bizimkiler restorana giderken ben direk odama gittim ve yatağa uzandım. Asuman’ın bağırış sesleri buradan duyuluyordu. Sürekli bana küfür ediyordu. Ben de kulaklarımı tıkayıp uykuya daldım. Sabah erkenden restorana gittim. Restoranda sadece Asuman vardı. Başını ellerinin arasına almış oturuyordu. Öksürdüğümde, ağlamaktan ya da uykusuzluktan şişmiş gözleriyle bana bakıp ayağa kalktı. Ve sağa sola sallanarak üzerime yürüdü. Tam önümde durdu, yüzüme tokat attı. “Yapma Asuman” diye sinirle mırıldandım. Ama o beni dinlemeyip yüzüme bir daha vurunca ben kendimi kaybettim. Boğazından tuttum, yüzüne yumruk attım. Yumruğu yediği gibi afallayıp geriye doğru sendeledi. Bu sırada ben Asuman’ın yüzüne ikinci yumruğu vurdum. Asuman iki elini kaldırdı ve birkaç adım sonra sırt üstü yere çakıldı. Yerdeyken bir tekme daha attım kafasına doğru. Tam ikinci tekmeyi de atacaktım ki, biri sırtımdan tutup dengemi bozdu. “Kimsin lan” diye bağırarak arkama döndüğümde İlker anlamsız bir şekilde bana bağırıyordu. İlkere de vurmak istedim; ancak o beni sandalye’ye oturtmayı başardı. Bu sırada gelen Nurhayat, çığlık atarak yerde yatan Asuman’ın yanına gittikten sonra nefretle bana baktı: “Ne yaptın pis herif” diye bağırdı. “Ağlattın kadını. Senin gibi erkek mi olur?” Asuman’ı yerden kaldırarak sandalyeye oturmasına yardım etti. Asuman da ağır hasar vardı. Gözleri morarmış, dudağı patlamış, yanakları şişmiş ve garip bir hal almıştı. Sonya: “Ellerine sağlık Hayrettin” diye gülerek yanıma geldi. Bana sarıldı: “Bir sanatçı gibi yontmuşsun kadını.” Oya da yanıma gelip beni öptü. “Erkek dediğin kadın döver” dedi yüksek sesle. Rıdvan, Oya ile Sonya’yı tutarak; “Siz benimle gelin kızlar” deyip kızları uzaklaştırdı. “Allah belanı versin Hayrettin” diye inledi Ajda “Kalıbından utan!” “Allah sizin belanızı versin” diye karşılık verdi Oya. Nurhayat çantasını Oya’ya doğru fırlattı. Çanta Oya’ya yetişmeden yere düştü.
Bu sefer Ajda Oya’ya doğru koşmaya başladı. Oya koşarken sahneye Sonya çıktı. Topuklu ayakkabısını eline alan Sonya, Ajda’ya doğru koştu. Ajda tam Oya’ya yumruk atacakken Sonya ayakkabısının topuklu kısmını Ajda’nın kafasına vurdu. Ajda bir an afallayıp ellerini kafasına götürünce, Oya da yumruğunu Ajda’nın yüzüne indirdi. Ajda iyice afallayıp geriye doğru sendelemeye başladı. Sonya ikinci kez ayakkabısını Ajda’nın kafasına vurdu. Ajda acıyla bağırdı. Oya Ajda’nın saçlarından tutacakken Mahmut araya girerek Oya’yı uzaklaştırdı. Rıdvan da Sonya’yı uzaklaştırdı. Aslı Ajda’ya yardım ederek Asuman’ın yanına götürdü.
Ayağa kalktım. Etrafıma bakındım: “Herkes sakin olsun, hepsi benim hatam. Asuman’dan özür diliyorum.” “Lan sen göreceksin”diye tısladı Asuman. Acıyla yanağını tuttu: “Dışarıda elbet elime düşeceksin.” Asuman sözünü bitirir bitirmez Sonya elindeki ayakkabıyı Asuman’a fırlattı; ancak ayakkabı Nurhayat’a geldi. Nurhayat yüzünü tutup kendini yere bıraktı. Biz bu şekil kavga ortamına dalmışken müdürün sesini duyduk “Ne oluyor burada…Bu kavgayı sonlandırın hemen. Programa geç kalacağız.” Ama ne olduysa bu anda oldu. Elinde -KADINA ŞİDDETE HAYIR- yazan pankartla aramıza dalan Yasin, “Kadına şiddete son” diye bağırdı birkaç kez. Müdür dahil hepimiz şok olduk. Asuman bile kendi acısını unutarak Yasin’e bakıyordu. En sonunda, “Şakamısınız lan siz” diye bağırdı müdür, “Çabuk yürüyün.” Sonya, Oya ve ben önden giderek olası ikinci kavgayı önledik. Asuman ise Rıdvan’la İlker’in kolunda geldi servise. Ajda geldiğinde hala başını tutuyordu. “Ne yapıyorsanız programda yapın!” diye bağırdı müdür. “Otel bize reyting getirmiyor” Otele geri döndü. Dolmuş hareketlenince Sonya geriye doğru yarım döndü ve “Kafan nasıl oldu Ajda?” diye dalga geçti. ”İşte böyle terbiye ederim adamı.” Ajda: “Ölümün benim elimden olacak” diye bağırdı.
Sonya kahkahalarla güldü, “Bütün erkekler bizdeyken bir bok yiyemezsin. Akıllı olmazsan Hayrettin’i üzerine salarım.” Benim ismimi duyan Ajda’nın nefesi kesildi. Cevap veremedi. Sonuçta ibretlik olarak yanında Asuman oturuyordu. Oya cebinden çıkardığı cep telefonuyla Asuman’ın fotoğrafını çekti, “İşte ölümsüz an” diye güldü. Asuman: “Sil lan o fotoğrafı” diye bağırdı. Oya başını iki yana salladı. Hafiften tebessüm ederek: “Bu fotoğrafı twitter’da ağlayan kadın tablosu adı altında takipçilerimle paylaşacağım. Altınada; Leonardo da vinci değil, bizim Hayrettin yaptı, yazacağım.” Sonya’yla kahkaha attı. Nihayet stüdyoya geldik. Ben Oya ile Sonya’nın arasına oturdum. Asuman’la Ajda ise diğer köşede oturdu. Sunucu tam zamanında gelip keyifle açılışı yaptı, sonra bize doğru döndü: “Asuman hanım, makyajı fazla mı kaçırdınız?” Asuman utanarak bir şey söylemedi. Sunucu da fazla üstelemeden Sonya’yı sahneye davet etti. Sonya gülerek yerine oturdu. Talibi Lütfü, 40-45 yaşlarında bıyıklı, sakallı bir tipti. Adamı gören Asuman’ın biraz keyfi yerine geldi. Sonya adamı göremediği için keyifle mesleğini falan sordu. Adam yarım yamalak Türkçesiyle konuşmaya başlayınca Sonya’nın yüzü düştü. Lütfü şu anda işsizmiş; ancak en kısa sürede işe girmeyi umuyormuş. Daha önce evlenmemiş. Sunucu kurnazlık yaparak ilk sözü Asuman’a verdi. Asuman sahte bir gülüşle: “Çok uyumlu bir çift oldular” dedi “Al kızı götür Lütfü.” Ajda: “Ya senin ya toprağındır Lütfü” diyerek adamı kışkırtmaya çalıştı. “Anladın değil mi beni?” “Ajda hanım lütfen bu tarz kelimeleri kullanmayalım.” Sunucu aday tarafına döndü: “Sonya hanımı da çok mutlu gördüm, olur mu acaba bu iş?” Sonya dişlerinin arasından: “Olmaz gibime geliyor” diye mırıldandı. “Bence çok iyi bir çift oldular” diye araya girdi Asuman: “Alın bu karıyı Lütfü bey, sırtından, kafasından, bacaklarından sopayı; karnından sıpayı eksik
etmeyin.” Lütfü gelen yorumlar karşısında inanılmaz mutlu oluyordu. Oldu bu iş der gibi bakıyordu. “Bence olmadı” dedi Rıdvan: “Çünkü Sonya hanım zengin koca arıyordu.” Lütfü yüzünü buruşturdu: “Nie abe, bizi çok yakıştırdiler” Sonya’nın yüzü kızarmıştı. Kelimeleri bastırarak: “Olmayacak gibi işte Lütfü bey” diye söylendi. “Mutlaka alın bu karıyı Lütfü bey” dedi Ajda: “Olmadı döve döve kaçırın.” Sonya sen görürsün der gibi başını salladı. Lütfü ise keyifle güldü. “Lütfen ama lütfen böyle yorumlar yapmayalım” diye uyardı sunucu. “Lütfen açın engeli, ben kararımı verdim” diye feryat etti Sonya. Sunucu: “Biraz daha tanıyın birbirinizi” diyerek bizim olduğumuz tarafa döndü. “Asuman hanımın engin yorumlarından biraz daha alalım” Asuman’ın yüzünde yapmacık bir gülüş vardı, “Ben çok olumlu buluyorum” dedi. “Ben bile Lütfü bey’den elektrik aldım. Sanırım Sonya karısı da naz yapıyordur.” Sonya başını eğip sinir krizleri geçirdi. Sunucu aday tarafına dönüp gülümsedi: “Lütfü bey, Sonya hanımdan elektrik aldınız mı?” “He abe, çarpıldım vallahi” “Saçlarınızdan belli zaten” diye gülümsedi sunucu, “Saçlarınızın yarısı havaya kalkmış.” Lütfü iyice keyiflendi: “Daha neler havaye kalkti abe…Bi bilsen” Stüdyoda gülme sesleri yükseldi. “Lütfen paravanı açın” dedi Oya sinirli bir sesle.
Sunucu aday tarafına bakarak; “Kaldıralım mı Lütfü bey” diye sordu. Lütfü gözlerini sağa sola oynatarak; “Kaldırmazsan kaldırırlar abe” diye gülümsedi. Sonya çarasizce bağırdı: “Lütfen kaldırın, ben kararımı verdim.” Sonya’nın tepkisine anlam veremediği her halinden belli olan Lütfü’nün suratı asıldı. Duygu dolu bir sesle, “Sonya ğanım ne der ise o olsin. Yiyeyim oni, içeyim oni” dedi. Sunucu şefkatle gülümsedi: “Sonya şiir gibi bir kadındır Lütfü bey, ona çok dikkatli bakın.” Yüksek sesle ekledi, “Kaldırın aşıkların arasındaki engeli.” Paravan kalkar kalkmaz -Hayır- diye bağıran Sonya, hızlı adımlarla yerine oturdu. Lütfü hasretle Sonya’ya bakıp iç çektikten sonra yüzünü sunucuya çevirdi. Ağlamaklı bir sesle, “Boşver abe” dedi, “Benımda fazla umudim yokti.” Açılan kapıdan ağlayarak gitti. Sonya kendisine gülen Ajda’ya: “Kafana bir tane daha ayakkabı yemek istiyorsun” diye laf attı. Ajda sinirle başını salladı: “Otel’de seni kimse elimden kurtaramayacak!” Sunucu olayı büyütmek için bizim bulunduğumuz bölgeye geldi. Sonya’yla Ajda’ya bakarak: “Neden anlaşamıyorsunuz” diye sordu. Sonya, Ajda’dan önce davranarak; “Bu Ajda karısı bana sürekli laf atıyor” diye cevap verdi. “Yok Lütfü’yü küçümsemişim falan…Benim kadar insana saygılı başka biri var mı?” Rıdvan’dan alışkın olduğumuz gözyaşını silme hareketini yaptı. “Yalan atıyor bu kadın” diye parladı Ajda: “Timsah gözyaşları bunlar. Zaten timsaha da benziyor.” Son sözleri hafif bir alaycılıkla söyledi. “Sonya haklı efendim” dedi Oya: “Ajda bize küfür etti.” “Zaten reklam peşinde bu Ajda karısı. Ayak üstü otuz tane yalan söyler.”
Ajda tam cevap verecekken: “Ne olduysa oldu” diyerek Ajda’ya fırsat vermedi sunucu: “Bunları unutup barışın.” Bizim kızlar, birbirlerine baktıktan sonra hiçbir yumuşama belirtisi göstermeden yüzlerini sunucuya çevirdi. Sunucu stüdyonun ortasına doğru yürüdü. Seyircilerin olduğu tarafa bakarak konuşmaya başladı: “Sonuçta kamuoyu kararını verdi. Kim haksızsa kamuoyu gereken cevabı verecektir. Biz…” diye konuşmasını sürdürürken; Ajda “Efendim” diyerek konuşmaya yeltendi; ancak sunucu el hareketiyle Ajda’yı susturdu.” Lütfen Ajda hanım, tartışma istemiyorum. Şu anda okulda bizi seyreden öğretmenler, cezaevinde bizi izleyerek vakit geçiren mahkumlar, hasta bakarken tek gözü bizde olan doktorlar dahil bizi büyük merakla izleyen gurbetçi dahil tam iki yüz milyon kişi bu tartışmalardan dolayı çok üzülüyor.” Stüdyoda alkış tufanı koptu. Sunucu gülerek: “Biz büyük bir aileyiz” dedikten sonra ikinci aday olan Zeynep hanımı çağırdı. Zeynep 45 yaşlarında saçını sarıya boyatmış biriydi. Tailibi Şehmus ise 50, 55 yaşlarında olan saçı sakalı birbirine karışmış, kaba bir tipti. Zeynep muhasebe müdürüymüş. Daha önce bir kez evlenmiş. Çocuğu yok. Şehmus ise kamyon şoförüymüş. Daha önce üç kez evlenmiş. Yedi tane çocuğu var. Mal, mülk hak getire. Şehmus kadınla konuşurken iki de bir gardaşım diyordu. Kısa bir sohbetten sonra sıra bizim yorumlara geldi. İlk sözü Nurhayat aldı: “Şehmus bey sürekli yollarda olduğunu söylüyor. Acaba Zeynep hanım sürekli evde beyefendiyi mi bekleyecek?” “Gardaşım sen beni yanlış anlamışsan” dedi Şehmus “Gardaşım benim kamyonda iki kişilik yer var zaten. Zeynep gardaşım da kamyonda yatacak, kollarımın arasında” “Ne münasebet canım” dedi Zeynep kızgınlıkla.
Şehmus cevaptan pek hoşlanmadı “Yani istersen dedim Zeynep gardaşım” diye kıvırdı “Anamın evi hazır zaten.” “Şehmus abi, şunu mu demek istiyorsun; kamyonumun kadını, yüklerimin hamalı olacaksın” diye gülümsedi Rıdvan. Sunucu: “Aslında güzel kamyon yazısı olur” diyerek aday tarafına döndü, “Şehmus abi, Zeynep hanımı ilk gördüğünde ne hissettin?” Şehmus yeni bir şey hatırlamış gibi keyiflendi, “Zeynep gardaşımı ilk gördüğümde ağzımın suyu aktı.” Zeynep avucunun içiyle ağzını kapatarak sunucu’ya şaşkınlıkla baktı, “Resmen limon etkisi yaptı bende, ağzımda su bırakmadı. Hemen anamı aradım ve yeni gelin getireceğimi söyledim. O gece de Zeynep gardaşımı rüyamda gördüm.” Duraksadı, yüzüne ciddiyet kazandırdı, “Rüyayı anlatmayayım tamam mı gardaşım, ayıptır.” Sunucuyla birlikte herkes güldü. Zeynep dudağını ısırarak endişeli gözlerle bize bakıyordu. “Zeynep hanıma bir soru sormak istiyorum” diye atıldı Mahmut. Aday tarafına baktı: “Sizce ortalama balık boyu kaçtır Zeynep hanım?” Zeynep aniden ayağa kalkıp: “Terbiyesiz” diye bağırdı. “Sabahtandır sabrediyorum.” Şehmus da ayağa kalkmıştı: “Gardaşım o nasıl bir soru öyle?” Sunucu: “Mahmut bey o anlamda söylemedi” diyerek durumu düzeltmeye çalıştı, bize doğru döndü: “Mahmut bey,lütfen yanlış anlaşılmayı düzeltin.” Mahmut kırpkırmızı olmuştu: “Şey…Yani bildiğimiz balık, mesela Kalkan balığı” diye kekeledi. “Terbiyesiz” diye yine bağırdı Zeynep. Yüzünü sunucuya çevirdi: “Ben gitmek istiyorum.” Sunucu zeynep’in yanına gidip kısaca yaşadığımız olayı anlattı; ancak Zeynep tatmin olmayarak: “Lütfen gitmek istiyorum” diye diretti, “Zaten getirdiğiniz
adaya bakın” “Neyimizi beğenmedin gardaşım” diye alıngan bir sesle seslendi Şehmus “Daha görmedin bile!” Sunucu olayın fazla üstüne gitmeyerek çıkış kapısını açtırdı ve kadını yolcu etti. Sonra Şehmusun yanına gitti: “Sen hiç merak etme Şehmus abi, biz sana kamyoncu kadın buluruz.” Şehmus sitem dolu bir sesle: “Bu kadın nie böyle yapti gardaşım…Kamyonda lüks yane” dedi; ancak bu hikaye burada bitti. Sunucu Şehmus’u uğurladıktan sonra diğer adayları çağırmaya başladı. Gelen adayların çoğu görüşme odasına gitti. Bugün bizden kimsenin morali yoktu.
Proğram bittikten sonra otele gitmek için çıkış kapısına yöneldik; ancak ben bu olanlardan sıkıldığım için gruptan ayrıldım. Sunucunun odasına doğru yürüdüm. Arkamdan gelen görevli kadın: “Nereye beyefendi, lütfen beni takip edin” diye uyardı. “Acil sunucuyla görüşmem lazım, beni beklemeyin” deyip yoluma devam ettim. Sunucunun kapısını tıklatıp içeri girdim. Sunucu karşısında beni görünce, “Hayırdır Hayrettin” dedi şaşkınlıkla, “Grubu mu kaybettin?” “Hayır” diyerek karşısına oturdum, “Ayrılmak istiyorum.” Sunucu fazla zorluk çıkarmadan önündeki çekmeceden bazı kağıtlar çıkardı ve imza atmam gereken yerleri gösterdi. Ben imzaları atarken, “Neden böyle bir oyuna gerek duydunuz” diye sordum. İç çekti “Bak Hayrettin, sen iyi bir insana benziyorsun; ama senin de anlayamayacağın şeyler var.” Başımı kaldırıp yüzüne baktım: “Ne gibi şeyler? Sakın insanları kandırmanın lütuf olduğunu söylemeyin.” Sinirlenmeye başladı, “Tabi ki de lütuf değil; ama insanlar kavga ve tartışmayı
seviyorsa biz ne yapalım.” Duraksadı, anla beni der gibi baktı: “İşte senin anlamadığın nokta bu.” “İyi de burası boks yarışması değil ki, evlilik programı. İnsanlar buraya evlenmek için geliyor ve sizin amacınız da insanları evlendirmek.” “Evlendirmek bizim son işimiz. Onun öncesinde yapmamız gereken şeyler var.” “Ne gibi şeyler?” Bana doğru biraz eğildi: “Bizi var eden insanlar biraz da kavga, gürültü ve rencide olan yarışmacılar görmek istiyor. Yaşam kaynağımız reyting bizden bunu istiyorsa biz ne yapabiliriz?” Tekrar arkasına yaslandı: “Sen paranı al ve git.” Ben bu işin sonunu getirmeden hiçbir yere gitmeyecektim. “Oyuna ne gerek var ki” dedim “Zaten insanlar siz karışmasanız da kavga ediyor.” “Bak sen de itiraf ediyorsun” diye tebessüm etti “İnsanlar zaten kavga ediyor. Bizim işimiz bu süreci hızlandırmak.” “Tamam da rezil olan insanların günahı ne? Ya da gerçekten evlenmek isteyen insanların.” “Bak bizim işimiz insanları evlendirmek ya da mutlu etmek değil. Para kazanmak. Zaten o insanlar da televizyonda görünmek için buraya geliyorlar. Tabi sen bunları anlayamazsın.” “Benim burada anladığım tek şey; bir oyun içinde olmamız. Muhtemelen Asuman da sizin ajanınız.” Kahkaha attı: “Sen göründüğünden daha zekisin; ama yanlış tahmin” dedi gülerken, Şaşırarak kaşlarımı çattım: “Yanlış tahmin mi? Kim o zaman?” “Kim değil, kimler sizin grubu böldüyse onlar” dedi ciddi bir sesle. “Oya’yla Sonya mı sizin ajanınız?” Alaycı bir gülümsemeyle başını -evet- anlamında salladı.
“Ama neden” diye duraksadım, “Bizim bir olmamız sizin için daha iyi değil mi?” Of’layarak “Demek ki iyi değilmiş” dedi “Eğer çok merak ediyorsan bizi izlemeye devam et.” “Yani oyun için de oyun var…Peki biri gerçekleri öterse ne olacak?” “Hayatı kayar” Yanına gelmemi işaret etti. Ben de şaşkın bir yüzle yanına gittim. Sunucu bilgisayarı açtı ve bana ekranı gösterdi. Ekrana bakınca gözlerime inanamadım. Sağ alt köşedeki yazı ürpermeme sebep oldu -KAYIT EDİLİYORGörüntü otelin restoranını gösteriyordu. Restoran şimdilik boştu;ama akşam dolacaktı. Sunucu görüntüyü değiştirmeye başladıkça daha fazla ürperdim. Odalar, tuvaletler, banyolar derken hemen heryer kayıt altına alınıyordu. Sunucu sırıtarak bana baktı: “Senin tuvalette ki görüntülerin bile var.” “Ama neden?” “Ya konuşurlarsa. Hem buraya gelen bazı insanlar başka yerlerde de işimize yarıyor” Hepimiz oyuna gelmişiz haberimiz yok. Ve eminim bazı kız ve erkekler bu oyunun içinde piyon olarak kullanılacaktı. Sunucu bilgisayarı kapattı: “Bak bu işler çok derin” dedi bana bakarak, “Bu işlerin içinde kanal yönetimi, program yönetimi var.” Başımı salladım ve kapıya doğru yürüdüm. “Oya ve Sonya da senin gibi hiçbir şey bilmeden buraya geldiler. Biz onları seçtik ve bu işin teklifini sunduk. Önce kabul etmediler. Tabi alacakları paranın daha yüksek olduğunu söylememiştik. Parayı söylediğimizde ise hemen kabul ettiler. Şimdi sen paranı almadan gidiyorsun ya, çok şaşırdım.” Parayı nasıl unuttum! Sunucunun yanına gidip paramı aldım. Sunucu sırıtarak arkasına yaslandı, “Bu yalanda sizin suçunuz daha fazla…Parayı alırken insan gururu falan pek aklınıza gelmiyor. İşte sizin bu derece paragöz olmanız bizi bu
kadar güçlü yapıyor” diyerek hayat dersini de vermeyi ihmal etmedi. Hızlı adımlarla oda’dan çıktım ve yürürken “Adam haklı” diye fısıldadım. Dışarı çıktığımda hava kararmaya başlamıştı. Ve ben nereye gitmem gerektiğini bile bilmiyordum. Kocakarının kirasını ödemeden gittiğim için bu saatte beni eve almazdı. En iyisi dostum Rıfat’ın yanına gitmek. Rıfat’ın evi yaşlı kurda yakın olduğu için önce oraya uğradım; ancak dükkan kapalı olduğundan direk Rıfat’ın evine gittim. Rıfat karşısında beni görünce “Vay kardeşim” diye güldü “Karıyı da getirdin mi?” Başını dış kapıdan çıkarıp sağa sola baktı. “Yani programdan haberin var” dedim içeri girerken. Heyecanla sırıttı “Dışarıda kıyamet kopuyor, sen haberin var mı diyon?” Programın toplum üzerindeki etkilerini anlatmaya başladı. O anlattıkça benim şaşkınlığım artıyordu. Meğer herkes bizi konuşuyormuş. En çokta Asuman’ı. Ah bir de perde arkasını bilseler! Rıfat her şeyi anlattıktan sonra “Ev de çok kirlendi” diye sırıttı, “Özüne dönüp evi temizlesen çok iyi olacak.” “Yav bırak Allah aşkına, ben son model arabalardan inmezdim.”
***
Dışımdan bunları söylüyordum; ancak içimden, temizlik işine geri dönmeyi düşünüyordum. O geceyi Rıfat’ın evinde geçirdim. Sabah kenar mahalleye gittim. Kenar mahalle bıraktığım gibiydi. Az ilerdeki kocakarı, cadıları toplamış dedikodu yapıyordu. “Şaziye teyze” diye gülümseyerek seslendim. Kocakarı konuşmasını yarıda kesip bana baktıktan sonra ayağa kalktı ve bana
doğru yürümeye başladı. Ellerimi iki yana açtım: “Seni çok özledim teyze” diye yalan söyledim. Kocakarı iki eliyle yakama yapıştı. Sinirli bir sesle: “Hergele parami ver” diye ağladı, “Kaçırdin parami..” Kocakarının ellerini sert bir şekilde tutup geri ittim. Zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalıştım, “İnsan önce hoş geldin der Şaziye teyze.” Cebimden paraları çıkardım, “Kaçırmadık paranı, çalıştık kazandık..”
Kocakarı paraları görünce imana geldi. Sevinçle gülmeye başlayıp ellerini uzattı. Ben parayı deste haline getirdim, kocakarının yüzüne sertçe vurdum. Sonra birkaç kez daha vurup kendime özgüven aşıladım. Paranın insana her şeyi yaptıracağını bildiğim için: “Bak” dedim para destesini kocakarının gözünün önünde bir sağa bir sola oynatarak. Gözleriyle parayı takip ediyordu. Bilmeden hipnoz ettik galiba, “Şaziye teyze” diye bağırdım, afalladı “Eğer paraları istiyorsan evi tekrar bana kiralayacaksın.” Gülerek başıyla onayladı. Parayı hala sallıyordum “Yetmez, bir de evi hemen temizleyeceksin. Ayrıca karnım çok aç olduğundan bugün dahil hergün üç vakit yemek getireceksin.” “Temam” Gözleriyle hala parayı takip ediyordu. Yıllarca kanımı sömüren kocakarının yüzüne para destesiyle vurmaya başladım. Yüzü kızarınca vurmayı kestim. Sadaka niyetine küçük bir deste para verdim “Çabuk evi temizle.” Yanına iki tane cadı alıp evi temizlemeye gitti. Acaba para sihirli de benim mi haberim yok, diye düşündüm. Bu insanları düşündüm. Bodrum’u düşündüm. Kendimi düşündüm..
Bir süre sonra kocakarının iğrenç sesiyle gerçek dünya’ya döndüm. Ayağa kalkıp kocakarının yanına gittim “Hemen yemek getiriyorsun yoksa bir daha para yok” Mezarıma gittim. Çok geçmeden kapıdan tık sesi geldi. Ben de koşar adım gidip kapıyı açtım. Yemeği kocakarı yerine cadılardan biri getirmişti.
Tek adımını ileri doğru attı. Eve girmeye dünden razı. Şimdi eve alsam babası başıma bela olur, diye düşünerek sadece tepsiyi aldım, kapıyı yüzüne kapattım. Mutsuz bir yüz ifadesiyle yemeği yedim. Sonuç olarak kenar mahalleye geri dönmüştüm. Ama ben, eski ben değildim. Sabah kahvaltıyı aradım; ancak ortalarda kahvaltı gözükmüyordu. Sinirlenerek dışarı çıktım, kocakarının yanına gittim. Sabah antrenmanı olarak kocakarının yüzüne para destesiyle bir, iki tane vurdum “Lan bir daha kahvaltım hazır olmazsa bu parayı rüyanda bile göremezsin” diye bağırdım. Kocakarının yanındaki dünkü cadı gülümseyerek beni seyrediyordu. İkisine de yüz vermeden durağa doğru koşmaya başladım. Bir şekilde bu paraları çoğaltmam lazım; çünkü para bittiği an kocakarı eski haline dönecek ve bu tokatların hesabını en acı şekilde soracak. Durağa geldiğim gibi çevremi inceledim; ama bizim sarışını göremedim. Yürümeye başladım. Yürürken şık bir market gördüm, o tarafa yöneldim. İçeri girdim. Kasada sarışın bir çocuk duruyordu. Cebimdeki parayı çıkartıp “Yakışıklı, şu parayı en küçük kağıt para şeklinde bozsana. Ama en küçük kağıt para şeklinde olacak” dedim parayı uzatırken. “O kadar para çıkmaz abi.” Elimdeki parayı direterek uzattım “Hayat mayat meselesi, yap bize bir iyilik.” “Hayırdır abi?” diye şaşırarak başını salladı “Bozuk paranın hayatınla ne ilgisi var?” “Düğünüm var” dedim kelimeleri bastırarak “Bahşiş dağıtacağım.” İşaret parmağımla kafamı gösterdim” Anladın mı?” Hınzırca gülümsedi “Anladım abi, düğünü ucuza getireceksin yani.” Kasadan kalın bir deste para çıkardı “Bütün bozuk paraları sana verdim abi” dedi parayı uzatırken. Paraları değiştirdim. Sonra kendi paramdan kalın bir deste para ayırdım. “Sen bana güzellik yaptın, ben de sana güzellik yaparak bu parayı veriyorum.” Parayı uzattım.
Çocuk inanamayan gözlerle elini uzatıp parayı almaya çalışınca parayı geri çektim. “Şaka be kardeşim” diye güldüm. “Bu parada tüyü bitmemiş yetimin hakkı var.”
Bir an afalladıysada çabuk toparlandı: “Şey abi” diye kekeledi “Sen öyle paraları uzatınca şaşırdım.” “Şaşırırsın tabi” diyerek paraları saymaya başladım. Sayma işlemi bitince “Zengin ettin beni” diye gülümsedim. “Fazla paramı verdim abi” diye endişeyle gözlerini açtı. “Yok be kardeşim” diye birden sesimi yükselttim “Sen hiç fazla para alıp da söyleyen birine denk geldin mi?” “Yok denk gelmedim” dedi gülerek “Eksik versek kıyameti kopartırlar.” Başımı sallayarak, “İnsan böyle bir varlıktır” dedim bu kadar hayat dersi aldıktan sonra vermeye başlayarak. Sonra önümdeki tezgahtan on paket çikolata aldım “Borcumuz ne kadar?” Aklından hesaplayıp yüksek fiyat söyleyince, “O zaman borç olarak kalsın” deyip kendimi dışarı attım ve koşmaya başladım. Çocuk da nefes nefese marketten dışarı çıktı ve arkamdan bağırdı. Uzun bir süre koştuktan sonra yavaşladım, cebimdeki parayı çıkartıp yeterince kalın mı diye baktım. Önceki paranın dört katıydı. Kocakarı parayı görünce fazlalaştı sanıp sevinecek. Bu parayla en az iki ay daha kocakarıyı eşek ederim. Bu arada ilk kez gördüğüm parkı gezmeye başladım. Çocuk parkı değildi ama, daha geniş, daha büyüktü. Yetişkin kısmında oturan insanlara baktım, az ötede tek başına oturan saçlarını sarıya boyatmış bir kadın gördüm. Önündeki süs köpeğini seviyordu. Hızlı adımlarla kadının yanına gittim. Önündeki süs köpeğine bakarak: “Dünyanın en sevimli varlıkları” diye gülümsedim. “Haklısınız; ama pek rahat durmuyor” dedi köpeğin başını okşarken. “Rahat dur lan” diye azarladım köpeği. Hafiften tekme vurdum.
Kadın bana şaşırmış vaziyette bakarken elimi uzattım. “Ben Hayrettin, sizin isminiz nedir?” Elimi sıktı “Ben Aslı” diye duraksadı, “Siz neden köpeğe vurdunuz?” “Aslında ben köpek eğitmeniyim. Bu cinse mensup köpeklerde maalesef laftan anlamıyor. Dikkat ettiyseniz şimdi daha uslu duruyor.” Gülümseyerek başını salladı: “Haklısınız galiba” dedi korkmuş köpeği severken. Orijinal sarışınların saf olduğunu duymuştum da saçını sarıya boyatanların da zaman içinde saflaştığına ilk kez tanık oluyordum. “Bu cinse mensup köpekler, biraz hırpalanmaktan, itilmekten ya da ne bileyim; tekme tokat dövülmekten çok hoşlanırlar.” Aslı merakla beni dinleyip “Bu cinsin ismi ne?” diye sordu. Bir süre düşündüm. Sonra kadının saflığına güvenerek bildiğim tek ismi söyledim. Aslı pitbull ismini duyduğu gibi köpekten uzaklaşıp bana sığındı “Çok tehlikeli” dedi heyecanla “Hemen polisi aramamız lazım!” “Rahat olun bayan” diye yatıştırmaya çalıştım Aslı’yı “Yıllarca bu itlerle uğraştım…Sanırım köpek sizin değil.” “Arkadaşım bugün için köpeğe benim bakmamı istedi; ama pitbull olduğunu söylemedi.” “Kim söyler ki Allah aşkına” dedim alaycı bir sesle “Yani aslan bıraksalar, kedi bu derler.” Korkuyla belimi tutuyordu. Ben de Aslı’nın korkusunu artırarak durumu kendi lehime çevirmeye çalıştım. “Ayakkabı kadar boyuyla otuz ton gücünde ısırıyor it oğlu it. İki yıl önce gözümün önünde yüz elli kiloluk adamı yedi bitirdi. Ama ben sizin yanınızda olduğum sürece size zarar veremez.” “Öyle mi?” Yerdeki tasmayı elime alıp “Biraz yürüyelim mi? Hem biraz açılırsınız.” diye atağa geçtim. Başıyla onaylayınca yürümeye başladık. Köpek yürümekten aciz. Arada yürümesi için ayaklarımla itiyordum.
“Bu köpekler çok tehlikeli oluyor” dedi şüpheyle “Siz emin misiniz bu köpeğin pitbull olduğuna?” “Emniyet dahil bin beş yüz tane kurumda çalıştım ve sizi temin ederim bu köpekler göründükleri gibi değillerdir. Gerçi bu köpek kötü beslenip evcilleştiği için biraz pasifleşmiş; ancak böyle bile sizi parçalayabilir.” Son sözlerimden sonra korkuyla yutkundu. Aslı’ya sarıldım. Tepki göstermeyince koca arayan kadınlardan olduğunu anladım. Samimiyeti olabildiğince ilerletmeye çalıştım. “Herşey biz insanlar için…” diyerek olayı farklı bir boyuta taşıyacaktım ki; Nerden geldiği belli olmayan 40 yaşlarındaki kıvırcık saçlı kadın köpeğini sevmeye başladı. Aslı korkuyla “Ellemeyin, pitbull o” diye atıldı. Kadın ikimize garip bir bakış attı, sonra “Anlayamadım” dedi. “Anlayamazsınız; çünkü o rus” “Türküm ben” diye lafa karıştı Aslı. Şaşkın bir yüzle bana bakıyordu. Aslı’nın kulağına eğildim “Yani köpek rus cinsi pitbull” diye fısıldadım. “Bu köpek pitbull değil” diye parladı kadın “Süs köpeği bu.” “Köpeğin de süsü mü olur Allah aşkına” dedim alaycı bir sesle “Ayıp olmasa; alın arabanıza asın diyeceksiniz.” Kadın sinirle burnundan soludu “Beyefendi, dalga mı geçiyorsunuz?” Aslı bir dakika manasında tek elini kaldırdı ve kadına şüpheyle baktı “Yani bu köpek pitbull değil mi?”
“Yok kızım” dedi kadın cinsliğine. Gözlerini bana çevirdi “Bazı kötü niyetli serseriler seni kandırarak eve atmaya çalışıyor.”
Aslı da bana öfkeyle baktı. Ben yüzümü kadına çevirdim “Kadın senin başka işin yok mu?” Aslı yüzüme tokat attı “Allah senin belanı versin” diye bağırdı. Kadınla birlikte yürümeye başladı. Zaten uğursuz kadınlar da hep beni buluyor. Sinirimden kenar mahalleye doğru yürüdüm. Benim mezarlığın önüne geldiğimde bana yemek getiren dünkü kız ayağa kalkıp gülümsedi. Kız zayıf bedeniyle son derece itici duruyordu. “Senin ismin ne?” diye sordum fazla yüz vermeden. “Kojan” “Yabancı mısın sen?” Başını iki yana salladı “Şaziye karısı nerde?” Eliyle iki katlı çürümüş binayı gösterdi. Bu kızın kelime telaffuzu herhalde ismiyle sınırlı. “Şaziye teyze” diye bağırdım. Kocakarı aceleyle yanıma geldi. Görüntü olsun diye cebimden paraları çıkardım. “Çabuk yemek hazırla” dedim emir kipi kullanarak. Gözlerimi Kojan’a çevirdim: “Kojan sen de evi temizle..” Kocakarı aç köpek gibi paralara bakıyordu. “Lan çabuk ol” diye sesimi yükselttim; İkisi de koşarak içeri girdi. Bir süre bekledim. Sonra ben de içeri girdim. Kapı açık olduğu için mezarıma sessizce sokuldum. Kojan arkası dönük temizlik yapıyordu. Yavaş adımlarla Kojan’a yaklaştım, arkasına dönüp bana gülümsedi. Ben de gülümsedim. En azından hizmetçi bulduğum için sevinçliydim. “Kojan” dedim “Anan, baban nerde olduğunu merak etmesin?” Özellikle bu
soruyu sordum; çünkü eli bıçaklı ayıların kapıyı kırıp -lan nerdasın- demesini istemiyordum. “Yok, anam, babam, abim, bacım, amcam, dayım, üvey anam, üvey ağabeylerim, üvey dayılarım, üvey amcalarım…” diye sayarken; “Tamam, tamam” diye sözünü kestim “Sen nerde kalıyon?” “Şaziye ğalada” Bu sırada Şaziye halası da yemeği getirdi. Ben kocakarının elindeki tepsiyi alıp yere çömeldim. Tam lokmayı ağzıma atacaktım ki; Kocakarı elini uzatıp para istedi. Kocakarının yüzüne nefretle baktım “Sonra veririm Şaziye teyze, hergün de para olmaz ki.” Sinirlenerek arkasını dönüp gitti. Ben de ayağa kalktım ve Kojan’ı uğurladım. Sonra uyudum.
***
Sabah erkenden durağa gittim. Şansıma çakma sarışın otobüs bekliyordu. Hızlı adımlarla yanına gidip “Selam, nerelerdesin?” dedim. Beni görünce bir heyecan yaptı ki, kalp krizi geçireceğini sandım. Tabi bu benim beklentimdi. Ancak öyle olmadı. “Buralardayım” dedi soğuk bir ifadeyle “Asıl sen nerelerdesin?” “Yani bu yüzle cehennemi bile soğutursun” diye espri yaptım, gülmedi “Mühim işlerim vardı. İtalya’da iş görüşmesindeydim.” Alaycı bir gülümsemeyle: “Kadın programlarında olmayasın?” diye dokundurdu. “Anam zorladı, yoksa ne işim olur.” “Bırak şimdi palavrayı” diye birden sesimi yükseltti “Buldun mu birini?” Çakma sarışın hiçbir yalanı yutmuyor. “Biraz da sarışın rolü yapsana” diye gülümsedim. O da gülmeye başladı: “Sarışın rolü yapayım da beni kandır öyle
mi?” “Valla çok iyi olur.” “Tabi nasıl olsa sarışın diyerek beni ekersen böyle olur işte” diye şakayla karışık azarladı beni. “Aaaa! Doğru’ya” dedim yeni hatırlamış gibi yaparak. Elimle hafiften kafama vurdum “Kusura bakma, tamamen aklımdan çıkmış. Haydi şimdi gidelim.” Yüzünü buruşturdu: “Olmaz öyle şey, herşey vaktinde güzel.” “Tamam haklısın; özür diliyorum işte!” Elini boşver anlamında sallayıp gelen otobüse bindi. Belli ki saç boyası eskimiş. Dünkü parka doğru koşmaya başladım. Parkta Aslı yoktu; ama başka bir sarışın bayan vardı. Doğal sarışınlardandı. Yanına gittim ve yanıbaşına oturdum. Hiçbir şey olmamış gibi boş gözlerle çevreyi inceledim. Sonra yüzümü sarışın kadına çevirdim. Elimle çevreyi göstererek: “Buranın mimarisini kim yaptıysa helal olsun” dedim gülümseyerek “Aynsı Amerika’da var.” “Mimarsınızı galiba?” diye gülümsedi. “Evet, Beyaz Sarayın mimarıyım” Elimi uzattım: “Ben Hayrettin, sizin isminiz nedir?” “Hülya ben” dedi elimi sıkarak, “Neden Türkiye’ye geldiniz?” “Kesin dönüş yapmadım; ama cumhurbaşkanı kalmam için çok ısrar ediyor. Diğer taraftan da Amerika başkanı ne zaman geleceğimi soruyor. Resmen iki arada bir derede kaldım. Ama daha karar vermedim…Sizin meslek grubunuz hangisi?” “Ev kadınıyım ben, iki yıl önce boşandım” dedi gülümseyerek. Gülecek ne varsa anlamadım; ama neyse “Neden boşandınız. Yoksa aldattı mı sizi?”
Merakla gözlerini açtı “Nerden anladınız aldatıldığımı?” Saçından, “Sadece tahmin yürüttüm..” Tahminim doğru çıktı. Kocası defalarca aldatmış kadını. Sonra bakmış kadın anlamıyor kendisi itiraf etmiş. Kadın da bu yüzden bunalıma girmiş. Bir yıl boyunca psikolojik tedavi gördükten sonra boynuzları kırıp atmış. Ve en önemlisi; iki yıldır hayatına hiçbir erkek girmemiş.
Hülya sözünü bitirince “Tabi çok zor şeyler yaşamışsınız. Sizi çok iyi anlıyorum” dedim duygusal bir yakınlık sağlamak için. Başıyla onayladı. Ben de kadına sarıldım. Hülya da koca arayan kadınlardan çıktı. “Beni de Amerika’ya götürsene” diyerek elini omzuma attı. Tabi hemen sömür. “Şimdi götürürdüm de Cumhurbaşkanlığı uçağında ancak bana yer varmış. Seni daha sonra götürebilirim.” Şüpheyle kaşlarını çatıp, kendi elini omzumdan attı, sonra benim elimi de omzundan itti “Sen şaka mı yapıyorsun?” diye sesini yükseltti. Kendime geldim “Olur mu ya?” diye durumu kurtarmaya çalıştım. “Belki sana şaka gibi gelebilir ama uçakta gerçekten yer yok.” Parmaklarımla sayarak “Gazeteciler, Cumhurbaşkanı’nın yaveri, yardımcıları, pilotlar, hostesler, falanlar, filanlar derken uçağın içi ana-baba gününe dönüyor.” diye devam ettim. “Mesela geçen uçuşta yer kavgası oldu.” Hala şüpheyle kaşlarını çatmış bana bakıyordu. “Peki sen nasıl oluyor da Beyaz Sarayın mimarı oluyon. Sonuçta kaç yüz yıllık saray” diye sorgulamaya başladı. “Aman sessiz konuş bu konuları” dedim kısık sesle. Çünkü tesadüfen yoldan geçen biri işimi bozabilirdi. “Beyaz sarayın kaç yüz yıllık saray olduğunu beş yaşındaki çocuk da biliyor. Ben o anlamda söylemedim. Mesela her gelen first lady kendi zevkine göre Beyaz Sarayın içini inşa ediyor. Yani Beyaz Saray yıkılıp tekrar inşa edilmiyor. Benim işim Beyaz Sarayın iç mimarisi.” Bir süre düşündü. Aklına yatınca başını salladı. “Anladım şimdi” dedi özür diler gibi. “Sana inanmadığım için özür dilerim.”
“Olur böyle şeyler, o kadar da önemli değil” diye gülümsedim. Kadına tekrar sarıldım. “Hem seni Beyaz Saraya götürdüğümde zaten göreceksin iç mimarisini” diyerek işi ilerletmeye başladım ki; Dünkü nereden geldiği belli olmayan kadının gıcık sesini duydum. “Kızım sakın inanma bu sahtekara. İşi gücü yalan atıp sizin gibi sarışın kızları dolandırmak. Hemen uzaklaşıp kurtar kendini.” Hülya sinirli bir şekilde bana baktı. Yüksek sesle: “Sen sabahtan beri beni mi kandırmaya çalışıyon?” diye tısladı. “Ne sabahı ya, daha yarım saat oldu.” Ayağa kalkarak kadına baktım: “Kadın, senin benle ne alıp veremediğin var. Sen bu dünya’da oldukça bana rahat yok. “Hızlı adımlarla yanlarından uzaklaştım. Kadının nerden geldiği de belli olmuyor ki, diye düşünürken kadını takip etmeye karar verdim. Biraz daha uzaklaştıktan sonra çalıların arasına saklandım. Kadın bir süre daha Hülya’nın yanında oturduktan sonra ayağa kalktı, yürümeye başladı. Ben de gizlenerek kadını takibe başladım. Kadın parka yakın bir binanın önünde bir süre bekledikten sonra içeri girdi. Ben de arkasından binanın önüne gittim ve kapıyı açmaya çalıştım; ancak kapı kilitliydi. Çevremi incelemeye başlayınca yanımdaki butonları gördüm. Rastgele birine bastım Bir kadın sesi “Kimsiniz?” diye sordu. “Kapıcı ben” dedim”. Ev de kimse yok, dışarıda kaldım” “Tamam Hüsnü abiy” diyerek kapıyı açtı.
*** Formalite bir güvenlik olmasına rağmen ne diye yabancıları böyle kadınlarla muhatap ederler ki, içeri sokulup yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. Kadını görünce durdum. Asansör bekliyordu. Çok geçmeden gelen asansörün içinden on yaşlarında bir çocuk çıktı. Kadın çocuğa selam verip asansöre bindi. Çocuk benim yanımdan geçtiği sırada “Yakışıklı” diye mırıldandım. “Az önceki kadın kaçıncı katta oturuyordu. Markette eşyalarını unuttu da.” “Üçüncü kat, asansörden çıkınca sağdaki ev.”
Gülümseyerek başını okşadım. Sonra verdiği adrese gittim. Zile basıp bekledim. Kadın hesapsız, kitapsız kapıyı açınca elimle kadının ağzını kapatıp zorla içeri girdim ve ayaklarımın yardımıyla kapıyı kapattım. Kadın bağırmaya çalışıyordu. Olayın dehşetinden gözleri açılmıştı. Yüzüne bir tane tokat atıp -sus- işareti yaptım; ancak kadın, sus işaretini -sos- işareti anlamış olacak ki, hala bağırmaya çalışıyordu. Ben de kadını sürükleyerek ilk gördüğüm odaya götürdüm. Oda’daki masada tesadüfen bir tabak meyve’yle meyve bıçağı vardı.
Meyve bıçağını elime alıp kadının boğazına doğru yaklaştırdım “Susmazsan ölürsün” dedim otoriter bir sesle. Meyve bıçağını biraz daha yaklaştırdım. Başıyla onaylayıp bağırmaktan vazgeçti. Ben de elimi kadının salyalı ağzından çektim. “Lan artist” dedim alaycı bir gülümsemeyle, “Şimdi öldüreyim mi seni?” Kadın -ayıptır söylemesi- küçük tuvaletini yapmaya başladı. Daha fazla sinirlendim. Kadının kafasına birkaç kez vurdum. “Hiç tuvalet ahlakıda görmemişsin” diye tısladım. Kadın ağlıyordu. Ben de kadını koltuğa oturttum: “Ulan cadı, sen kimle dans ettiğini bilmiyorsun.” Kadın titreyen ellerini birbirine kenetleyerek korkulu gözlerle bana baktı: “Aman evladım, ben şaka yapıyordum. Valla kötü bir niyetim yoktu” diye dil döktü. “Kötü bir niyetin yoktuysa neden işimi bozdun?” diye tek kaşımı kaldırdım. Kadın birşey söylemedi. Bense hayata olan nefretimi kadının yüzüne vurarak çıkardım. Yüzü kırpkırmızı oldu. Nefretle bana baktı, ve muhtemelen içinden bu olayın karakol kısmı da var- diyordu. İşte ben de buna fırsat vermemek için kadının boğazını sıktım, “Seni bu seferlik affediyorum ;ama bir daha benim gibi kadın düşürmeye çalışan erkeklerin işini bozarsan seni cehenneme yollarım. Ayrıca polise gidersense de seni bulur ,iki yüz parçaya ayırır, her parçanı farklı bir denize atarım” diye duraksadım, “Anladın mı lan beni!” Ağlayarak başıyla onayladı. Ben de bir sağ birde sol kroşe atarak özgüvenimi tazeledim. Sonra arkamı dönüp yürüdüm. Tam kapıdan çıkacakken durdum ve kadına doğru döndüm. “Sana bir iyiliğim dokunsun” dedim yumuşak bir sesle “Acilen prostat ameliyatı olman lazım.” Arkamı dönüp evden çıktım. Daha da kimsenin işini bozamaz, diye geçirdim içimden.
Binadan çıkınca az önceki butona tekrar bastım. “Kimsiniz?” diye sordu az önceki kadın sesi. “Ben Hüsnü abin” dedim gülerek” Merak ettim de; senin saçının rengi neydi?” Gülerek “Saf sarı Hüsnü abiy” diye duraksadı “Hüsnü abiy” “Buyur?” “Eğer işin yoksa gel bize, evde tekim. Biraz çekirdek çıtlatırız yane” “İşim var, çöpleri atacağım, yerleri temizleyeceğim. Sonra gelirim.” Cevabını beklemeden koşar adım binadan uzaklaştım. Bütün manyaklar da beni buluyor nedense. Kenar mahallede Kojan beni bekliyordu. Geldiğimi görünce saygıyla ayağa kalkıp içeri girdi. Ben de arkasından içeri girdim.
***
Ertesi gün önce durağa, sonra parka uğradım. Parkta sarışın bulamayınca sırasıyla kumral, esmer ve zenci kadın var mı diye göz gezdirdim; ancak hiçbirini göremedim. Parktan ayrıldım. Orada burada dolaşmaya başladım .Köprü üstünden geçerken az ilerde iki ayağı kopmuş dilenciyi gördüm. Dilenci “Sakarya’da vatan için savaşırken gazi düştüm. Ayağımı Amerikan yapımı Y4 adlı mayına basıp kaybettim. Allah rızası için bu fakire sadaka” diyerek dileniyordu. Dilencinin bu çaresiz haline acıyarak cebimdeki son demir parayı çıkardım ve dilencinin yanına gittim. Başını okşadıktan sonra parayı sol elimden gizleyerek önündeki kutuya bıraktım ve yürümeye başladım. Biraz yürümüştüm ki; arkamdan gür bir sesin bağırdığını duydum: “Lan oklum, dilenciye sadaka mı veriyon lan?”
Üzerime alınmadan yürümeye devam ettim. “Hışşşt, oklum” dedi ses daha da gürleşerek, “Sana diyorum lan, üzerinde siyah renkte dandik kıyafet olan yirmi beş yaşlarındaki lavuk.” Bu sefer üzerime alındım. Arkama döndüm. Az ilerdeki dilenci, elinde tuttuğu çakıyla bana sert bir ifadeyle bakıyordu. “Bana mı diyorsun?” diye seslenerek çekingen adımlarla yanına gittim. Dilenci yüz ifadesini bozmadan: “Ayıptır oklum” dedi “Bu parayı millet çöpe atıyor.” Dilenciye bak, parayı beğenmiyor: “Keşke param olsa da sana dünyayı versem; ama bende de yok ki. Zaten benim bebeler de evde ayakkabı ısıtıp yiyor. Bu akşam menüde bot var, istersen gel misafir ol” diye dalga geçtim. Yüz ifadesi yumuşadı. Kısık sesle “Şaka mı yapıyon?” diye mırıldandı. “Yok abi, beş gündür ayakkabı yemekten helak olduk.” Dilencinin önündeki büyük kutu para dolmuştu. Eliyle kutuyu işaret etti: “Al o zaman önümdeki paraların yarısını, bilirim fakirlik nedir.” Ben dilencinin ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım. “Al al” dedi duraksadığımı görünce. Ben de yavaş yavaş eğilerek iki elimi kutuya daldırdım ve paraların çoğunu avuçladım. Sonra vazgeçer korkusuyla hemen doğrulup koşar adım uzaklaştım. Dilenciyi gözden kaybedince durup paraları saymaya başladım. Sayma işlemi bitince şaşkınlığımı belirten bir ıslık çaldım “Maşallah ne para varmış bu işte” diye kendi kendime söylendim.
Elimde 1.200 TL vardı. Kutunun yarısı bile değil. Demek ki kutuda dört, beş bin civarında para vardı. Hınzırca gülümsedim. Yeni mesleğimi buldum, diye söylendim. Başka bir köprüye gidip dilenci var mı diye göz gezdirdim. Dilenci göremeyince olduğum yere çömeldim ve önüme cebimdeki sömüklü selpağı açtım. Dilenci’den öğrendiğim sözleri de biraz değiştirerek dilenmeye başladım. İki saat dilenmeme rağmen kimsenin beni umursadığı yoktu. Ben yokmuşum gibi önümden geçiyorlardı. Daha işlek olan başka bir köprüye gittim. Burda da akşama kadar dilenmeme rağmen bir Allah’ın kulu para vermedi. Belli ki
insanlık ölmüş. Kenar mahallede kocakarı bana musallat oldu. Yakama yapışarak “Hergele, para ver artik” dedi. “Daha bu sabah vermedim mi Şaziye teyze?” Kocakarı sinirle “Para, para” diye söylendi. Mecburen para verdim “Çabuk yemek hazırla” diye bağırdım. Koşarak içeri girdi. Ben de arkasından mezarıma gittim.. Kojan üzerinde masa örtüsünden yapılmış gecelikle beni bekliyordu. Bu Kojan biraz daha kilolu ve güzel olsa, diye düşündüm; ancak o zaman da beni bulmazdı zaten. Kojan üzerime doğru yürümeye başladı. Ben şaşkınlıkla geriye doğru sendeledim. Tam arkamı dönüp kaçacaktım ki, kocakarı elinde tepsiyle imdadıma yetişti. Tepsiyi almadan ikisini de uğurladım. Sabah üzerimdeki elbiseyi, çeşitli yerlerini yırtarak iş elbisesine döndürdüm. Sonra dilenmek için az ilerdeki bir köprüye gittim. Köprü kalabalıktı. Yere çömeldim ve rastgele, diyerek önüme bez açtım. Bu sefer acıların çocuğuyum şarkısını söylemeye başladım. Şarkıyı söylerken sekiz yaşlarında bir çocuk yanıma yaklaştı. Yumuşak sesiyle “Abi” dedi “Acılar içindeysen doktora gitsene.” Çocuk sözünü bitirir bitirmez annesi yanımıza geldi, çocuğun elinden tuttu “Utanmaz adam” dedi bana “Küçücük çocuktan bile dileniyorsun.” Çocuğu sürükleyerek yanımdan uzaklaştı. Ben de şarkıyı değiştirerek dilenmeye devam ettim. Bu seferde yanıma genç bir adam geldi “Lan dilenci” diye sırıttı. “Kredi kartı geçiyor mu?” “Sipariş verdim, makinası yakında gelecek.” “Kredi kartı geçmiyorsa şansına küs.” Arkasındaki gruba döndü: “Kredi kartı geçmiyorsa benim ne günahım var, ben iyilik yapmaya çalıştım.” Son sözleri söylerken alaycı bir sesle sesini yükseltti. Gruptaki esmer kız da: “Böyle ilkel bir şekilde dilenirsen para kazanamazsın” diye laf attı.
“Yeter ulan!” diye bağırdım ayağa kalkarken.
Gruptakiler el, kol hareketi yaparak yanımdan uzaklaştı. Bense tekrar yerime oturdum, dilenmeye devam ettim. Akşama kadar dilenmeme rağmen kimse para vermedi.
***
Gece geç vakitlerde yanıma geçen gördüğüm dilenci geldi. “Oklum bu ne hal?” diye güldü “İnsan böyle mi dilenir?” Dilencinin ayaklarına baktım. İkisi de yerinde duruyordu. Gözlerimi ovuşturup tekrar baktım. Evet, ikisi de sağlamdı. “Sen nasıl yürüyorsun?” diye şaşkınlıkla mırıldandım. “Sakat değil misin?” Gülmeye başladı. “Hadi kalk, sana her şeyi anlatacağım.” Önümdeki bezi cebime koyup ayağa kalktım, inanamayan gözlerle dilenciyi tekrar inceledim. “Bu şekil dilenirsen kimse sana acıyıp para vermez!” Yürümeye başladı. “Bu işin de kendine göre hileleri var. Sen de bu işi yapmak istiyorsan, muhakkak bu hileleri öğrenmen lazım. Yoksa, insanların acıma duygusunu sömürmeden imkanı yok para kazanamazsın.” “Ne gibi hocam? Ne tür hileleri vardır?” dedim. “Bak herkes benim sana söyleyeceklerimi söylemez. Ama ben senin bebelerine acıdığım için anlatacağım. Bir kere…” Eliyle üzerimdeki kıyafetleri işaret etti: “bu şekil bir dilenme şekli yok. İnandırıcılık sıfır. Dua et küfür yememişsin. Bu işin de kendine has hileleri vardır. Böyle üzerine eski bir kıyafet giy, git dilen artık yemiyorlar. Daha büyük hileleri var..” “Mesela ne gibi hocam? Bir örnekle açıklar mısın?”
“Tabi açıklarım” dedi bi öğretmen edasıyla: “Her türlü hilesi vardır. Mesela; ayağını ve kolunu kopmuş gibi gösteriyon, gözlerini oyulmuş gibi gösteriyon,
boynunu kopmuş gibi gösteriyon…” “Boynunu nasıl kopmuş gibi gösteriyon?” diyerek sözünü kestim, “Yani boynun yoksa insanlar seni ölü zanneder.” “Oklum öyle değil” diyerek kafama vurdu, “Boynunun yarısını açılmış gibi gösteriyon. Tabi biraz da makyaj yapıyon. Yalnız çok etkili bir numaradır.” Şaşkınlıkla başımı salladım. “Peki sen kafa numarasını yapabiliyon mu?” “Yok, ben henüz o seviyeye gelemedim; ama babam çok iyi yapar bu numarayı. Sadece boyun numarasını yaparak kendisine havuzlu bekar evi aldı.”
Yok daha neler, herhalde dalga geçiyor. “O kadar etkili yani. Peki başka ne tür hileler vardır?” “Bu işin yetmiş yedi tane hilesi vardır. Mesela; böbrek ile bağırsağını çıkarmış gibi gösteriyon, kulak’la burnunu yokmuş gibi gösteriyon, vücudunu 600 derece’de yanmış gibi gösteriyon ya da yapay kalp cihazıyla yaşıyormuşsun gibi gösteriyon” Dilenciye samimiyetle sarıldım, “Ya ben, ben hangi numarayı yapabilirim?” diye cıvıldadım. “Öncelikle çek o ellerini!” Sinirli bir sesle kelimeleri bastırdı. Ellerimi çekip “Pardon” dedim. “Fazla samimi olmayalım…Sen tekerlekli sandalyeyle ayağın sakat gibi yapabilirsin. Seviye bir yani” “Anladım. Peki bu numaraları yaparken başına ilginç bir olay geldi mi?” “Benim değil de arkadaşın başına geldi. Arkadaşım böbrek numarasıyla dilenirken adamın biri telaşla yanına yaklaşmış ve “Sakin ol, ben doktorum” deyip böbreği incelemeye başlamış. Bir süre inceledikten sonra şaşkınlıkla arkadaşa bakıp, “Ama bu hayvan böbreği?” deyince bizim ki böbreği adamın önüne attığı gibi kaçmış!”
Gülerek dilenciyi dinledim. “Yani sizin en büyük düşmanınız polis değil anlaşılan” dedim sonunda. Başıyla onayladı: “Bu tarz numaralar biraz daha riskli; çünkü yoldan geçen doktor veya yardımsever vatandaşlar yüzünden bütün emeğimiz boşa gidebiliyor.” “Özür dilerim, senin ismin neydi?” “Köksal, ya senin?” “Hayrettin” diye duraksadım. “Sormayı unuttum, tekerlekli sandalyeyi nerden bulabilirim?” “Hastaneden bedava bulabilirsin.” “Hemen gidip bir tane alayım” diye gülümsedim. Başını iki yana salladı: “Öyle her isteyene vermiyorlar, hastaneye gidip çalacaksın.” “Asla olmaz! Hem güvenliği falan vardır.” “Rahat ol biraz” dedi omuzlarımdan tutup. Sesi güven doluydu: “Zaten hastanede bol var. Hem ben de sana yardım edeceğim.” Biraz tereddüt etsemde başımla onayladım. Köksal da başladı planı anlatmaya. Planı anlattıktan sonra ciddi bir sesle: “Anladın değil mi? İş çok basit” dedi. “Anladım” Sesim endişe yüklüydü. Benim anladığımdan emin olduktan sonra bildiği bir hastane olduğunu söyleyip adımlarını hızlandırdı Köksal. Ara sokaklardan geçirip bizi hastane yerine sağlık ocağına götürdü. Sonra güvenliğin bizi göremeyeceği bir yerden, “Giriş ve çıkış ordan olacak” dedi parmağıyla güvenliğin durduğu kapıyı göstererek, “Hemen işi bitirip çıkacağız.” Bana baktı: “Yalnız çok sessiz olmamız lazım, tamam mı?” Başımı salladım. Kapıdaki güvenlik hafif şişman biriydi. Trafikte karşıya geçmek ister gibi sürekli
sağa, sola bakıyordu. Köksal elindeki poşetten çıkardığı kırmızı boyayı ayağının belli yerlerine sürdükten sonra ayağını kopmuş gibi yaptı. Bu haliyle gerçekten kopmuş gibi görünüyordu. Bana işareti verdiği gibi, Köksal’ı kucağıma aldım ve sağlık ocağına doğru yürümeye başladım. Güvenlik Köksal’ı tanır gibi olduysa da çok şükür duruma uyanmadı. “En zor kısmı gitti” diye fısıldadı Köksal “Bundan sonrası basit!” Köksal’a tebessüm ettim ve etrafı incelemeye başladım. Ancak ortalarda tekerlekli sandalye göremedim. Köksal’a soracaktım; ama o da çoktan uyumuştu. Ben de kendi acısıyla meşgul olan kadına yaklaştım “Abla” dedim “Tekerlekli sandalye nerden bulabilirim?” Kadın başını kaldırıp Köksal’ı görünce “Acil doktor lazım!” diye bağırarak ayağa fırladı “Doktor yok mu?” Desibeli bitesice kadın, sus! “Abla doktor değil, tekerlekli sandalye lazım.” Korkuyla çevreme bakındım. Köksal da endişeyle sağa, sola bakıyordu. “Çabuk çıkar bizi buradan” diye inledi; ancak kısa boylu hemşire çoktan yanımıza gelmişti.
Hemşire endişeli bir sesle “Trafik kazası mı?” diye sordu bana. Gözlerini Köksal’a çevirdi: “Acil ameliyata almamız lazım.” Arkasına bakarak bağırdı: “Sedye getirin.” Çevremizde toplanan hasta ve hasta yakınları, acıyan gözlerle Köksal’a bakıyordu. Köksal ise elleriyle yüzünü kapatmış küfür ediyordu. Saniyeler sonra yanımıza gelen dört tane doktor, Köksal’ı kucağımdan alarak sedye’ye uzandırdı. Sonra hızlı adımlarla uzaklaştılar .Köksal giderken: “Allah belanı versin Hayrettin” diye bağırdı. Yanımdaki hemşire ise zaten yırtık olan kıyafetimi çekiştirip “Sakin olun, iyileşecek. Siz kayıt işlemlerini halledin” dedi, yanımdan uzaklaştı. Bense ne yapacağımı şaşırarak sağlık ocağından çıktım ve bilinçsizce koşmaya başladım. Biraz uzaklaştıktan sonra Köksal’a üzülerek sağlık ocağına geri döndüm. Sağlık ocağının giriş kapısında, az önceki hemşire, elleri belinde güvenlikle
konuşuyordu. Beni fark edince, “Beyefendi” dedi kelimeleri bastırarak “Lütfen benimle gelin.” Yürümeye başladı.
Ben de çaresizce hemşireyi takip ettim. Hemşire beni güvenlik odasına götürdü. Köksal’ın yanına oturttu. Sonra ikimize birden bakarak: “Bu yaptğınız çok ayıp” diye söylendi. Mecbur bilmiyormuşum gibi yaptım. Köksal’a bakıp: ”Aaaa! Senin ayağın ne zaman iyileşti?” dedim. Köksal burnundan soludu, “Sus lan! Bu şaka fikri hep senden çıktı zaten.” “Gevezeliği kesin” diye araya girdi karşıda oturan polis, “Bana olayı anlatın. Amacınız neydi?” “Bütün amacımız hastalara moral vermek, bu zor saatlerinde onların neşesini yerine getirmek” dedi Köksal. Onay bekleyen bir yüzle bana baktı: “Demi Hayrettin?” “Evet, evet” diye başımı salladım. Polise baktım: “Aynen öyle. Allah belamı versin ki öyle!” Polis, “Hayrettin, başın çok büyük belada” diyerek üzerimde psikolojik baskı oluşturmaya çalıştı, “Ya bana doğruyu söylersin, ya da hapsi boylarsın. Seçim senin.” Biraz timsah gözyaşları döktüm, “Valla kötü bir niyetimiz yoktu.” “Şimdi anlarız..” “Alın bunu bırakın beni polis abe” dedi Köksal ağlamaklı bir sesle. “Susun şimdi!” Polis ayağa kalkıp bize doğru yaklaştı. Çok sinirli görünüyordu. Bir bana bir Köksal’a bakıyordu. Çok geçmeden içeriye iki tane daha polis’le bir tane hemşire geldi. “Gerçeği söylemiyorlar, ne yapalım?” dedi başımızda bekleyen polis, diğer polislere bakarak “Terörle mücadele kapsamında tutuklayalım” diye cevap verdi uzun boylu
kumral polis. “Ne terörü abi” dedim ağlayarak. Kumral polis yüzünü bana çevirdi. Otoriter bir sesle: “Hastanede terör estirmişsiniz” dedi. “Ama bana doğruyu söylersen sana yardımcı olurum.” “Şimdi biz esasında…” diye ötecektim ki; Köksal araya girerek olayın şaka olduğunu tekrarladı. Başımızda bekleyen polis, yanıma geldi. “Esasında dedin ve sustun. Sözünü tamamla bakayım. Eğer yalan söylersen ömrün cezaevlerinde geçer.” Yutkunup başımı eğdim. Polis konuşurken, Köksal’ın yanına giden kumral polis, Köksal’ın kafasına vurdu. “Bu ayak numarasını nerden öğrendin? Hangi kampta yetiştin?” diye bağırdı. Köksal korkuyla başını eğdi, “Ben sihirbazım abe” “Sihirbazsın öyle mi” Köksal başıyla onayladı. “Lan bize yalan atma!” diye tısladı polis “Bombasız eylem mi yapacaktınız?” Köksal’ın ödü bokuna karıştı, “Yok” deyip ağlamasını artırdı. Kapıda bekleyen polis, “Az önce bir grup gözaltına alınmış” dedi “Bu ikisini de ekler hepsini tutuklatırırız.” Yanımdaki polis “İyi fikir” diye mırıldandı.
Bu sırada tekrar kapı açıldı ve içeriye yaşlı bir doktor geldi. “Basit bir olay gibi gözüküyor; ama yine de son karar sizin” dedi bizim tarafımızdaki polislere bakarak. Köksal’ın yanındaki polis: “Hocam, bırakıyoruz o zaman” dedi, bize baktı. “Üç saniye içinde gözümün önünden kaybolun.” Biz iki saniye içinde sağlık ocağından dışarıya çıktık ve koşarak uzaklaşmaya başladık. Sağlık ocağını gözden kaybedince nefes almak için durduk. Köksal
sinirle beni itti ve “Defol git” dedi hızlı hızlı nefes alırken. “Bebeler aç beklerken bu yaptığın zalimlik.” Köksal bebek lafını duyunca yumuşadı. Ben de biraz daha abartarak sözlerime devam ettim: “Bebeler beş gündür ayakkabı ve terlik yiyor.” Sesimi biraz daha duygulaştırarak ekledim, “Sen hiç terlik yedin mi?” Ağlamaya başladı. Ben de yanına yaklaştım, Köksal’a sarıldım, “Bana tekerlekli sandalye bul ki bebeler aç kalmasın, analar ağlamasın.” “Bizim evde bir tane olmalı” dedi eliyle gözyaşlarını silerken “Haydi beni takip et.” Birlikte yürümeye başladık. Varsa bizi niye bu kadar uğraştırıyon cimri herif, diyecektim, vazgeçtim..
***
Ara sokaklardan geçip lüks bir park yerine gittik. Köksal kırmızı ferrariye binip “Hadi bin” diye elini salladı bana. Ben şaşkınlıkla karışık inanamayan bir yüzle Köksal’ın yanına oturdum. Gazladı. Lüks evlerin olduğu semtten geçip inanamayacağım bir yerde durdu. Köksal arabadan inince ben de indim. “Bu da bizim fakirhane” dedi karşıyı göstererek.. Şaşkınlığımı belirten bir ıslık çaldım. Karşımda üç katlı tripleks bir villa duruyordu. Villanın önünde de dizilmiş üç tane lüks araba vardı. En tanıdık olanı, en kötü duranıydı. Lacivert bir Ferrari. Diğer ikisini hayatımda daha yeni gördüm. “Bu evi almak için sekiz yıl boyunca ailece dilendik” diye açıklama yaptı Köksal. “Cumhurbaşkanı görmesin, kıskanır” dedim şaka yapmayarak. Gülümsedi: “Bekle ben geliyorum” diyerek içeri girdi. Saniyeler sonra tekerlekli sandalyeyle yanıma geldi. “Al bu senin işini görür.” Tekerlekli sandalyeyi bana
verdi. “Eyvallah kardeşim” dedim yalakalık olsun diye. “Peki köprüye nasıl gideceğim?” “Ben seni götürürüm.”
Ferrarisiyle beni kenar mahalleye bıraktı. Sonra tozu dumana katarak yanımdan uzaklaştı. Ertesi gün dilenebileceğim bir köprü aradım. Az ilerde hiç gitmediğim bir köprü vardı. Tekerlekli sandalyeye oturdum ve köprünün orta yerine kadar gittim. Bezimi yere açarak dilenmeye başladım. Yöntem çok etkili oldu. Gelen giden önüme para koyuyordu. Arada istiklal marşını da söyleyerek milleti hepten sömürdüm. Bol bol duygu sömürüsü yaparak kişi başına düşen milli gelirin üzerinde para topladım. Ne güzel iş, sanki para basıyorum, diye kendi kendime fısıldadım. Ben paraları toplarken yanıma esmer bir çocuk geldi. Cebinden bir miktar para çıkartıp yavaş bir şekilde beze doğru eğildi. Ben çocuğun parayı vereceğini zannederken çocuk ani bir hareketle bezle birlikte tüm parayı alarak koşmaya başladı. Peşinden koşmak istedimse de kalkamadım. Aslında kalkabiliyordum; ama kalkamadım. Çünkü köprü aşırı derecede kalabalıktı. Çocuk gözden kaybolmuştu bile.Bense etrafıma boş gözlerle uzun süre baktım Bu sefer yanıma gerçekten tekerlekli sandalye’ye mahkum bir çocuk geldi,bana selam verdi.İşimi bozar diye tersledim çocuğu Çocuk baştan aşağı beni inceledikten sonra babasına baktı: “Baba bu adam sakat değil.” Yüzünü bana çevirdi, eliyle ayak kısmımı gösterdi, “Bak ayaklarına ne kadar normal. Bu adam bizi kandırıyor baba.” Çocuk ağlamaya başlayınca babası küfür eder gibi bana baktı: “Vay sahtekar” diyerek üzerime yürüdü ve beni linç etmeye başladı. Adamı gören kavgayı ayıracağına ne olduğunu sormadan bana vuruyordu. Gelen vuruyor, giden vuruyor derken bilincimi kaybederek bayıldım. Gözlerimi açtığımda akşam olmuştu. Her tarafım acıdan sızlıyordu. Gözlerimdeki şişliği de fark ediyordum. Ayağa kalkmak istedimse de kemiklerimin ağrısından kalkamadım. Ben de çaresizce arkama yaslanarak hiçbirşey yapmadan oturdum.
Saatler sonra Köksal yanıma geldi. “Oklum bu ne hal?” diye sırıttı. “Savaştan mı çıktın?” Konuşacak gücüm olmadığından öylece sustum. Köksal tekerlekli sandalyeyi tutup itelemeye başladı. “Çok gerçekçi olmuş, işi öğrenmeye başladın” dedi itelerken. Biraz kendime gelince yavaş yavaş olayı anlatmaya başladım. Köksal arada sırıtarak beni dinledi. Sonra “Bilirim o piçi” dedi. “Benim paramı da bu şekil iki kez çaldı. Ama bir akşam bunu yakalayıp ağzını burnunu kırdım. O günden sonra da yanıma yaklaşamadı.” “Bir dahakine benim yerime de döv, bütün parayı o aldı.” “Tamam, döverim…Yalnız bu işe devam edecek misin?”
***
İki elimi teslim oldum anlamında kaldırdım” Yok; ama sana sormak istediğim şeyler var” “Ne gibi şeyler?” Köksal’dan destek alarak ayağa kalktım ”Bugün ne kadar kazandın?” “Yedi bin lira falan.” “Bu kadar çok paran olduğu halde neden hala dileniyorsun?” “Elektrik su parasını ödemek için” diye gülümsedi. “Bu yüzden yani” dedim aldığım cevaba şaşırarak. “Yok, şaka yapıyorum. Aslında bir nedeni yok, herhalde dilenmek ben de alışkanlık yaptı.”
“Dilencilerin çoğu sizin gibi zengin mi?” “Yöntemini bilirse evet. Yine de çoğu zengindir. Bir tek senin gibi acemiler bu işten para kazanamaz.” “İlginç. Peki neden küçük çocuklara zorla dilencilik yaptırıyorsunuz?” Köksal’ın gözlerine karanlık bir bulut çöktü. Sert bir dille “Öyle bir şey yapmıyoruz. Sen ne demek istiyorsun?” dedi. “Şey…Hani haberlerde falan görürüz ya onu demek istedim.” “Yok öyle bir şey. Şimdi bir çocuğu alıp köprüye koy bakalım, dileniyor mu? Buranın polisi var, zabıtası var. O çocuk ağlasa ya da şikayet etse hepimiz cezaevini boylarız. Sen de sanki burası Somali’ymiş gibi konuşuyon.” “Yani küçük yaşta dilenen çocuk yok?” “Var; ama zorla dilenmiyorlar. O çocuklar zaten dilenci. O çocuk için dilenmek ya da dilenmemek çok fark etmiyor.” Şaşkınlıkla karışık sinirle kaşlarımı çattım: “Nasıl yani, o çocuk için bir şey değişmiyor. O çocukların hiç mi kurtulma şansı yok?” Kederli bir şekilde iç çekti: “Yok be Hayrettin, ben bile altı yaşında başladım dilenmeye. Okuldan çıktığım gibi dilenmeye gidiyordum. Ne yapalım, kader buymuş” Ağlamaya başladı. Teselli etmek için elimi omzuna koydum. Köksal gözyaşlarını silerken “Bu çocukları dilendiren şey paradır” dedi. “Para’dan sebep kurtulamazlar”.
*** Bazı şeyleri daha iyi anlamaya başladıysam da, öğrenmek istediğim başka şeyler vardı. “Dilenirken gururun kırılmıyor mu?” dedim kelimeleri dikkatli seçerek “Ben bile iki günde vazgeçmişken, sen hala dileniyorsun”
“Dilenci çocuğu olmak nasıldır bilir misin? Nasıl toplumdan dışlandığını…Biz gururu çöpe attık be Hayrettin! Öyle bir noktaya geldik ki artık istesek de bu işi bırakamayız.” “Kusura bakma kardeşim, üzdüm seni” dedim elimle Köksal’ın omzunu sıkarak. “Önemli değil” dedi ağlayarak. Bir süre hiçbirşey konuşmadan yürüdük. Gecenin karanlığı duygularımızı örtüyordu. “Gerçi Cuma namazındaki hasılat, her şeyi unutturuyordur” diye mırıldandım. Duygusal bir yüzle tebessüm etti: “Keşke her gün Cuma ve Pazar olsa.” “Pazar niye?” Göğsüne haç işareti yaptı. Şakacı bir sesle: “Hrıstiyanlar da Pazar günleri çok cömert oluyor” diye güldü. “Cumartesi de Yahudilerin kutsal günü. Hem üç gün üst üste tam mesai yaparsınız.” “O kadar da değil! Allah korusun dinden falan çıkarız hiç bulaşmayalım. Zaten Cuma günleri bize fazlasıyla yetiyor.” “Bu Cuma hangi camidesin? Birlikte dileniriz; ama hasılatın yarısı benim olur.” Gözlerini kaçırıp önüne baktı. Başından salmaya çalıştı: “Valla hiç belli olmaz, bu hafta çalışmayabilirim de. Hem Cuma günleri senin için de hiç iyi olmaz, çünkü namazdan çıkan her insan üflese bile en az bir ay kendine gelemezsin.” “Doğru söylüyorsun, en iyisi hiç bulaşmamak” diye gülümsedim.
Yolculuğumuz kenar mahallenin girişinde sona erdi. Köksal bana sarılarak vedalaştı. Sonra cebinden bir miktar para çıkartıp bana doğru uzattı. “Bebelerin için” diye bilgilendirdi. Parayı alıp cebime koydum. Gülümseyerek, “Sana bir şey itiraf edeyim mi?”
diye sordum. “Allah aşkına sivil polis olduğunu söyleme” dedi yalvaran bir sesle. “Yok, daha iyimser bir şey söyleyeceğim. Aslında benim çocuğum yok, seni sömürmek için yalan söyledim.” “Lan piç!” diye küfür ederek üzerime saldırdı. Kendimi kaçarak kurtardım. Arkamdan küfür yağdırıyordu. En son attığı tekme sırtıma gelmişti.
Sabah durağa gittim. Çakma sarışın otobüs bekliyordu. Yavaş adımlarla arkasından sokulup ensesine vurdum, sırıtarak selam verdim. Çakma sarışın sağa sola zarar vererek öfkeden deliye döndü. “Dur hemen kızma” diyerek sakinleştirmeye çalıştım. “Defol git” diye bağırdı, “Galiba sinemaya gidiyorsun?” Önce yüz vermediyse de sonra ısrarlarıma dayanamayıp başıyla onayladı. Yanına oturdum .Ciddi bir sesle: “Sinemaya her hafta gidiyorsun, gel bugün seni hiç görmediğin bir yere götüreyim” dedim. Derin ve öfkeli bir nefes aldı, “Defol git! Şu yaptığın teklife bak” diye azarladı. “Ne demek istediğimi anlamadın. Lütfen gel, hem çok uzağa gitmeyeceğiz.” “Olmaz dedim” Yüzünü başka tarafa çevirdi. Yalvarmaya başladım. Ayaklarına kapanıp beş dakika boyunca yalvardım. En sonunda: “Uzak mı buraya” diye şüpheyle sordu. “Eğer saçma sapan bir yere götüreceksen…” “Yok, Allah çarpsın iki adımlık yol.”
Tereddüt içinde ikna oldu. Meraklı bir insan olması da işime yaradı. Ayağa kalktım. O da isteksizce ayağa kalkınca yürümeye başladık. Kenar mahalleye doğru yürürken, arada -geri dönelim- tarzı kelimeler kullandıysa da benim inadım sayesinde bu fikrinden vazgeçmek zorunda kaldı.
Nihayet kenar mahalle sınırları içine girip de biraz ilerlediğimizde şok olmuş vaziyette durdu. Arka tarafına baktıktan sonra tekrar yüzünü kenar mahalleye çevirdi: “Burası neresi? Bu insanlar kim?” diye kekeledi. Çakma sarışına buraya nasıl geldiğimi, bu insanların yaşam şeklini baştan sona anlattım. “İnanmıyorum” dedi “İnanmak istemiyorum.” “İnanmak zorundasın” deyip belinden tuttum. Birlikte yürümeye başladık. İlk yaşam belirtisi olan kocakarı, bize dikkatlice bakıyordu. Çakma sarışın heyecanla kadının yanına gitti ve komik bir şekilde selam verdi: “Hey, ne yapıyorsun?” diye seslendim “Saldıracak şimdi.” Korkuyla yanıma geldi “Saldırıyor mu?” “Tabi saldırıyor. Bunlar gizli deneylerde kullanılmış insanlar.” Korkusu artarak kadına baktı. Kadın ise kafasını kaşıyarak ne konuştuğumuzu, ne amaçla buraya geldiğimizi anlamaya çalışıyordu. “Haydi gidelim” deyip belinden tuttum. Yürümeye başladık. Nihayet Kojan, Kocakarı ve diğer cadılarda göründü. Kocakarıyı işaret ettim: “Benim ev sahibi” diye açıkladım. Çakma sarışın ani şok geçirdiği için bir şey söylemedi. Şaşkınlıkla çevreyi inceliyordu Kojan yanımıza gelip: “Bu kım” dedi bana bakarak.
Kojan’ın başını okşadım, “İnsan” dedim. Çakma sarışın aniden ayağıma basıp imalı bir yüzle bana baktı. “Buraya belediye gelmiyor mu?” “Belediye kayıtlarında burası yok ki.” Çakma sarışın küfür edince Kojan üzerine alınıp başını eğdi. Bunun üzerine Çakma sarışın endişeyle Kojan’ın omzuna dokundu, “Sana değil, seni bu hale getirenlere küfür ettim.” Bu sırada yanımıza gelen kocakarı, çakma sarışından para istedi. “Şaziye teyze, yeri değil” diye payladım. Çakma sarışına baktım, “Tabi sen buranın villalarını görmediğin için heryer böyle zannediyorsun. Gel sana buranın villalarını göstereyim.” Elinden tutarak yürümeye başladım.
Tabi ki de ortada villa yoktu. Villa’dan kastım, buranın tek katlı gecekondularıydı. Tabi çakma sarışın bunları bilmediği için çok şaşırdı. Hatta ilerde uzay aracı var desem bu kadar şaşırmazdı. Biz yürürken bütün mahalleli çakma sarışına bakıyordu. Tam iki cadının önünden geçerken biri diğerine “Valla pen de yenı gurdum” dedi. Diğeri de “Hıç bıza benzamiy” diye cevap verdi. Çakma sarışına doğru eğildim: “Şimdi fotoğraf makinan olsaydı, arkadaşlarını kandırırdın uzaya gittim diye” dedim gülerek. Sinirle kaşlarını çattı “Hayrettin saçmalama, bu insanların muhtemelen dışarıdaki hayattan bile haberi yok.” “Haklısın, bence evrimin varlığına mazeret arayan kurumlara ihbar da bulunup servet kazanalım.” Cevap vermedi. Daha çok keşfe çıkmış bilim adamı gibi sağa, sola bakarak etrafı inceliyordu. Bir süre konuşmadan yürüdük. Nihayet gecekonduların olduğu bölgeye geldiğimizde çakma sarışını hafiften ittim. Yan tarafı gösterdim: “Bu gecekondularda buranın villaları sayılır.”
“Yeter! Sus artık!” diye bağırdı. Sesini alçaltarak ekledi, “Buranın belediye başkanı tanıdık. Rica edersem gereken her şeyi yapacaktır.” “Sakın ha!” diye karşı çıktım. “Kirası daha ucuz olan başka bir yer bulamam. Ve evsiz kalmaktansa bu mezarlığı tercih ederim.” Öfkeyle iç çekti. Sitem yüklü bir sesle: “Senin gibi vicdansız birini daha görmedim. Bu insanlardan haberin olduğu halde nasıl oluyorda kimseye söylemiyorsun?” dedi. “Kusura bakma” diye duraksadım, “Cumhurbaşkanı’nı aradım; ama telefonuma cevap vermedi…Ya sen dalga mı geçiyorsun? Bulmuşum ucuz evi, niye haber vereyim insanlara..” Derin ve öfkeli bir nefes aldı, “Zaten senin gibi insanlar yüzünden başımıza taş yağacak.” Birden koşmaya başladı. Ben de peşinden koşmaya başladım; ancak fit vücudu sayesinde izini kaybettirmeyi başardı. Koşarken zik zaklar çizmesi de izini kaybettirmesine yardımcı oldu. Kenar mahallede bütün mahalleli etrafımda toplandı. “Kımdı o” diye sordu içlerinden biri. “Kim olduğunu ben de bilmiyorum; ama tahminen pokemun isimli çizgi film karakteri olabilir” dedim yüksek sesle. Kimi korkuyla elini ısırdı, kimi şaşkınlıkla birbirine baktı. Bense fırsattan istifade ederek hızlı adımlarla yürüdüm. Biraz uzaklaşmştım ki; içlerinden biri “Kaçior” diye bağırdı.
Arkamı döndüm. Mahalleli üzerime doğru koşuyordu. Üzerimdeki şaşkınlıkla birlikte ben de koşmaya başladım. Ne için koştuğumuzu anlamadım; ama ödüm bokuma karıştığı için hızımı artırdım. Tam benim binanın önünden geçerken kendimi içeri attım, mezarıma girip kapıyı kilitledim. Gerçi kapı dediğim şey; basit bi tahtadan olduğu için üflesen yıkılırdı. Pencere tarafına giderek dışarı baktım. Ortalarda kimse gözükmüyordu. Etrafı biraz daha kolaçan ettikten sonra yere çömelerek akşama kadar bekledim.
Akşam kapı “tık tık” edince korkudan masanın altına saklandım. Saniyeler sonra Kojan kapıyı iteleyip açtı ve içeri girip sağı, solu inceledi. Masanın altında beni görünce eğildi “Abey, nılıyır” dedi korku dolu bir yüzle. Bense aniden
doğrulmaya çalıştım, kafamı masanın kenarına vurdum. Masa dört parçaya ayrıldı. Kojan bana yardım etmek için elini uzattı; ancak ben, Kojan’ın zayıf vücudu kırılır diye destek almadım. Zaten kafadan çok olan masaya oldu. Kafamı tutarak yere uzandığımda Kojan ağlamaya başladı. Kojan’ı yarım saat teselli ettiğim gibi bir de bir şey olmadığını kanıtlamak için kafamı birkaç duvara vurdum. Aslında sinirden vurdum! Ertesi gün çakma sarışını vazgeçirmek için durağa gittim .Ancak çakma sarışın ortalarda gözükmüyordu. Bir an içimi huzursuzluk kapladı. Hayır,normal vatandaş durumu bildirse belediye umursamazdı; ama belediye başkanı tanıdığım demesi içimdeki huzursuzluğu büyüttü. Bir de belediye başkanıyla samimiyeti ne derece ileri, bu kafama takıldı. Rakip büyük çünkü! Duraktan ayrılıp Köksal’ın dilendiği köprüye gittim. Ancak Köksal da ortalarda gözükmüyordu. Ben de, hem saray yavrusunu görürüm, hem de kahvaltıyı bedavaya getiririm, düşüncesiyle Köksal’ın saray yavrusuna doğru koşmaya başladım.
Uzun bir süre koşmama rağmen ortalarda saray yavrusunu göremedim. Bir köşe burdan, bir köşe ordan derken yolu hepten arap saçına döndürdüm. Biraz daha ilerlediğimde kalabalık bir insan topluluğunun sesini duydum. Merak ederek sese doğru ilerledim. Sesin geldiği yer, büyük bahçesi olan mütevazi bir evdi. Evin bahçesinde ise manasız bir şekilde gülen, ağlayan genç, yaşlı insanlar vardı. Sıralı gruplar halinde oturuyorlardı. Türbeye geldiğimi zannederek ilerdeki başörtülü kadının yanına gittim “Kimin türbesi abla?” dedim. “Burası türbe değil oğlum” diye güldü” “u ev de oturan falcı kadın her şeyi biliyor. Biz de onun için geldik.” Kadının yanındaki boş sandalye’ye oturdum. “Allah, Allah” dedim şaşırmış gibi yaparak. “Herşeyi biliyor yani?” Başıyla onayladı. “Benim kız hamileydi, falcı kadın dedi ki; şu anda uzun bi kız saçı görüyorum. Torunun kız olacak. Torunum gerçekten de kız oldu. Hayatımda böyle falcı görmedim.” Kadının yanındaki kara çarşaflı kadın da “Herşeyi biliyor oğlum” diyerek
heyecanla sohbete katıldı, “Benim beyi de eve bağladı. Şimdi ev’den çıkartamıyorum.” “Bunlar manası çok derin işler…Benim teyzem de falcı; ama öyle böyle değil. Bir de kör. Ama insanın saç rengine kadar her şeyi biliyor.” Yanımdaki kadın, bir anda dizlerine vurmaya başladı ve ağlamaklı bir sesle “Hikmetinden sual olmaz ama belli ki bu kullarını da bize geleceği bildirmek için yaratmış” diye birden sesini yükseltti. Kadının haline gülmemek için kendimi zor tuttum. Benim diğer yanımdaki saçı, sakalı beyazlamış adam beni dürttü “Oğlum, ben de mahalleden yirmi yaşındaki bir kızı kendime bağlatmak için geldim, falcı dedi ki; yirmi seans sonra kız yatağındadır. Bu daha üçüncü seansım.” “Dayı yirmi seansa ne gerek var, bana uzun bir ip getir, o kızla seni bi güzel bağladım mı var ya, feriştahı gelse çözemez.” Suratını asarak yüzünü yana çevirdi. Falcıyı da kötü emellerine alet ediyorlar. Yanımdaki kadın, bana doğru eğildi. Kısık sesle mırıldandı: “Sen neden geldin? Kız meselesi mi?” “Dört yaşında bi kız var, onu kendime bağlattıracağım.” İnanamayan gözlerle başını hafiften oynattı. “Şaka yapıyorum teyzem” diye gülümsedim. “Benim teyzem var ya, falcı olan. İşte onun bütün yeteneklerini yok etmek için geldim. Çünkü gizli bir iş yaptım mı hemen anneme yetiştiriyor. Hayır, özel hayatımın gizliliğini ihlal ediyor yani!” Yüzü endişeli bir hal aldı Heyecanla “Oğlum iyi değil iki falcıyı çarpıştırmak. Sen gel bu hevesinden vazgeç, sana kızımı vereyim” dedi.
Ahlak büro amirliği burayı bassa, falcı’dan önce bu kadın ve adamları götürmesi lazım. “Yav şimdi iyi diyon, güzel diyon da nikah işlemleri falan
uğraşamam. Doğru, iki falcının çarpışması çok ama çok kötü olur. Zaten teyzem de bu konuda dedi ki; ne zaman iki falcı birbiriyle çarpışırsa, işte o zaman Dünya dağılır, Güneş söner, Ay öter. Ama ben de sabır taşı değilim ki.” Kadının gözleri korkudan fal taşı gibi açıldı: “Teyzen öyle mi dedi!” Aynı heyecanla dizlerine vurmaya başladı “Vayy başımıza gelenler!” diyerek ağlamaya başladı. Bizim sohbetimizi zorla kulaklarını uzatarak dinleyen kara çarşaflı kadın “Oğlum bizi öldürecek misin?” diye azarladı beni. “Vazgeç oğlum bu hevesinden” Çantasından bir miktar para çıkartıp bana doğru uzattı. “Şimdi teyze, beni utandırıyorsun; ama bu yetmez be teyzem” Kaş, göz hareketiyle kollarını işaret ederek, “Şu kolundaki bileziklerini de ver” diye devam ettim. Kadın hiçbir harekette bulunmadan tedirgin bir yüzle bana baktı. Ben de kadının inadını kırmak için son yalanımı söyledim. “Bir de teyzem bana bunları anlattıktan sonra dedi ki; Her kim o insanı durdurmak için fedakarlık yapmazsa, onun yeri cehennemin dibidir.” Sözümü bitirdiğim gibi kadın bir çırpıda bileziklerini ve boynundaki altın kolyeyi çıkarıp bana doğru uzattı. Nerdeyse, elbisesini de çıkarıp bana verecekti. Hasılatı alıp cebime koydum. Sonra yanımdaki teyzeye de manalı bir ifadeyle baktım. O da neyi var neyi yok bana verdi. “Kızımı da sana nikahsız veriyorum, sen yeter ki vazgeç” dedi. Kadınlara cevap vermeden önce yanımdaki dayı’yı da dürttüm; ama o elini git başımdan der gibi salladı. Tekrar iki kadına baktım, “Sizin güzel hatırınız için vazgeçtim” diye gülümsedim. “Bilseniz çok sevaba girdiniz.” İki kadın da dünya kupasını kazanmış oyuncular gibi birbirlerine sarılarak sevinç gözyaşları döktü. Ne insanlar var, diye geçirdim içimden. Ayağa kalktım, cebimdeki hasılatı yükseltmek için kadınların beni göremeyeceği arka tarafa doğru gidip boş bulduğum yere oturdum. Yanımda başörtülü genç bir bayan’la saçı açık bir kadın vardı. Genç bayana yüzümü çevirdim. “Merhaba ben Hayrettin. Ayıptır sorması ne için geldiniz?”
Genç bayan otuz beş yaşındaymış. Ev kadını. Üç kez nişanlanmasına rağmen her seferinde hüsrana uğruyormuş. Kısmetini açmak için gelmiş. “Siz niye geldiniz?” diye sordu. Aynı şeyleri ona da herkes duysun diye yüksek sesle anlattım; ancak söylediklerim pek ilgi çekmedi. Çantasından kağıt, kalem çıkartıp: “Teyzenizin adresini alabilir miyim?” diye sordu. Kendi evimin adresini verdim. Sonra yanımdaki diğer kadına baktım: “Ciddi bir sesle mırıldandım.” Benim teyzem büyük falcı, onu şikayet etmek için geldim. Ama aklıma bir şey takıldı; iki falcın çarpışmasından dolayı kötü bir şey olur mu sizce?” Bir süre düşündü, “İki falcı çarpışırsa dünya karanlığa gömülür” dedi sonunda. Genç bayan endişeyle, “Öyle mi?” dedi “Ben de böyle bir şey duymuştum.” Bana sarıldı, “Yapma be canım, şikayet etme teyzeni.” Bu kız da sarılmaya dünden meraklı. “Yetti ama, sabrımı tüketti” diye söze başladım ve olmayan teyzemin olmayan marifetlerini abartarak anlattım. “Teyzem geleceğin bilgisini gezegenleri dolaşarak öğreniyordu…” Herkes inanamayan gözlerle beni dinliyordu ki ben bile söylediklerime inanmıyordum. “Tamam da, dünya karanlığa gömülürse sen de üzülürsün” dedi yanımdaki saçı açık kadın. Boynumu bükerek önüme baktım. “Benim dünyam zaten kararmış. Benim derdim sizin gibi masum insanların mağdur olmaması” diye duygu sömürüsü yaptım. Saçı açık kadının yanındaki adam: “Neden senin dünyan kararmış?” dedi yazık çocuğa dercesine. “Özel hayat diye bir şey kalmadı. Ağzında bakla ıslanmıyor. Ama ben bilirim ona yapacağımı.” “Biz sana para verelim, sen bu hevesinden vazgeç” dedi saçı açık kadın. Diğerleri de kadını onayladı. “Asla kabul edemem” dedim; fakir ama gururlu gözükmek için. Adam elini uzatarak sırtımı sıvazladı: “Lütfen kabul et” dedi genç bayan, “Tam
düğünümün olduğu sırada elektriklerin kesilmesini istemiyorum.” Dünya karanlığa gömülüyor, kızın derdine bak. “Onu jeneratörle de hallerderdin, ama bu seferlik senin dediğin gibi olsun.”
Genç bayan bileziklerini ve parasını bana verdi. Diğerleri de neleri var, neleri yok hepsini bana verdi. Bütün hasılatı cebe indirdim; ancak paraların ve bileziklerin çoğu cebe sığmadı. Bunun üzerine kadın çantasını da verdi. “Seni öpmeden bu hevesimden asla vazgeçmem” dedim genç bayana. Genç bayan gülümseyerek yanağını uzattı. Bense genç bayanın yanağını geçip dudağını öpeceğim sırada “Oğlum, aile var” dedi saçı açık kadın sırtımdan çekiştirerek. “Bırak kızı” Kadına döndüm: “Tamam teyze, kusura bakma” dedim, içimden Allah belanı versin, diyerek. Evin giriş kapısına doğru yürüdüm. Kapıda güçlü fiziğe sahip bir erkek görevli duruyordu. Sırası gelenlerin kaydını tutmakla görevliydi. Beni fark edince, “Sıranızı bekleyin” dedi, “Sıranız geldiğinde sizi içeri alabiliriz.” Çantadan bir miktar rüşvet çıkardım, “Çok acelem var” diyerek rüşveti uzattım, “Lütfen bana bir iyilik yapın.” Güleryüzle parayı alıp “Tabi beyefendi” dedi. Sonra beni falcının olduğu odaya götürdü. Odanın kapısını sonuna kadar açtı. Falcı kadın, yüzüne çeşitli boyalar sürmüş biriydi. Oda ise az aydınlatılmış, her tarafı Arapça yazıların süslediği bir mekandı. “Hoşgeldiniz beyefendi” dedi falcı yüksek sesle, “Lütfen karşıma oturun.” Kadının sesinden etkilenip aceleyle karşısına oturdum. Kadının önündeki masada, am’dan yapılmış küre gibi garip nesneler vardı. Kadın etkileyici bir sesle konuşmaya başladı: “Gelecek artık bilinmeyen bir kavram olmaktan çıktı. Olması mucizelere bağlı olan her şey mucize olmaktan çıktı. İsteğinizi lütfen korkmadan söyleyin.”
Bir an tedirginleşerek hiçbir şey söylemedim. Kadın’sa senle işimiz ver der gibi bakıyordu. “Şey efendim”diye duraksadım. “Ben geçmişi öğrenmek istiyorum.” Şaşırarak gözlerini biraz kıstı “Anlayamadım!” Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Kelimeleri kafamda tasarlayarak konuşmaya başladım, “Üç ay önce gözlerimi hastanede açtım. Doktor hafıza kaybı yaşadığımı söyledi. Kim olduğunu bilmediğim insanlar da ailem olduğunu iddia etti. Bu yüzden geçmişimle ilgili her şeyi öğrenmek istiyorum.” “Sen geçmişi öğreneceksin. Geçmişin biraz sonra önümüzde olacak!” Bağırarak Arapça sözler söylemeye başladı. Sesi hoperlörlerden dolayı müthiş yankı yapıyordu. Sözlerini bitirdikten sonra, iki elini havaya kaldırdı, birkaç garip hareket yaptı. Ben odanın dumanaltı olmasını bekliyordum; ama öyle olmadı. Sadece nereden geldiği belli olmayan kağıt parçasını gösterdi: “Bu kağıtta senin geçmişin yazıyor.” Kağıt parçasını açmaya başladı, “İyi dinle mucize kelimeleri” dedi, kağıdı açtıktan sonra. Sesini yükselterek konuşmasına devam etti: “Sen hafızanı trafik kazasında kaybettin. Ailen olduğunu söyleyen insanlar da doğru söylüyor. Onlar senin ailen. Kazadan önceki mesleğin ise mühendislikmiş. Hem de ödüllü mühendismişsin. Çevrende de bir ton kadın varmış; ama sen Pelin diye birini seviyormuşsun. Ama Pelin, senden haber alamayınca lezbiyen olmuş. Boşuna arama. Geçmişinde dünya santranç şampiyonluğu dahil birçok branşta şampiyonlukların varmış. Yani anlayacağın kazadan önce hiçbir derdin yokmuş.” “Bunlar benim geçmişim mi?” “Evet bunlar senin geçmişin.” Çakmakla kağıdı yaktı. “Vay sahtekar!” diye aniden bağırdım. Ödü bokuna karıştı, “Böyle geçmişi nasıl olsa kimse reddetmez. Ama ben ne trafik kazası geçirdim, ne de hafızamı kaybettim. Böyle bir geçmişede sahip değilim. Buraya seni sınamak için geldim, şimdi de gidip polise seni ihbar edeceğim.” Kadın önce afalladı, sonra rahat bir tavırla: “Burada gördüklerini söylersen çarpılırsın” diye tehdit savurdu. “Öyle mi? Biraz sonra görürsün kim çarpılıyor” Ayağa kalktım, kapıya doğru
yürüdüm. “Dur!” diye bağırdı arkamdan; “Lütfen burada olanları kimseye söyleme, hem sana faiziyle birlikte paranı iade edeceğim.” Kadına doğru döndüm. Küçümseyen bir sesle: “Paramı zaten alacağım” dedim. “Ama eğer sorularıma doğru cevap verirsen burada gördüklerimi kimseye söylemeyeceğim.” Oh! çekip elindeki mendille alnındaki teri sildi. Sonra eliyle az önce oturduğum yeri gösterdi. Yerime gidip oturdum; “Kahve bol sütlü olsun” dedim pisliğine. Duymamazlıktan geldi. Huzursuz bir ses tonuyla söylendi: “Sorularına samimi cevap vereceğime şüphen olmasın. Falcı sözü veriyorum .Ama sen de aramızda yaşanan her şeyi unutuyorsun.” Başımla onayladım. “Eğer sen anlaşmayı bozmazsan ben hiç bozmam.” Kadına doğru eğilerek ekledim: “Neden bu insanları kandırıyorsun?” “Para kazanmak için, benim de ihtiyaçlarım var. Bu ihtiyaçlarımı da karşılamam lazım.” “Bu insanlara yalan söyleyerek kazandığın paradan ne hayır gelir ki?” Yüzünü bana doğru yaklaştırdı. Ağzı sigara kokuyordu. “Sen de haklısın; ama bu insanlar da bir şeyler duymak istiyor. Ve onlar duymak istediklerini duyuyor, ben de geçimimi sağlıyorum.” Tekrar geriye yaslandı. “Ama doğruları söylemiyorsun, o insanlara yalan söylüyorsun.” Başını iki yana salladı: “Yanılıyorsun, ben kimseye yalan söylemiyorum. Benim yaptığım iş tamamen psikolojik bir olay olduğu için, onlara duymak istediklerini söylüyorum. Bu da yalan sayılmaz.” “Pardon ya” dedim alaycı bir tonla, “Sen çok masum bir iş yapıyormuşsun. Yalnız farkındaysan yasa koyucu senin gibi düşünmemiş, suç kapsamına almış. Eğer yaptığın iş masum olsaydı, yasa koyucu da suç kapsamına almaz, hatta bir ev de kendisi açar, ek meslek olarak bu işi yapardı.” İç çekti. Bıkkınlıkla cevap verdi: “Bak, sen de yasa koyucu da olaya duygusal yaklaşıyorsunuz. Yoksa bu insanlar da biliyor kimsenin geleceği bilemeyeceğini.
Zaten ben de psikoloji mezunuyum. Yani bir bakıma psikolog sayılırım. Olumlu tahminlerde bulunurum ,ya tutarsa diye. Gerçi şimdiye kadar yaptığım tahminlerin çoğu tutmadı; ama bu insanlar yine de bana geliyor. Ve mutlu bir şekilde buradan ayrılıyorlar. Zaten onların mutluluğu benim en büyük ödülüm.” Son sözleri gülümseyerek söyledi. “Sen kendi vicdanını rahatlatmak için böyle düşünüyorsun. Bu insanları resmen enayi yerine koyuyorsun. Ve hiçbirşey vermeden paralarını alıyorsun. Hem çok büyük günah işliyorsun.” “Ben ateistim” diye sırıttı. “Bu işi yapıyorsan, tanrı inancın olamaz.” Aramızda kısa süreli bir sessizlik oldu..
***
“Bahçede fark ettim de; buraya gelen insanların çoğu bu şekil dindar tipli midir? Kadınlar kapalı, erkekler ak sakallı” “Genellikle öyle; ama bunlardan beteri de var. Mesela hac’dan geldiği gibi eve uğramadan buraya gelip geleceği soran insanlar var. Kaderin cilvesi” “Belki de kader bize bir şeyler anlatmak istiyor” dedim manalı bir gülümsemeyle, “Peki bu kağıt olayını nasıl yapıyorsun?” Kollarındaki gizli yerleri gösterdi: “İşin sırrı el çabukluğunda” dedi, bana bakarak: “Kağıdı da merak ediyorsan, sana gösterdiğim kağıdın başka kopyasını herkese gösteriyorum, “Odanın içini işaret etti: “Bu oda’da gördüğün her şey hilelidir. Mesela ben hiç iyi falcı olmamama rağmen yaptığım görsel şov sayesinde insanları etkiliyorum. Yani anlayacağın, çocuk eğlendiriyorum.” Ayağa kalktı, elini uzattı. Ben de ayağa kalktım; ama elini sıkmadım. Alınarak elini indirdi.. “Hiç kimse ne geleceği ne de geçmişi bilir .Ama ben böyle düşünerek bu işi yapmasam bile bu insanlar başkasına gidecektir. Hiçbir şey bulamasalar bile, kahve falı, kağıt falı gibi şeylerle kendilerini tatmin edecekler. Yani bu işin sonu
yok…Eğer başka sorun yoksa sırada bekleyen insanlar var.” “Başka sorum yok, söyle kapıdaki adamına, yasal faiziyle birlikte paramı getirsin.” Masasındaki telefonu eline aldı ve biraz konuştuktan sonra bana baktı: “Paran geliyor.” Kapıdaki görevli yanımıza gelene kadar hiçbirşey konuşmadık. Görevli elinde yüksek miktarda altın ve parayla yanımıza geldi. Elindekileri bana verdi. “Zaten yanlışlık olmuş” dedi falcı bana bakarak: “Sizden yüksek miktarda para almışız.” Alaycı bir gülümsemeyle başımı hafiften oynattım: “Siz bu halinizle zaten geleceği görseydiniz, ben de muhtemelen peygamber olurdum.” Kadına rüşvet olayını anlattım. Falcı gülümsedi: “Herkes sizin gibi olsaydı ben işsiz kalırdım.” “Merak etmeyin, bu entrika dünyasında yapacak çok iş var.” Çıkış kapısına gittim, oda’dan çıktım. Görevli de arkamdan gelip bahçe kapısına kadar bana eşlik etti.
Önce parka gidip biraz nefes aldım, sonra mezarıma gittim. Sabah olağandışı bir gürültüyle uyandım. Ne olduğunu anlamak için pencereye gidip dışarıya baktığımda acı gerçeği anladım. Çakma cadı yaptı yapacağını! Dışarı çıktım. Beni gören karşıdaki polis, “Sakin ol ve olduğun yere uzan” diye bağırdı. Olduğum yere sırt üstü uzandım. Polis hızlı adımlarla yanıma geldi, beni yerden kaldırdı. Sonra sağ kolumdan tutarak beni güvenlik çemberinin dışındaki polis arabasına götürdü. Beni arabaya bindirip, “Sen insana benziyorsun, ne işin var burada?” dedi aceleyle. “Neyse, ben gelene kadar arabada bekliyorsun ve hiçbir yere ayrılmıyorsun.” Arabanın kapısını kapatıp kenar mahalleye doğru koştu. Bense fırsatını bulup arabadan indim ve basın mensuplarının olduğu bölgeye doğru koşmaya başladım. Basın mensuplarının çoğu yeni geldiği için son hazırlıklarını bitirememişti. Sağ taraftaki kadın muhabir -Yayındayız- işaretini aldığı gibi, büyük bir heyecanla konuşmaya başladı. “Polise gelen ihbar, inanılmaz bir
gerçeği ortaya çıkardı. İstanbul’un eski bir mahallesinde, ilk çağlara ait yapılarla, bu yapılarda yaşayan insan olduğu tahmin edilen canlı varlıklar bulundu. Dünya şokta. Amerikadan bir araştırma heyeti, bu sabah ilk uçakla yola çıktı. İddialar büyük. İnsanlık İstanbul’da mı başladı? Evrim dahil birçok teori değişecek mi? Yanımızda bulunan Ortadoğu ve Balkanların en ünlü teorisyeni maymun lakaplı Mahmut bey’den bu soruların cevabını öğreneceğiz.” Yanındaki saçı, sakalı birbirine karışmış yüz kiloluk hafif gorile benzeyen adama döndü: “Hoşgeldiniz efendim.” “Hoşbulduk güzel bayan, maşallah dört dörtlük evrim geçirmişsiniz.” “Teşekkür ederim efendim” diye gülümsedi muhabir. “Biliyorsunuz dünya bu sabah büyük bir şokla uyandı. Tabi şuanda resmi bir açıklama olmadığı için de aklımızda bir sürü soru var. Gözümüzün önünde yaşayan bu canlılar nasıl oldu da bir Allah’ın kuluna görünmedi? Evrim teorisi değişecek mi? İnsanlık İstanbul’da mı başladı? Bu ve buna benzer bir sürü soru soruluyor. Sizin bu konudaki fikriniz nedir?” “Gerçekten bu sabah öğrenilen bir gerçek var ki, o da evrim teorisinin ana fikrinin değişebileceği. Nedir evrimin ana fikri? İnsanlığın maymundan evrim geçirmiş olabileceği. Ama bu sabah bulunan ilk çağa ait yapılarla bu yapılarda yaşayan el değmemiş insanlar, biz evrim bilimcilerini ters köşeye yatırdı. Tabi ben genel evrim konusunda uzman olduğum için bu konuda birkaç şey söylemek istiyorum.” “Sizi dinliyoruz.” “Benim teorim şu; bu insanlar sabah, akşam hep karanlıkta yaşadığına göre, insan evrimini yarasa’dan geçirmiş olabilir. Zaten yarasalarda birçok sırrı bünyesinde bulunduruyor. Darvin baba da yarasaları çok severdi. Hatta bazı günler sadece yarasa etiyle beslenirdi. Yalnız insanın yarasadan geldiğini söylemek için, şu anda çok erken. Çünkü elimizde yeterli bilgi yok. Yetersiz bilgiylede konuşamayız; ama evrim teorisinin başı büyük belada.” “Teşekkür ederiz Mahmut bey, Lütfen yanımızdan ayrılmayın. “Muhabir kameramana döndü: “Ünü kuzey kutbuna kadar yayılmış olan uzay bilimcisi Turgut bey yanımızda.” Yanındaki esmer adama dönüp mikrofonu uzattı: “Az önce gerek sizi, gerekse de Mahmut bey’i dinlediğim için bazı yanlı ve
yanlış söylemleri düzeltmek istiyorum” diye söze başladı. Turgut: “Biz uzay bilimcileri olarak uzayın derinliklerinde yaşayan canlı varlıkların olduğuna inanıyoruz. Bu sabah bulunan varlıklar da yolunu kaybetmiş uzaylı olabilir; çünkü…” “Lütfen insanlara doğru bilgi verelim” diye lafa karıştı Mahmut. “Politik davranmayalım. Tribünlere oynamayalım.” Muhabire baktı: “Bu varlıklar, evrimini yarasadan gerçekleştirmiş olabilir.” Turgut sinirle iç çekerek başını iki yana salladı: “Yanlış” dedi muhabire bakarak, “Evren gibi büyük bir alanda herkes yolunu kaybedebilir. Bu varlıklar da muhtemelen gideceği gezegeni şaşırıp dünya’ya gelmiş uzaylı varlıklardır.” “Yolunu şaşırmış uzaylı palavrası” diye dalga geçti Mahmut, “Darvin baba bunları duysa, herhalde gülmekten evrim geçirirdi…Mesela, Darvin babanın da uzaylılarla ilgili çok güzel tespitleri vardır. Darvin baba’ya göre uzaylı denen varlıklar, aslında evrimini tamamlayamamış kuş veya benzeri hayvanlardır.” Mahmut konuşurken, Turgut inanamayan gözlerle Mahmut’a bakıyordu. “Peki Darwin neye dayanarak bunları söyledi?” diye sordu Muhabir. “Sanırım ağaca dayanarak söyledi. Zaten Darwin baba birçok teorisini muz ağacına sırtını dayayarak söylerdi.” Muhabir güldü: “O anlamda söylemedim, uzaylı teorisini hangi kanıtlara dayanarak söyledi?” “Bir kere şu konuda anlaşalım; Darwin baba her söylediği teori için dedektif gibi kanıt aramazdı. Gözlemlere dayanarak örnekler verirdi. Bu teoriyi söylerken de, bazı örnekler verdi. Mesela kuşlar uçabilen varlıklardır, uzaylılarda uçabilen varlıklardır. Kuşların kanadı vardır, uzaylılarında kanadı vardır…” “Uzaylıların kanadı yoktur” diye sert bir dille lafa karıştı Turgut: “Onlar bir araç yardımıyla uçabiliyorlar. Hatta bu konuda çok ilginç bir söylenti de vardır. Söylentiye göre; insanlara uçak yapmayı uzaylılar öğretmiştir. Hatta o uzaylı kırk yılda bir dünya’ya gelip kahve içermiş. Bizim türk uzay bilimcileri de o uzaylıya -Cafer- ismini vermiş. Tabi bu söylentiler hiçbir zaman resmiyete dökülmedi.”
“Yav dalga mı geçiyorsun?” dedi Mahmut Turgut’a: “Resmen evrim geçirdim yani. Yok uçak yapmayı uzaylılar öğretmiş falan, ne dediğini bilmiyorsun.” Muhabire bakarak sözlerini sürdürdü.” Darwin baba da böyle saçmalayan insanlara -Maymunlaşma- dermiş.” “Hiçbir bilgisi olmadan konuşan insanlar var ne yazık ki. Zaten evrim diye bir şey yoktur. Benim bildiğim tek evrim, komşumun kızı Evrim.” Mahmut elini sallayarak, “Hadi ordan” dedi, “Sen ne anlarsın evrim teorisinden. Mesela sana yaşanmış bir olay anlatayım; Bir gün Darwin baba eli cebinde yolda yürürken Maymun görmüş. Maymunun yanına gidip demiş ki; sen de yakında benim gibi insan olacaksın. O zaman ziyaretime gel. Neyse aradan iki hafta geçtikten sonra Darwin babanın yanına evrimini yeni tamamladığı belli olan bir adam gelmiş. ‘Baba beni tanıdın mı?’ demiş. Darwin baba: ‘Çıkaramadım’ deyince adam: ‘Ben geçen gördüğün maymunum’ demiş sırıtarak, ‘İnsan olunca gel dedin ya’. Bunun üzerine Darwin baba, yanındaki makasla adamı baştan aşağı tıraş etmiş. Sonra yanına oturtmuş, ‘Şimdi insana benzedin’ diyerek kahkaha attıktan sonra ciddileşerek: ‘Evrim teorisinin doğruluğunu en iyi şekilde öğret. Sakın maymun kardeşlerini de hor görme’ gibisinden tavsiyelerde bulunmuş. Sonra aniden ortadan kaybolmuş. Yaşanmış bu olay bile evrim teorisinin kanıtıdır.” ***
Ben olayı biraz daha ilginçleştirmek için yanlarına gittim. Muhabir ve konukları, kim bu adam der gibi birbirlerine kaş, göz hareketi yaptı. En sonunda: “Beyefendi” dedi muhabir sinirli bir sesle, “Canlı yayında olduğumuz için lütfen çekilin kameranın önünden.” “Bakın ben bazı konularda bilgi vermek istiyorum.” “Siz kimsiniz?”dedi muhabir “Görgü tanığıyım.” “Ne zaman gördünüz?” “Aslında bir hafta önce gördüm. Baktım uçuyorlar falan çok korktum.
Aralarından bir tanesi de bana bakınca resmen korkudan altıma ettim, “Kameraya baktım, belki tanıyan olur düşüncesiyle el salladım. Kameraman, ne yapıyon oğlum anlamında el hareketi yaptı. Muhabir yüzünü buruşturdu.” “Söylediğiniz bilgileri şu an için doğru kabul edemiyeceğim. Lütfen kameranın önünden çekilin..” “Neden doğru kabul etmiyorsunuz?” diye atıldı Turgut, “Uzaylı olabileceğini kanıtladığı için mi?” Turgut’a cevap Mahmut’tan geldi: “Şirinlerin yaşadığı köyü bile bulmak burayı bulmaktan daha kolay iken, bu ne şekil evrim geçirdiği belli olmayan görgü tanığına mı inanacağız. Darwin baba da böyle insanlarla sık sık karşılaştığı için maymunlara güveni kalmamıştır.” Muhabir yüzünü bana çevirdi: “Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Daha sonra görüşmek üzere.” Yayından çıkmamı gözleriyle işaret etti. “İstenmediğim yerde durmam hanımefendi, “Kameranın önünden çekildim. Az ileride duran başka muhabire yaklaştım. Son hazırlıklarını yapıyordu muhabir. Muhabir konuğunu yanına çağırıp yayındayız işaretini bekledi. İşareti aldığı gibi de, heyecanlı bir sesle konuşmaya başladı: “NASA’nın bu sabah verdiği istihbarat sonucu bulunan varlıklar dünya’yı şok etti…” Duraksadı, kulaklığıyla oynadı, “Ve çok ilginç bilgiler gelmeye devam ediyor sayın seyirciler” diye devam etti. “Az önce NASA’nın verdiği istihbarata göre, uzaylılar her an dünya’ya saldırabilir. En büyük hedef de Türkiye olduğu için, hava kuvvetleri 40 tane jeti uçuşa hazır hale getirmiş. İki dakika önce görüştüğümüz -UZAY SAVAŞLARI- filminin yönetmeni de çıkabilecek olası savaşta çok dikkatli olmamız gerektiğini söyledi. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi almak için UZAYLILARIN SAVAŞ TAKTİKLERİ VE STRATEJİLERİ- isimli kitabın yazarı Mert bey’le görüşeceğiz.” Yanında bulunan sarışın adama döndü: “Acil olduğu için hemen konuya gireceğim. Uzaylılar Dünya’ya saldırabilir mi?” “Eğer bulunan varlıklar uzaylıysa, muhtemelen arkadaşlarını kurtarmak için Dünya’ya saldıracaklardır…Aslında bu kitabı ilk yayınladığımda uzun bir süre alay konusu oldum. Ama bugün ne kadar doğru bir iş yaptığım ortaya çıktı. Az önce de hava kuvvetlerinden bir general beni arayarak kitabın aslını istedi. Ben de acil bir şekilde kargoyla gönderdim.”
“İzleyicilerimiz çok merak ediyor, uzaylılar Dünya’ya saldırırsa ne olur?” “İnternet bağlantısı kopacağı için twitter ve facebook gibi hayati önem taşıyan iletişim araçlarını kullanamayacağız. Bu da biz de ciddi bir sinir harbi ve iktidarsızlık yaratacak. Bu sebeplerden dolayı, çıkabilecek olası savaşta tüm dünya’nın bir olup savaşması lazım. Yoksa anamız ağlar.” Cebinden çıkardığı telefonu muhabire gösterdi: “Anlık ileti yoluyla şu anda ilk mesajlarımı atıyorum. Bu yolla uzaylılara karşı örgütleneceğiz. Bir de unutmadan belirteyim ki, uzaylıların savaş bilgileri insandan daha çok gelişmiştir. Genellikle vur-kaç taktiğini uyguluyorlar. Kullandıkları en dandik silahların bile tek mermisi iki atom bombası gücündedir.” “İki atom bombası gücünde mermi kullandıklarını söylüyorsunuz?” diye hayretle duraksadı muhabir: “Biz kafadan yenildik o zaman.” Mert başını evet anlamında sallayıp: “Bizim şu anda yapabileceğimiz en iyi hareket, uzay yasalarına göre ateşkes anlaşması yapmaktır.” Dedi, “Ama önce elimizde bulunan esirleri uzaylılara vermemiz lazım. Bir de üstüne üç, dört tane Victoria secret meleklerinden verdik mi, bu iş burada kapanır gibime geliyor.” “Victoria secret melekleri ne alaka?” dedi muhabir gülümseyerek, “Uzaylılar kadın da olsa insanoğlundan haz eder mi” “Manyak mısın? Uzaylılar kadına bayılır. Hatta bazı geceler Dünya’ya gelip eskort götürürler. Zaten bu savaşta en büyük silahımız kadınlardır.”
Muhabir -manyak mısın- sözünden sonra endişeyle kameramana göz ucuyla baksa da sonra gülümseyerek kameraya döndü. Duygusal bir sesle konuşmaya başladı: “İnsanoğlu bu savaşta en büyük sınavını verebilir. Ve bu uzaylıların ne kadar kadın manyağı olduğunu duydunuz. Bu yüzden kadınlara diyorum ki; bugün ne giysem jürisi tarafından onaylanan kıyafetlerinizi giyinerek ön saflarda yer alın.” Yayını bitirdi. Sonra yanındaki yazarla kadınlar hakkında sohbet etmeye başladı. Bense sağ taraftaki kadın muhabire yaklaştım. Kadın son makyajını yapıyordu. Makyajını bitirdikten sonra da gülümseyen yüzünü endişeli hale getirdi ve konuşmaya başladı: “MİT tarafından verilen istihbarat sonucu bulunan canlılar, kamuoyunda endişe yarattı. Az önce de Cumhurbaşkanı’yla Başbakan olayı
Atatürk’e haber vermek için Anıtkabir’e gitti. Peki şimdi ne olacak? Bu sorunun cevabını dünyaca ünlü astrolog Merven hanımdan öğreneceğiz: “Yanındaki uzun saçlı, yüzüne garip makyaj yapmış olan kadına döndü: “Herkes çok merak ediyor, -Dünya’nın sonu mu gelİyor?-” Merven boğazını temizledikten sonra cevap verdi: “Tabi bu yaşananlar herkes gibi benim de tüylerimi diken diken etti. Ama bu soruyada en iyi cevabı gezegenler verebilir. Biliyorsunuz biz astrologlar sürekli gezegenleri inceleriz. Ben de dün akşam evimin balkonundan teleskopla gezegenleri inceliyordum. Bir de ne göreyim, kızıl gezegen MARS’ta çok farklı bir hareket vardı.” Heyecan katmak için duraksadı, “Bunun üzerine ben de ne olduğunu anlamak için görüntüyü biraz daha yaklaştırdım. Çim makinası gibi bi aracın Mars’ın en mahrem yerlerinde gezdiğini gördüm.” “Pardon” dedi muhabir, “Mars’ta hayat mı var?” Merven elini iki yana açtı: “Bilmiyorum; ama araç çok net gözüküyordu…Tabi bununla birlikte eğer Mars’ta hayat varsa, bu koç burcunu nasıl etkiler bilemiyorum.” “Peki, gördüklerinizle bulunan canlıların bir ilgisi var mı sizce?” “Bence bu varlıklar uzaylı değil; çünkü son dönemde son dönemde maya takvimini incelemeye başladım. Ve maya takviminin İstanbul’da gizli bir yeri işaret ettiğini gördüm. -TARİH 21 ARALIK 2012- yazıyordu. Ama bu olaydan önce bu işarete anlam vermiyordum, ta ki buraya gelene kadar. Buraya gelince gerçeği anladım. Bu bulunan canlılar, nesli tükenmekte olan mayalılardır.” “Gerçekten çok ilginç” dedi muhabir, “Peki maya takvimi için ne düşünüyorsunuz?” “Bence uluslararası olarak maya takvimini kullanmalıyız. Çünkü -maya takvİmİ, Mars’ı esas- alıyor. Yakında insanlık da Mars’a taşınacağı için zaman konusunda yabancılık çekmeyiz.” “Çok teşekkür ederiz, yayına katıldığınız için”, Muhabir kameramana dönüp yayını bitirdi.
“Astrolog abla” dedi arkadaki görevli, “Senin bu gördüğün araç, Mars’a yollanan uzay aracı olmasın?” Kadın biraz şaşırsa da: “Doğru söylüyorsunuz ya!” dedi “Kesin o’dur.” Kameraman kahkahalarla gülünce kadın da gülmeye başladı. Ben bile güldüm bu olaya. Sonra az ilerdeki erkek muhabire yaklaştım. Muhabir ünlü bir bayan mankenle röportaja hazırlanıyordu. Bu kadının ne diye fikrini alıyorlar ki, diye düşünsem de dayanamayıp biraz daha yaklaştım. Muhabir açılışı yaptıktan sonra mikrofonu uzattı. Manken aniden: “Ne diye mikrofonu bu kadar ağzıma yaklaştırıyorsunuz beyefendi” diye tepki gösterdi. “Amacınız ne? Sapıklığın alemi yok beyefendi, zaten her gören erkek beni sömürüyor.” Yüzünü kameramana çevirdi: “Resmen canlı yayında tacize uğradım ya!” Beklemediği bu hareket karşısında kızaran muhabir, endişeli bir sesle: “Yok, yanlış anladınız.” Dedi, “Zaten yayın etiğine uymaz.” “Neyin eteğine uymaz beyefendi, taktınız kafayı eteğime.” “Reklam peşinde bu reklam” diye gülerek bağırdım. Muhabir’le manken, göz ucuyla bana baktıktan sonra röportaja devam etti. “Sanırım sinirleriniz bozuldu” dedi muhabir: “Etek değil, etik dedim. Sürekli yanlış anlıyorsunuz.” “Neyi yanlış anlayacağım ya, resmen şey ettiniz...taciz ettiniz.” Gülümseyerek ekledi: “Hem bunu ilk kez açıklıyorum, benim sevgilim var.” Muhabir gülümseyerek: “Süper ya. Kim bu sevgiliniz?” diye konuyu değiştirmeye çalıştı. “İsmini söyleyemeyeceğim; ama çok ünlü biri.” “Buldun yine para babasını” diye yüksek sesle araya girdim. Manken sinirle bana baktı: “Beyefendi, lütfen terbiyesizlik yapmayın…Hem ben değil, o beni buldu.”
“Nerden buldu? Malum hatlardan mı?” “Terbiyesiz” diye bağırdı, “Seni mahkemeye vereceğim.” “Hadi yine sayemde reklamını yaptın, ” Öpücük yolladım. Muhabir aceleyle “Neyse biz sohbetimize devam edelim” diye araya girdi. “Taş devrine ait yapılar bulunmuş, sizin nu konuda fikriniz nedir?” Mankenin yüzünde yine o aptalca gülümseme belirdi, “Bilemiyorum; ama moda çekimi yapabiliriz. Belki defile bile yapabiliriz. Sonuçta İstanbul’un güzellikleriyle benim güzelliğim birleşirse moda dünyasında ses getiririz.” Kameraya dönerek öpücük yolladı. Zaten senle röportaj yapanda kabahat. Bu saçmalıktan sıkılarak yürümeye başladım. Bir anda çevremde büyük bir hareketlilik meydana geldi. Bütün basın mensupları bulunduğum bölgeye gelerek yer kavgasına tutuştular. Neyse ki tartışma büyümeden belediye başkanı göründü. Etrafını saran basın mensuplarına, “Herşey hazır mı? Konuşmaya başlıyayım mı?” diye sordu. Basın mensupları konuşmaya başlayın anlamında başlarını sallayınca belediye başkanı yüksek sesle konuşmaya başladı; “Dün bir bayan yanımıza gelerek bu civarda yaşayan fakir insanların durumunu haber verdi. Biz de belediye olarak her zamanki gibi hiç vakit kaybetmeden harekete geçtik. Ama buradaki manzarayı görünce şok geçirdik. Çünkü etrafı bok götürüyordu. Biz de mültecilerin yaşadığını düşünerek polise haber verdik. Tabi bu arada haber basına uçtu…Yaptığımız incelemelerde, burada yaşayan insanların mülteci olmadığını anladık. Bu mahalle de eski bir yerleşim yeri. Vatandaşlarımıza da gereken ilgiyi gösterdik..” “Efendim” dedi kadın muhabir “Daha önce neden fark edilmedi?” Belediye başkanı hoşnutsuzca iç çekti; “Belediyenin ender de olsa böyle zaafları oluyor maalesef. Bu konuda gereken dikkati gösteremedik…Gerçi bizim belediyenin doyurduğu insan sayısı, aç bıraktığı insan sayısından fazla.” Az önce uzaylıların Dünya’ya saldırabileceğini söyleyen muhabir: “Yapılan bu yanlışlıktan dolayı tazminat ödenecek mi?”diye sordu. “Zaten gereken yardımları yaptık. Tabi ki de tazminatta vereceğiz; ama
yapacağımız yardımların yanında deve’de kulak kalır.” Ben muhabirlerin arasına dalarak belediye başkanına doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Üzerimdeki sinirli bakışlara aldırmadan; “Sayın başkanım” diye soludum, “Az önce basın yoluyla bazı haberler çıktı. Bu insanların uzaylı olabileceği, bu sebepten de uzaylıların Dünya’ya saldırabileceği, evrim teorisininde değisebileceği gibi haberler çıktı. Hatta hava kuvvetleri, uzaylıların olası saldırısına karşı 40 tane jeti uçuşa hazır hale getirmiş. Bu gibi haberlerin doğruluğu var mı?” Ben sözlerimi yarılamışken muhabirlerin arasında panik havası yaşandı. Bazıları bana nefretle baktı. Bazıları da çaktırmadan kameralarını kapatıp çekiyormuş gibi yaptı Belediye başkanı, basın mensuplarınına, yaptığınız yalan haberlerden haberim var der gibi başını salladı. Sonra bana bakarak soruma cevap verdi: “Maalesef basın bazen olayları ciddiye almıyor, yalan yanlış haberleri bir de abartarak insanların önüne sunuyor. Biz hep tekrarlıyoruz; basının ağzı var, kulağı yok diye. Ama basın uslanmaz çocuk gibi gereken özeni ve dikkati göstermiyor. Bu yüzden de bu ve benzeri her konuda resmi açıklama olmadıkça basının sözlerini duyun; ama inanmayın.” Başka soru almayacağını belirterek korumalarıyla birlikte gitti. Basın mensupları ise, yüzleri kızarmadan kendi kameramanlarına dönerek iki yüzlü davranmaya devam etti: “Az önce belediye başkanının açıklamalarını dinlediniz. Çok önemli açıklamalar yaptığı gibi bir de bazı basın mensuplarının yaptığı yalan haberleri gözler önüne serdi. Evet, bu meslekte de maalesef işgüzarlık yapmaya çalışan bazı basın mensupları var, ama biz bunlara inat en doğru haberleri sizlere ulaştıracağız. Daha doğru haberler için de lütfen bizden ayrılmayın.” Yayın bittikten sonra çoğu yanıma geldi. “Neden bizi zor durumda bıraktın? Bilmiyor musun bizim reyting uğruna yalan haber yaptığımızı?” dedi en öndeki muhabir. “Ne bileyim” dedim “Yanınızda uzmanları görünce bu sefer doğru haber yaptığınızı sandım.” “Gerizekalı!” diye bağırdı kadın muhabir, “O uzman dediklerin, bizim parayla tuttuğumuz normal vatandaş. Habere ciddiyet kazandırmak için her zaman bu taktiğe başvuruyoruz.” Benim cevabımı beklemeden yanımdan ayrıldılar. Ben de kenar mahallenin
olduğu yere doğru yürümeye başladım. Az önce beni arabaya bindiren polis, elinde silahıyla önümde belirdi, “Olduğun yerde dur ve yüzüstü yere uzan! Ellerinide sırtında birleştir.” Dediğini yaptım. Polis de hızlı adımlarla yanıma geldi, ellerimi kelepçeledi, “Yavaş yavaş kalk ve sakın kaçayım deme!” Polis kontrolünde yavaş yavaş kalktım, polis kollarıma girdi. Yan taraftaki iki polisi de yanına çağırdı. İki polis yanımıza gelince; “Az önce kaçma teşebbüsünde bulundu, zor yakaladım” dedi polislere, “götürürken dikkatli olun!” Diğer iki polis: “Peki komiserim” diyerek beni sürüklemeye başladı. “Suçum ne abi?”diye inledim. “Suç işle, sonra kenarda, köşede saklan. Şimdi emniyete gidince öğrenirsin suçunu” dedi sağ tarafımdaki polis, beni çekiştirirken. Polis arabasının önüne geldiğimizde, beni yakalayan polis, elleriyle başımı sert bir şekilde bastırarak beni arabaya bindirdi. Sonra sağıma, soluma birer polis verip direksiyonun başına geçti. Sağ tarafımdaki polis, sert bir dille bana telkinlerde bulundu: “Sana haklarını anlattık, tamam mı? Bu konuda kağıt imzalattıklarında sakın arıza çıkarma, he anlattılar deyip kağıdı imzala. Tamam mı?” “Yok abi, bana kimse bir şey anlatmadı.” “Biz anlattık sen duymadın. Akşama kadar sana hak mı anlatacağız? Emniyette sakın arıza çıkarma.” Mecbur başımla onayladım. Arabaya kasvetli bir sessizlik çöktü. Emniyete kadar kimse konuşmadı. *** Emniyet binasının önünde daha insancıl davranarak çıkardılar beni arabadan. Komiserin odasının önüne götürüp kapıyı birkaç kez tıklattılar. Sonra beni içeri aldılar. Komiser kel kafalı hafif şişman biriydi. Polis olayı anlatarak komiseri
bilgilendirdi. Komiser gür sesiyle kimliğimi istedi. Allahım, inşallah kimliğim yanımdadır yoksa bunlar beni çiğ çiğ yer, diye dua edip kimliği aramaya başladım. Çok geçmeden kimliği bulup komisere uzattım. Kimliği alan komiser, kimliği biraz inceledi, “Bu kimlik niye böyle kırışmış?” dedi gür sesiyle, “Bu devletin kimliğine böyle davranamazsın.” Sinirle başını oynattı ve önündeki bilgisayara kimlik bilgilerimi girdi. “Senin için kayıp başvurusu yapılmış” dedi bilgisayardan gözünü ayırmadan, “Kemalettin senin baban mı oluyor?” Bana baktı. “Evet efendim, bundan aylar önce…” “Tamam lan, anlatmana gerek yok” diye sözümü kesti. “Psikopat baban zaten her şeyi anlatmış. Hangi ailede herkesin ismi -tin- le biter ki? Baban 260 sayfalık bilgi verdiği için bilgisayarın hafızası zor kaldırıyor. Hemen ilk uçakla Bodrum’a dönüyorsun ve beni bu dertten kurtarıyorsun. Anladın mı beni?” “Evet efendim, gidebilir miyim?” Kimliğimi verip bazı kağıtlar imzalattı. Sonra çık işareti yaptı. Saniyeler içinde emniyetten dışarı çıktım. Bilinçsizce dolaşmaya başladım. Biraz yürüdüğümde yakınımdaki denizden yosun kokusu geldi. Koşarak sahile gittim, nefes almak için yanımdaki banka oturdum. Kıyıya vuran dalgalara bakarken uykuya daldım. Gözümü yüzüme vuran soğuk suyla birlikte açtım. Zıplayarak yataktan sıçradım. Nerdeyim diye çevreme baktığımda babam elinde boş su bardağıyla yanıbaşımda duruyordu. “Hadi uyan, iki gündür yataktan kalkmadın.” Bardakta kalan son suyu da yüzüme atıp oda’dan çıktı. Ben hala nerdeyim diye çevremi inceliyordum. En sonunda pencereye gidip dışarıya baktım. Yoksa hepsi bir rüya mıydı? ~ SON ~